Gündem

Halk gelir eşitsizliğinden rahatsız

"Türkiye’de Toplumsal Eşitsizlik 2009" araştırması, halkın yüzde 90’lık kesiminin gelir eşitsizliğinden şikâyet ettiğini ve sosyal devletten yana olduğunu ortaya ko

26 Mayıs 2010 03:00

T24 - TÜBİTAK’ın desteğiyle Sabancı Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Ali Çarkoğlu ile Prof. Ersin Kalaycıoğlu tarafından yapılan “Türkiye’de Toplumsal Eşitsizlik 2009” araştırması, halkın yüzde 90’lık kesiminin gelir eşitsizliğinden şikâyet ettiğini ve sosyal devletten yana olduğunu ortaya koydu.


'Hak ettiğimden az kazanıyorum'

65 ilde il, ilçe merkezi ve köylerde yapılan araştırmaya göre, halkın yüzde 70’i hak ettiğinden daha az kazandığına inanıyor. Yüzde 0.8’lik bir dilim ise hak ettiğinden daha fazla kazandığını düşünüyor.

Halkın yarısına göre yükselmenin yolu yolsuzluk!


Araştırmanın çarpıcı bir sonucu da; halkın yarısının yolsuzluk yapmadan yükselmenin mümkün olmadığına inanması. ‘Türkiye’de yükselmek için siyasetçileri tanımak gerekiyor’ diyenlerin oranı da yüksek.

Sosyal demokratların oranı yüzde 6

Araştırma, siyasi açıdan da önemli sonuçlar içeriyor. Türkiye genelinde kendilerini sosyal demokrat olarak niteleyenlerin oranı sadece yüzde 6’da kalıyor. Büyük bir çoğunluk kendisini merkezde tanımlıyor ve merkezin öneminin giderek arttığını ifade ediyor.

Demokrasi ve AB'ye inanç azaldı

Demokrasiye inanç da araştırmanın önemli bir sonucu olarak dikkat çekiyor. Buna göre; demokratik açılım sürecindeki kargaşa atmosferi, halkın demokrasiye olan inancını örselemiş görünüyor. 2007’de yüzde 15 olan ‘demokrasiden çok memnun’ kitlenin oranı, 2009’de yüzde 4’e kadar düştü. 

Avrupa Birliği’ne destek oranı da yüzde 46’lara kadar düşmüş durumda. AB'ye  karşı çıkanların oranı ise yüzde 44’e yükseldi.

Kürtlere ve Alevilere ayrımcılık algısı, olgunun üzerinde

Kürtlerin ve Alevilerin büyük büyük çoğunluğu, eğitim, iş ve iş yerinde terfi gibi konularda somut olarak herhangi bir ayrımcılık görmediğini söylüyor. Ancak, Kürt ve Alevi olmanın ayrımcılık kaynağı olacağını / olabileceğini düşünenlerin oranı ise yukarıdaki oranla kıyaslanmayacak kadar fazla. Bu durum, algının giderek olgunun yerini almaya başladığını gösteriyor.


Başarı için etnik köken önemli değil

Araştırma sonuçlarına göre cinsiyet, etnik köken veya mezhep, hayatta başarı için önemli değil. Başarı için iyi eğitim, çok çalışma ve hırsın gerekli olduğu düşünülüyor. Rüşvetle başarılı olunacağına ise inanılmıyor.  

Yüzde 92’lik ezici bir kesim, Türkiye'nin gelir dağılımı açısından birçok Ortadoğu, Doğu Avrupa, Avrupa Birliği ülkesi, Orta ve Doğu Asya ülkesinden daha kötü olduğunu düşünüyor. Deneklerin yüzde 90’ı, hükümetin gelir adaletsizliğini gidermekten sorumlu olduğunu düşünüyor.


Araştırma raporundan sonuçlar



"Türkiye'de Toplumsal Eşitsizlik 2009" araştırması raporunun sonuç bölümünde şu bilgilere yer verildi:


* Cinsel, etnik ve mezhebe ilişkin ayrımlar hayatta başarılı olmak açısından  çok yaygın bir etmen olarak görülmemekle birlikte, hırs, çok çalışma, iyi eğitimli olma  gibi kişisel çaba etmenlerinin yanı sıra aile kökeninin de temel bir rol oynadığı  toplumda yaygın bir kanaattir. Rüşvet vermek hayatta başarının ardındaki önemli bir  etmen olarak görülmemektedir.

* Toplumsal yukarı akışkanlığın pek de kolay ve düzgün olamayabileceği  gözlenmektedir. Genel olarak ya toplumsal yükselmeyi hak etmeyenlerin yükseldiği  algısı vardır, ya da yukarı doğru toplumsal akışkanlığın bireysel başarıdan bağımsız  olduğu ve pek de etik davranmayan seçkinler (elitler) tarafından engellendiği,  sınırlandırıldığı veya düzenlendiği algısı gözlenmektedir.

* Ülkede varlıklı olmayanların da üniversite eğitimini karşılayabildiğini  düşünme eğiliminde olan azımsanamayacak bir kitle vardır. Ancak ağırlıklı olan  kanaat zenginlerin üniversite eğitiminin maliyetlerini karşılayabilecek konumda  oldukları yönündedir. Yine de sadece zengin ve varlıklı olanlar değil bunlar  dışındakilerin de yüksek öğrenime ulaşabildikleri yönünde bir görüş belirtenler de  azımsanamayacak büyüklükte bir gruptur

* Çalışan deneklerin büyük çoğunluğu kazançlarını hakça olarak telakki  etmemişlerdir. Nitekim çalışanların ancak beşte biri kadar bir kısmı hak ettiği kadar  kazandığı kanısındadır.

* Gelir dağılımının düzeltilmesinde hükümete büyük bir rol düştüğü konusunda da  büyük bir ittifak bulunmaktadır. Deneklerin %90’ı hükümetin bireyler arasındaki gelir  farklarını azaltmaktan sorumlu olduğunu, %91’i hükümetin işsizlere geçinecekleri kadar  gelir temin zorunda olduğunu, %75’i ise hükümetin yoksullara daha fazla yardımda  bulunması gerektiğini düşünmektedir.

* Deneklerin %67’si geliri yüksek olanların daha yüksek oranda vergi ödemesi  gerektiğini kabul etmektedir. Bunun tersine olan bir tutumu altı denekten birisi (%15) aynı  oranda vergi ödesinler diyerek kabul etmektedir. Zenginlerin gelirlerinin daha az  oranında vergi ödemeleri gerektiği konusundaki klasik liberal görüşü deneklerin ancak  %5’i kabul etmektedir.

* Türkiye’deki bugün sürmekte olan gelir vergisi uygulamasının yüksek gelirlilere  nasıl yansıdığı sorulduğunda deneklerin yarısına yakını (%47) yüksek gelirlilerin ödediği  vergilerin düşük olduğu kanısını ortaya koymaktadır. Deneklerin neredeyse yarıdan  çoğunun (%55) yüksek gelirlilerin az vergi ödediği izleniminde olduğunu görmekteyiz.
    
* Bir zengin yoksul uzlaşmazlığı kanaati yaygın olmakla birlikte, bu uzlaşmazlığa  işçi ve orta sınıf arası bir uzlaşmazlık olarak bakma eğilimi yaygın değildir.

* Kişilerin içinde yetiştikleri aile çevresinin görece toplumsal konumu ile bugün kendilerinin içinde bulundukları görece toplumsal konuma bakıldığında kendilerinin görece konumlarının geçmişten bugüne değişmediğini söyleyenlerin oranı %49 olarak ortaya çıkmaktadır. Bir önceki kuşak için bugünkünden yüksek bir konum verenler, yani şimdiki görece toplumsal konumlarının geçmişten daha düşük olduğunu belirtenler ise %30,8 ve şimdi eskiden daha yüksek konumda olduklarını söyleyenler ise %20 kadardır.

* Bireyin iş ortamında üstlendiği sorumluluğun, gösterdiği gayretin, eğitim süresinin (üniversite, yüksek okul, lise v.b. farkların) ailesini geçindirmesi için yeterlilik ve çocuk sahibi olmanın bu sıraya göre deneklerimizin gözünde önem arz ettiğini saptanmıştır. Liyakate işaret eden değerlendirmeler tek başlarına belirleyici öneme sahip değildir. Ancak yinede tüm faktörler arasında en öne çıkan etmenler olduğu dikkat çekicidir. Bunların yanı sıra bireyin aile ve çocuklarına dair gereksinmelerini de dikkate alan etik bir anlayışın varlığını gözlemlediğimizi belirtmek isteriz.

* Derin bir yoksul – varsıl kutuplaşması ve orta sınıfın önemini yitirdiği bir toplum görüntüsü deneklerimiz açısından kabul edilebilir bir görüntü değildir. Toplumda ağırlıklı tercih orta sınıfın geniş olduğu ve alt ile üst kesimlerin görece olarak oldukça ufak kaldığı bir toplum düzenidir. Bu tercihlerin yaklaşık yarısı büyüklükte diğer bir tercih ise orta ve alt kesimlerin iyice azaldıkları ve üst kesimlerin ağırlıklı bir konuma geçtiği bir toplum türünü tercih eder görünmektedir. Bu durumda toplumda alt kesimlerin arzulananda çok daha geniş olduğu ve sonuç olarak da büyük bir eşitsizliğin hüküm sürdüğü kabul edilmektedir.
   
* Türkiye toplumu evde tek çalışanın tarım ya da kamu kesiminden gelir getiren babanın olduğu bir ortamdan öncelikle özel sektörde çalışan ama hala kendi işine de sahip olan bir aile biçimine ve kuşağa dönüşmektedir.

* Annelerin çalışmadığı bir aile yapısından kadınların ağırlıklı olarak iş hayatında olduğu bir yapıya dönüşmüş bir toplumsal yapı da gözlenmemektedir. Kadınların ev dışında çalışması günümüz Türkiye’sinde hala yaygın bir olgu değildir. Yani, ev işleriyle uğraşan, ev dışından bir iş ve geliri olmayan geleneksel kadın rolü Türkiye aile yapısı içinde hala geçerliliğini korur görünmektedir.

* Denekler evlerinde pek de kitap bulunmayan bir ortamda, (on denekten altısı evlerinde büyürken on veya daha az kitap olduğunu ifade etmişlerdir), büyümüş olmakla birlikte; deneklerin eğitim düzeyleri bir önceki kuşağa göre yükselmiştir. Hem bunun sonucu olarak, hem de Türkiye tarım toplumunu terk ederek hızla sanayileşmeye başlamış ve denekler sanayi toplumunda sunulan işlerde çalışmaya başlamış olmalarından dolayı olsa gerek kendi işinde çalışan oranı ciddi ölçüde azalmış gibi görünmektedir.

* Deneklerimizin çalışma etiği olarak kabul edilecek hususlarda, özellikle mücbir sebeple işe gidememe durumu ortaya çıksa bile işlerini aksatmama eğiliminde oldukları görülmektedir. Bir anlamda özel sektörde çalışmaya başlamış ya da kendi işini piyasa koşullarının daha egemen olduğu bir ortamda sürdüren günümüz insanı piyasa ekonomisinin disiplin mekanizmasının etkisi altına girmiş gibi görünmektedir.