Bir hukuk devletinde yargının kararlarına saygı esastır. Ancak bir hukuk devletine gücünü veren, yargı kararlarının toplum vicdanında da onay görmesidir.
Bunun aksi de olabilir. Yargı kararları toplum vicdanında sorgulanmaya başlarsa, bunun yaratacağı en önemli sorun toplumda adalet inancının kaybolmasıdır.
İNANDIRICILIK SORUNU
Hanefi Avcı’nın hafta içinde tutuklanmasının Türkiye’nin gündemine getirip dayadığı ana soru burada karşımıza çıkıyor. Türkiye’de evvelden beri sıkıntılı bir alanı oluşturan adalet inancıyla ilgili sorular, Avcı hadisesiyle toplum vicdanında daha da kristalize olmuştur.
Avcı, bu tasarrufa “Haliçte Yaşayan Simonlar” adlı kitabını yazarak devlet sırlarını açığa vurduğu için muhatap olsaydı, ne kadar sert bulunursa bulunsun, en azından kendisine atfedilen suç ile bağlantılı bir işlem gibi görülecekti buradaki karar.
Ancak Avcı gibi hayatının önemli bir bölümünü terör örgütleriyle mücadele ederek geçirmiş bir polisin solcu bir terör örgütüyle ilişkili olduğu iddiasıyla tutuklanmış olması, toplumun azımsanmayacak bir kesimi tarafından inandırıcı bulunmuyor, pek çok insanın vicdanında kabul görmüyor.
Sorun, yalnızca kabul görmemesi de değil. Bir bu kadar düşündürücü olan, tutuklamanın yarattığı algıdır. Tutuklama, kamuoyunun geniş bir kesimi, kitabında Gülen cemaatini hedef aldığı için Avcı’nın başına bu işlerin geldiği düşüncesine yöneltmiştir.
Bu çerçevede tutuklamanın, Hanefi Avcı’nın kitabında ortaya attığı iddiaların teyidi gibi yorumlanması da kaçınılmazdır.
TAŞLARI YERİNDEN OYNATMAKTAN ÇEKİNMİYOR
Hanefi Avcı, hiç yabana atılacak biri değildir. Geçmişteki çizgisi analiz edildiğinde, kendisinin büyük taşları yerinden oynatmaktan çekinen biri olmadığı görülüyor. Yaptığı hamleyle bir taşı oynatırken, bunun ne gibi sonuçlara yol açabileceğini, muhataplarının hangi karşı hamlelere başvurabileceklerini ve bu karşı hamlelerin kendisine ve aynı zamanda hamlenin sahibine ne getirip ne götüreceğini de çok iyi hesaplayabildiğini görüyoruz.
Bu çerçevede Avcı’nın 28 Şubat sürecinin sıcaklığını koruduğu 1998 yılının başında Türk Silahlı Kuvvetleri ve MİT’i açıkça karşısına alması, kendisinin kim olursa olsun güç odaklarına kafa tutmak konusunda kuvvetli sicile sahip biri olduğunu gösteriyor. Ve kendisinin geçmişte kendisini bilerek içine attığı bütün bu badirelerden her seferinde güçlenerek çıktığını da unutmayalım.
Bu haliyle aslında bugün göğüslemek durumunda kaldığı sıkıntılarla, özellikle 1998’de başına gelenler arasında büyük benzerlikler de söz konusu. Avcı, 1998’de Türk Silahlı Kuvvetleri’ne dönük ağır suçlamalarda bulununca Genelkurmay’ın tepkisi üzerine görevinden alınmış ve kısa bir süre sonra kendisini cezaevinde tutuklu olarak bulmuştu.
Avcı, bu kez cemaati suçlamış ve kendisini yeniden cezaevinde bulmuştur. İlk olayda tasarrufun sahibi Devlet Güvenlik Mahkemesi idi; bugün ise onun yerine kurulmuş olan Özel Yetkili Mahkeme’dir.
HÜKÜMET İDDİALARA SEYİRCİ KALAMAZ
Ve talihin garip bir cilvesidir ki, Avcı’nın tutuklanması, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Özel Yetkili Mahkemeler’in aslında DGM’lerin devamı gibi çalıştığı, bu nedenle yetkilerinin gözden geçirilmesi gerektiği konusunda yaptığı son derece eleştirel çıkışın hemen 48 saat sonrasına denk gelmiştir.
Avcı’yı teröristlerle işbirliği içinde olduğuna kanaat getirip demir parmaklıkların arkasına atan, Cumhurbaşkanı’nın açıkça tavır alma ihtiyacını hissettiği, işleyiş şekli ve yetkilerini sorguladığı bir mahkeme düzenidir.
Gelinen noktada, hükümetin bütün bu gelişmeleri tribündeki seyirci gibi uzaktan izleme lüksü yoktur. Toplumda adalet duygusunun güçlü tutulması bir hükümetin en temel görevlerinden biridir. Burada vereceği sınav, hükümetin hukuka ve adalete olan taahhüdünün sınanması açısından bir mihenk taşı olacaktır.
Avcı’nın geçmişte ortaya attığı iddiaların çoğunluk doğru çıkmış olması, bu kez telaffuz ettiği iddiaların da ciddiyetle ele alınmasını gerektiriyor. Hükümet, Avcı’nın iddialarını, hiç olmazsa bundan sonraki aşamada tarafsız bir şekilde ve ciddiyetle soruşturduğunu kamuoyuna göstermek zorundadır.
Hangi yönde tecelli ederse etsin, bu olayda gerçeğin ortaya çıkarılması kamuoyunun haklı bir talebidir.
(Sedat Ergün- Hürriyet)