Cumhuriyet gazetesine açılan dava kapsamında dokuz ay tutuklu yargılandıktan sonra, cuma günü tahliye edilen yedi isimden biri olan Güray Öz, "Bu dava muhalif basının susturulamayacağını kanıtladı, bu dava yalnızca Cumhuriyet gazetesi için değil, tüm medya organları için bir dersti. Merkez medyada ummadığınız insanların düşünmeye, sorgulamaya başladıklarını görüyoruz. Benim umudum var" dedi. Güray Öz, hiçbir delil ya da kuşku olmadan dokuz ay boyunca cezaevinde yatmış olmaktan dolayı öfkeli olduğunu belirterek, “Öfkeli olmamak mümkün mü? Sizi oraya yalnızca fiziki olarak hapsetmiyorlar, sizin düşüncelerinizi de hapsediyorlar. Kendinizi ifade etme hakkınızı elinizden alıyorlar. Hepimiz öfkelendik ve öfkelenmeye devam ediyoruz” diye konuştu.
BirGün gazetesinden Meltem Yılmaz'ın sorularını yanıtlayan Güray Öz'ün yanıtları şöyle:
»Cumhuriyet gazetesinde uzun yıllar gazetecilik yaptınız, yapmaya devam ediyorsunuz. Gazeteci gözüyle, bu davaya baktığınızda ne görüyorsunuz?
Cumhuriyet gazetesi davası, uzun bir sürecin devamı niteliğinde bir dava. Toplumdaki birikimin bir yansıması şeklinde kendini gösteren Gezi olayları ile başlayan, Büyük Adalet Yürüyüşü ile devam eden bir süreçten bahsediyorum. Gezi’de gençlik hareketi ile başlayan süreç, Adalet Yürüyüşü’nde orta yaş ve üstüne çıktı. Bu durum, artık Türkiye’de tahammül sınırlarının aşıldığını ortaya koydu. Cumhuriyet gazetesine yapılan saldırı da aynı sürecin bir parçasıdır. Diğer gazeteci tutuklamalarından esas olarak bir farkı yok ama Cumhuriyet gazetesi davası ile bunu bir üst kademeye çıkarmak istediler. Ne ki buna karşı hem ulusal hem de uluslararası çapta dayanışma tahmin etmedikleri kadar büyük oldu.
»İddianameyi okuduğunuzda ne düşündünüz?
Cumhuriyet davası en baştan beri savunulabilir bir dava değildi. Sonunda da, mahkeme heyeti bunun savunulamayacağını gördü. İddianameyi okuduğumuzda hepimiz güldük. Zira normal koşullarda, iddianamede bir delil olur. En azından Ergenekon davalarında olduğu gibi üretilmiş, türetilmiş, manipüle edilmiş birtakım deliller olur. Bizim iddianamede o da yoktu. Zaten iddianamenin kendisi bir manipülasyondu. “Suçlusunuz” diyorlar, “peki neden” diyoruz? “Nedeni yok suçlusunuz” böyle bir iddianameydi. Ve sonuçta da, her ne kadar mahkeme heyeti sütten çıkmış ak kaşık olmasa da, bu iddianameyle davanın savunulamayacağını gördü.
»Silivri Cezaevi’ni en çok deneyimleyen gazetelerden biri Cumhuriyet olmuştur, Ergenekon sürecinin başından beri. Bugüne kadar haberlerini yaptığınız cezaevinde dokuz ay geçirdiniz.
Hapishanenin iyisi kötüsü olmuyor, hapishane hapishanedir. Silivri Kapalı Cezaevi de bunlardan bir tanesi. Bir anlamda modern bir hapishane. Modernliği de şuradan geliyor: Çok iyi organize edilmiş, bürokrasisi çok sağlam. Nereye gitseniz, hangi koridora çıksanız aranmanız lazım. İki koridor arasında da, avukata gidip dönerken de. Havalandırmalar, yani beton bahçeler, bizim için yürüyüş alanı oldu. Yani ne bulduysak onun içinde ayakta kalmanın, direnmenin yollarını aradık. Direnme noktalarının en önemlisi de kitap okumaktı elbette. İçerde kütüphane var ama içinde kitap yok, yani bizim okuyabileceğimiz kitaplar yok. Uzun süre mücadele ettik ve sonunda dışardan kitap elde etme hakkını aldık. Kitap okumak bir mahkûm için özgürlük demektir, biz de öyle özgürleştik. Yazma olanağımız da vardı, ben biraz şiir çalıştım: Silivri şiirleri. Hepimiz yazdık, çalıştık. Zaten duruşmayı takip edenler, içerdeki çalışmalarımızı savunmalarda görmüştür.
»Savunmalarınız, sizce hangi açılardan dikkate değerdi?
Ben gazeteciliğim süresince çok duruşma izledim ama böylesini görmedim. Medya savunmalarda daha çok magazin yönünü öne çıkardı, pideci, parkeci gibi. Ama o savunmalarda biz gazeteciler olarak, gazeteciliğin nasıl olması gerektiğini anlattık. Örneğin ben, Türkiye’de gazeteciliğin kurtuluşunun sermaye ile redaksiyonun birbirinden ayrılmasına bağlı olduğuna dikkat çektim. Diğer yandan avukatların yaptıkları savunmalarda da, hukuk fakültelerinde ders olacak ölçüde hukuk dersi vardı. Bu nedenle mahkeme heyeti sesini çıkarmadan, bölmeden, sonuna kadar dinlemek zorunda kaldı. Çünkü hukuku onlardan daha çok bilen hukukçular vardı. İlerde bu davanın tutanaklarını okuyanlar, o tutanaklarda Türkiye’nin geleceğini görecekler.
»Öfkeli misiniz?
Öfkeli olmamak mümkün mü? Sizi oraya yalnızca fiziki olarak hapsetmiyorlar, sizin düşüncelerinizi de hapsediyorlar. Kendinizi ifade etme hakkınızı elinizden alıyorlar. Buna öfkelenmemek mümkün mü? Beni oraya hapsediyorsunuz ama bizi oraya neden hapsettiğinize dair bir şey söyleyemiyorsunuz. Bırakın delili, kuşku yaratacak bir unsur koyamıyorsunuz ortaya. Hepimiz öfkelendik ve öfkelenmeye devam ediyoruz.
***
Susturamayacaklar
»Cumhuriyet gazetesi davası, muhalif basının susmayacağını ortaya koyan bir dava oldu.
İçeri girdiğimizde önce hepimizi aynı yere koymuşlardı, geçici tecrit koğuşuna. Orada sloganımız “bizi kimse tutamaz”dı. 9 ay sürdü ama bitti. Şimdi de diyoruz ki, “bizi kimse yıldıramaz.” Evet bu dava, muhalif basının susturulamayacağını kanıtladı, bu dava yalnızca Cumhuriyet gazetesi için değil, tüm medya organları için bir dersti. Tahmin ediyorum bundan sonra bir duruş olacak. Zira gazetecilerin artık yeter diyecekleri bir süreç gelişti. Bunun ipuçlarını görüyorum, örneğin merkez medyada ummadığınız insanların düşünmeye, sorgulamaya başladıklarını görüyoruz. Benim umudum var.