11 Mart 2015 02:00
Balyoz darbe planı iddialarına ilişkin dava açılmadan önce soruşturma aşamasında sanıklar hakkında verdiği tahliye kararı ve Kafes Planı davası iddianamesine koyduğu muhalefet şerhi nedeniyle o dönem eleştirilen hâkim Oktay Kuban, “paralel yapının subay, rektör, siyasetçi, gazeteci ve aydınlara düşman ceza hukuku uyguladığını” söyledi. Eskişehir’de bir panelde konuşan Kuban, özel yetkili mahkemeleri kaldıran yasaya rağmen İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Ergenekon davasında karar vermesini “tam bir cihatçı yargı” diyerek tanımladı. “Delillere müdahale etmek için TÜBİTAK ve Adli Tıp Kurumu’nda değişikliklere gidildiğini” savunan hâkim Kuban, “dijital delillerin laboratuvarda üretildiğini” ileri sürdü. Kuban, “İllegal yapının medya ayağının o dönem yaptığı yayınlarının hepsi suçtu” dedi.
Balyoz soruşturmasında, 2010 yılında nöbetçi hâkim olarak verdiği tahliyeler sonrasında dönemin Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün tarafından “çetenin hâkimi” olmakla suçlanan Kuban, konuşmasında “Tahliye kararı ardından birçok baronun avukatının gruplar halinde, Denizli Barosu’ndan en az 50 avukatın da kendisini HSYK’ya, Adalet Bakanlığı’na şikâyet ettiğini” söyledi.
Haziran, 2014'ten itibaren İstanbul Adliyesi'nde görev yapan hâkim Oktay Kuban’ın, Eskişehir Barosu’nun hafta sonu Eskişehir’de düzenlediği “Hukuk Devleti ve Hukuk Güvenliği” başlıklı panelde yaptığı konuşma şöyle:
“Hukuk güvenliği hakkı, bu ülkede olmadığı zaman seyahat, ifade özgürlüğümüz, mal ve can güvenliğimiz, yaşam hakkımız tehlikededir. Sokakta silahının namlusunda makul şüphe mermisi taşıyan bir polis, adliyelerde ise kendinden olmayana düşman ceza hukuku uygulayacak yargıçlar olduğu zaman hukuk güvenliğimiz tehlikededir. Bu ülke son 7-8 yıldır kendinden olmayanlara, kendi yarattığı düşman ceza hukukunu uygulayan bir süreç yaşadı.”
“Bir ülkede yargı erki illegal yapıların eline geçmişse hukuk güvenliğimiz tehlikededir. O illegal yapı kendi hukukunu yaratıyor. O hukuk kuralı ise anayasayı, yasayı, yargılama hukuku ilkelerini tanımıyor. Beşiktaş Adliyesi’nde görev yaptığımda, ‘devlete hizmet etmiş savcı’lardan birisi bir hâkim arkadaştan bir talepte bulunmuştu, o savcılardan birisi nöbetçi hâkimin kararına itiraz etmişti. İtiraz yazısında şu cümleler vardı: ‘Nöbetçi hâkimliğinizce verilen karar, Beşiktaş Adliyesi’ndeki teammül ve uygulamalara aykırıdır.’ Bakın o illegal yapı, hâkime ‘Senin kararın anayasaya, hukuka aykırı’ demiyor, ‘Çağdaş hukuk ilkelerine aykırı’ demiyor, ‘Benim hukukuma aykırı’ diyor. Ondan dolayı tehlikenin farkına varmamız lazım. Cumhuriyet gazetesi 2002 yılında manşetten bir başlık atmıştı: ‘Tehlikenin farkında mısınız?’ Cumhuriyet gazetesinin ve yazarlarının başına neler geldiğini yaşayarak gördük. Ve bu ülkede son 7-8 yıldır kendinden olmayana, bu ülkenin subaylarına, bu ülkenin rektörlerine, siyasetçilerine, gazetecilerine, aydınlarına düşman ceza hukuku uygulayan illegal bir yapı var. Paralel yapı denilen bu yapı, bence sarmal yapıdır. Çünkü devletin içindeki o kadar çok kuruma sirayet etti ki, bu yapı, kendinden olmayanı hedef alan, düşman olarak algılayan ve ona göre yıldırma, sindirme hukukunu uygulayan bir yapı.”
“Ordusu olmayanın yurdu olmaz. Bunlar ilk olarak Türk ordusunu hedef aldılar. Ve onlara karşı düşman ceza hukukunu uyguladılar. Diyarbakır DGM’de görev yaptığım zaman, albay Cemal Temizöz Kayseri’den tutuklanarak Diyarbakır’a getirilmişti. O dosyayı inceledim, benim önüme gelmemesi için nöbetimi değiştirdi o illegal yapı. Olay tarihinde 12-13 yaşındaki kişileri gizli tanık olarak dinlemişler, gizli tanıkları aynı zamanda dosyanın sanığı yapmışlar. Dosyadaki ‘Sokak lambası’ ve ‘Tükenmez kalem’ kod adlı gizli tanıklar, olayı yıllar sonra satır satır hatırlıyor, sayfalarca ifade veriyor. O ifadelere dayanarak o kurmay albayı tutukladılar. Orada görev yapan savcıya şu soruyu sordum: ‘Bu delillerle, bu soruşturmayı, bu şekilde yürütmek mümkün değil, hedefiniz ne?’ Cümle aynen şöyle, ‘Biz bu askerleri bu bölge halkının önünde yargılayacağız. İşte düşman ceza hukukunun izleri.”
“İllegal yapı, öyle bir yapı ki operasyonel güce sahip. Hukuki ve siyasi operasyonlar yapıyor. Aldığı ihaleleri, adrese teslim yerine getiriyor. Ve bu yapı, hâlen hukuk sistemi içerisinde. Bu yapı temizlenmedikçe hukuk güvenliğimiz tehlikede. Bunu Balyoz, Ergenekon ve diğer davalarda nasıl uyguladıklarını anlatmak istiyorum.”
“Düşman ceza hukuku, faili hedef alıyor, suçu değil. Suçun yasal unsurları oluşmuş mu, delilleri var mı araştırmıyor. Tamamıyla kişiyi yok etmek isteyen bir hukuk sistemi. Ergenekon davasında, kimi medyanın o davada yargılananları nasıl karaladıklarını hatırlayalım. Aynen Hizbullah terör örgütünün ideolojisi gibi; ‘Ya bendensin, ya değilsin, benden değilsen öldürülmesi gereken adi hedefimsin.’ Ülkemizde son 7-8 senedir, kendinden olmayanları hedef alan bir hukuk uygulandı. Bu illegal yapı o kadar kindar, o kadar istekli bir şekilde o kişileri yargıladılar ki o mahkemeler kanunla kaldırılmış olmasına rağmen kanunla kaldırılmalarını dahi kabul edemediler ve direnmeye kalktılar. Ergenekon davasını yargılayan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, Meclis’ten çıkan yasayla kaldırılmış olmalarına karşın karar vermeye kalktı ve kanunu tanımak istemedi. Tam bir cihatçı yargı.”
“Düşman ceza hukukunda, toplumu hazırlanacak faşist tedbirlere alıştırmak için toplumdaki lider, önder kişiler hedef alınır. Son 7-8 yıldır bu illegal yapı, bakın, kimleri hedef aldı. TCK’da, Tanık Koruma Kanunu’nda değişiklikler, en önemlisi o mahkemelerde görev yapan ve hukuksuz kararlara imza atan yargıçları yargılanmaktan koruyan, tazminat ödemekten koruyan yasak düzenlemeler yaptılar. Ve o illegal yapının medya ayağını koruyan yasalar çıkardılar. O dönemde, o illegal yapının medya ayağını bir hatırlayın, nasıl yayınlar yaptılar, onların hepsi suçtu. Ve yüzlercesi hakkında dava açıldı, o davaları açanlardan birisi benim. O davaların hepsini kaybettim. Çıkardığı yasayla basın suçlarına ceza davalarının ertelenmesi hükmünü getirdiler. Ve onları koruma altına aldılar. Özel yetkili mahkemelerin varlığı da zaten bunun göstergesi. Mahkemenin özeli olmaz.”
“Bu yargılama süreçlerinde en önemli değişikliklerden birkaçını TÜBİTAK’ta, Adli Tıp Kurumu’nda yaptılar. Çünkü delillendirmeye müdahale etmek istiyorlardı. Önce dijital laboratuvarda dijital deliller yaptılar, o delilleri o illegal yapının medya ayağına servis ettiler, kamuoyunda bunun meşrulaştırılmasını sağladılar, o insanları önce suçlu olarak gösterdiler, ondan sonra bu yapının yargıçları, savcıları devreye girdi, o insanları toplamaya başladı, daha sonra o davalarda karşı çıkan yargıçları, avukatları yine medya hedef aldı.”
“Dijital delillerin sahtekârlığının anlaşılmaması için TÜBİTAK’ta, Adli Tıp’ta mutlaka müdahale gerekiyordu. Bunun örnekleri yaşandı. Silahların eşitliği ilkesini ihlâl ettiler. Beşiktaş Adliyesi’nde göreve başladığımda oradaki savcılar, yargıçlar, şüphelilerin avukatları huzurunda verdiği ifadeyi bile kendisine vermiyorlardı. AİHM der ki, ‘Şüpheliyi tutuklamaya esas aldığın delilleri şüphelinin kendisinden saklayamazsın.’ O adliyede, o kısıtlama kararlarını kaldıran ilk yargıçtım, ama kararı verdiğim günün akşamına hukuka aykırı bir şekilde o kararları kaldırttılar. Çünkü usul hukukunu kendilerine göre uygulamışlar, savcının böyle bir karara itiraz hakkı yok. Mahkemenin de bu kararı kaldırma yetkisi yok ama bu hukuksuzluklar kamuoyunun, HSYK’nın gözü önünde yaşandı. Bu hukuksuzluğa rağmen bu yapının tek bir savıcı, tek bir yargıcı hakkında tek bir soruşturma açılmadı. Ama sıra Oktay Kuban’a geldiğinde, hemen tayin çıkarmasını bildiler. Yüksek yargı bu konuda iyi bir sınav vermedi.”
“Zamanında tepki göstermek gerekiyordu. Linç edilmeye çalışan savcıları, avukatları savunursam Ergenekoncu, darbeci görünürüm diye korkan ancak fırtına geçtikten sonra Silivri önlerine koşan çok kişi gördüm. Son 7-8 yıldan ders çıkarmamız lazım, delilleri savunmadan sakladılar, avukatlar soruşturma, hatta dava aşamasında bile delillere ulaşamadılar. Bunu HSYK gördüğü halde hiçbir müdahalede bulunmadı. Delillendirme kavramını değiştirdiler. Özellikle de terör kavramının içini boşalttılar. Teröristin bombası olur, eylemi olur; bu dosyalarda cep telefonun varsa, flash belleğin varsa, CD’in, bilgisayarın varsa teröristtin.”
“Kıyas yoluyla suç ve ceza yarattılar. Bunu Balyoz davasında gördük. Balyoz davasındaki sanıklar hükümete karşı darbe yapmaktan yargılanıyordu. Bu eski TCK’da 147, şimdiki TCK’da 212. maddede düzenlenmiş bir suçtur ve suçun unsurları, cebir ve şiddet kullanarak hükümetin görevini yapmasını engellemek. Yani suçun maddi unsuru için mutlaka hükümete karşı bir şey yapılmış olması lazım, hükümetin de ondan etkilenip, korkup herhangi bir işlemini yapamaması lazım. Ancak olaydan 7 yıl sonra hükümetin haberi oluyor, bu adamlar yargılanıyor ve mahkûm oluyor. Bu bir fıkra gibi. Temel, Fadime’ye aşık, onu kaçırmak istiyor, düşüncesini Dursun’a anlatıyor, olay gerçekleşmiyor, aradan 7 yıl geçtikten sonra Dursun bunu anlatıyor. 7 yıl sonra Temel, Fadime’yi kaçırmak, ırzına geçmek ve alıkoymak suçlarından yargılanıp 20 yıl hapis cezası alıyor.”
“Yargılama sürecinde kimi müesseseleri atladılar, bunlar arasındaki en önemli müesseselerden birisi delillerin tartışılması müessesidir. Hâkim tartışılmış delillere göre karar verir ama bizde sanığın savunması alınıyor, tak, mütalaa verilip hüküm veriliyor. Delillerin tartışılması aşaması atlanıyor. Çünkü orada o deliller tartışılsa o delillerin sahte olduğu ortaya çıkacak.”
“Düşman ceza hukukunda uygulanan en önemli müesseselerden biri gizli tanık müessesidir. 2005 yılında yeni Ceza Kanunu yürürlüğe girdiğinde, apar topar bir Tanık Koruma Kanunu hazırladılar. Ve o kanun bu yargılama sürecinde insanların savunma hakkını ihlâl eder şekilde kullanıldı. Bir kişinin yargılandığı davada hem gizli tanık, hem sanık olması yargılama ilkeleriyle bağdaşmaz. Ve dünya hukuk tarihinde belki de yaşanmış en büyük gizli tanık terörüdür son dönemde uygulanan müessese. Savunmanın ona karşı savunma geliştirebilmesini engellemek istediler. Gizli tanıklık için o kişinin ve yakınlarının can ve mal güvenliğinin tehlikede olması lazım. Ve mahkeme bunu gerekçeli bir şekilde yazmalı. Ama son dönemde, o kişiyi niye gizli tanık olarak dinlediği konusunda tek bir gerekçe yok. Ve bu ülkenin parçalanması için etmiş ve bundan dolayı müebbet ağır cezasına çarptırılmış bir teröristi, (Şemdin Sakık kast ediliyor) ki o terörist yüksek güvenlik bir cezaevinde, gizli tanık olarak dinlediler. Oradaki hangi can, hangi mal güvenliği tehlikede ki onu gizli tanık olarak dinliyorsun? Bunu kimse izah edemez. Bunu tek bir teori izah ediyor: Düşman ceza hukuku.”
“Yargı üç sacayağından oluşur; sav, savunma ve yargı. Bu süreçte hiç savunmanın eksikliği olmadı mı? Sadece yargıçlar, savcılar mı bu ilkeleri ihlâl etti? Bu süreçte hukuk güvenliği ayaklar altına alınırken 3-5 baro dışında, hukuksuzluğa tepki gösteren hukuk çevreleri olmadı. Beşiktaş Adliyesi’nde Kafes davasında ilk duruşma, Kayseri Baro Başkanı Ali Aydın geldi, dilekçe verdi, ‘Ben bu davaya müdahil olmak istiyorum’ dedi ve gerekçesinde şunu söyledi: ‘Eğer bu hükümeti, bu teröristler yıksaydı, ben zarar görecektim, ondan dolayı zarar gören durumundayım, müdahil olmak istiyorum.’ Bakın zihniyete, hukuk güvenliği bundan dolayı tehlike altında. Daha sonra bunun karşılığını aldı, HSYK üyesi oldu. Reddi hâkim talebinde bulunurlar diye ben soramadım ve savcı arkadaştan yalvararak rica ettim: ‘Baro Başkanı’na şu soruyu sor.’ Yazdım, önüne koydum kürsüde, savcı arkadaş, mahkeme başkanı aracılığıyla dedi ki, ‘PKK terör örgütü 40 yıldır, bu ülkeyi parçalamak istiyor, hangi davasına müdahil oldun?’ O baro başkanından ses çıkmadı sonra, o duruşmadan ayrılıp gitti. Şimdi bu zihniyetteki barolar ve avukatlar olduğu sürece hukuk güvenliğimiz tehlikede olacak.”
“Beşiktaş Adliyesi’nde tahliye kararları verdim diye birçok baronun avukatı gruplar halinde, Denizli Barosu’ndan en az 50 avukat beni HSYK’ya, Adalet Bakanlığı’na şikâyet etti. Daha dosyayı görmemiş, görevi kötüye kullandığımı iddia ediyor. Ben hukukumuza sahip çıktım. Son 7-8 yıldır, bu illegal yapı yargıladığı davalarda gerçeği değil, mahkûmiyeti aradı. Ve onun delillerini hazırladı. Bundan dolayı bu süreç mutlaka yargılanmalı. Ve bu süreç içerisinde yüksek yargıda olanlar, HSYK’da olanlar, yargıçlar, savcılar mutlaka bunun hesabını vermeli. Yani o süreci yargılamadan, o süreç aydınlatılmadan, o yargıçlar bu yargı sisteminden temizlenmeden hukuk güvenliğimiz tehlikededir.”
© Tüm hakları saklıdır.