Yasin Doğan
(Yeni Şefak, 10 Mayıs 2012)
Güneydoğu'da vakıf ve cemaatlerin misyonu...
Terör sorununun önemli bir parçasını 'çocuk istismarı' oluşturuyor. Örgüt, çocukları ve genç kızları insan kaynağı olarak görüyor, cehalet ve fakirliği kullanarak gencecik çocukları ağına düşürüyor. Genç yaşta dağa çıkarılan veya şehirde suça bulaştırılan çocukların hayatı kararıyor.
Devletin yürüttüğü güvenlik politikası, örgütün kırsaldaki hareket kabiliyetini kırdığı gibi, şehirdeki örgütlenme ve halkı mobilize etme gücünü de önemli ölçüde azalttı. Gözaltına alınan KCK'lıların yerine 3-4 ay içinde yenileri getiriliyor. Tek başına güvenlik politikasının sorunu çözmediği, sadece zaman kazandırdığını bilen hükümet, bu boşluğu doldurma konusunda bölgede ciddi çalışmalar yürütüyor. GAP idaresinin, Valiliklerin ve Emniyetin yürüttüğü sosyal projeler gerçekten sosyal çöküntü mahallelerindeki çocukları kazanmaya yönelik umutları artırıyor. Gençlik merkezleri, toplum merkezleri, sevgi evleri, okuma salonları, örgütün kimyasını bozmuş durumda... Önceki dönemlerde girilemeyen yerlere devletin şefkat eli uzanıyor, kendi haline terkedilen gençlere sahip çıkılıyor. Devletin 'toplumsallaştırma' fonksiyonu, kendisini gösteriyor, entegrasyonu daha da pekiştiriyor.
Güneydoğu'da çeşitli STK'lar tarafından dernek statüsünde işletilen 300 civarında okuma salonu olduğu ve buralarda yaklaşık 50.000 öğrencinin eğitim gördüğü belirtiliyor. Bu sayının aileleri ile birlikte değerlendirildiğinde etkileşimin 300.000 civarında olduğu düşünülebilir. Vakıf ve cemaatlerin bu sürece katkı vermesi hayati derecede önem taşıyor. Çocuklar okuma evlerinde hem şefkat görüyor, hem sıcak bir ortamda çalışma imkanı buluyor, hem de ileriye yönelik eğitim desteğiyle daha iyi bir istikbal umuduna kavuşuyor.
Terör örgütünün bu okuma salonlarından rahatsız olduğu, buraları tehdit olarak algıladığı, bu okuma salonlarına alternatif yapılar kurmaya çalıştığı biliniyor.
Çocuklara yönelik kurslar (kitap okuma kursları, sömestr ve yılsonu kursları vb.), çeşitli sosyal aktiviteler (geziler, piknikler, futbol-tenis-satranç turnuvaları, bilgisayar odaları vb.) ve batı ile doğuyu kaynaştıracak etkinlikler, devlet-millet yardımlaşmasıyla bölgenin ikliminin değişebileceğini gösteriyor. SODES projeleri yüzde 80 itibariyle kadın ve çocuklara yöneliyor.
Güvenlik politikalarının sağladığı zeminin daha iyi değerlendirilmesi için Diyanet İşlerinin, Gençlik ve Spor'un, Milli Eğitimin, Kadın ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın, Kültür Bakanlığı'nın ve Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün daha koordineli bir şekilde hareket etmesi, yerel yönetimlerin, vakıf ve cemaatlerin de katkısıyla bölgede başlatılan çalışmalara hız vermesi gerekiyor.
Terör örgütü elebaşlarından Duran Kalkan eğitim ve sağlık alanında devletin çalışmalarına alternatif oluşturmak istediklerini, bölgedeki sosyal çalışmaları tehdit olarak algıladıklarını ifade etmişti: "Savaşla birlikte etkili olduğumuz yerde mevcut eğitimi durduracağız, kendi eğitimimizi kuracağız. Yani artık 'devlet bize anadilde eğitim hakkı versin' demeyeceğiz. Biz gücümüzün yettiği yerde devletin eğitimini durduracağız, kendimiz kendi eğitimimizi nasıl bir dilde, nasıl bir programda yapmak istiyorsak yapacağız."
Örgütün Devrimci Halk Savaşı stratejisiyle birlikte çocukları hedef alan saldırılar gerçekleştirdiğini biliyoruz.
Hatırlanacağı üzere 4 Ocak 2008'de Diyarbakır merkezde 700 öğrencinin eğitim gördüğü bir özel dersane önünde bomba patlatılmış ve 5 kişi hayatını yitirmiş, 68 kişi yaralanmıştı. 27 Mayıs 2011'de Cizre'de İmam Hatip öğrencilerinin kaldığı Özel Ufuk Erkek Öğrenci Yurdu'na Molotof kokteyli, havai fişek ve taşlarla saldırıda bulunulmuş, 3 öğrenci yaralanmıştı. Bunlara 6 Mart Batman, 12 Mart Yüksekova, 19 Mayıs Nusaybin saldırıları da eklenebilir. En son 22 Nisan'da Cizre'de, FEM dersanesi uzun namlulu silahla taranmış, 25 Nisan'da Bağlar'da Kadın Destek Merkezi'ne yönelik bir saldırı gerçekleştirilmişti.
Örgütün vicdansız ve alçakça şekilde çocukları hedef alması, nasıl bir gözüdönmüşlük içinde olduğunu gösteriyor. Örgüt sadece kendisine tehdit gördüğü sosyal çalışmalara katılan çocuklara saldırmıyor, aynı zamanda kandırarak dağa çıkardığı çocukların da hayatını söndürüyor, genç yaşta ölmelerine veya örgüt içinde zulüm görmelerine sebep oluyor.
Bu noktada Emniyet'in farklı bir hassasiyetle yürüttüğü sosyal çalışmaların da büyük önem taşıdığını söylemeliyiz. Çocuklarla örgütün ağına düştükten ve kriminalize olduktan sonra ilgilenmek yerine, daha proaktif davranıp potaya girmeden onları kazanmaya çalışmak farklı bir bakış açısını yansıtıyor. Gerçekten de istihbarat ağına girenlere suçlu muamelesi yapmadan ve suça karışmalarını beklemeden onları kazanmaya yönelik bir gayretin içine girmek büyük önem taşıyor.