Kültür ve Turizm eski Bakanı Ertuğrul Günay, “Türkiye, siyasal krizin ötesinde bir 'devlet krizi' yaşıyor. İşin vahim yanı, seçim ve koalisyon tartışmalarına tutsak olan muhalefet bunun yeterince farkında görünmüyor” dedi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a erken seçim kararı alma yetkisinin doğacağı 45 günlük sürenin dolmasına 6 gün kala koalisyon sürecini de değerlendiren Ertuğrul Günay, "Erdoğan'ın, iktidarı devretme imkanı ve niyeti olmadığını 25 Aralık 2013'ten bu yana görüyor ve söylüyorum. İki ayı aşkın süredir bu niyetin uygulamasını hep birlikte izliyoruz" diye konuştu.
Günay’ın T24’ün koalisyon görüşmeleri, muhalefetin tutumu, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın izlediği yola ilişkin sorularına değerlendirmeleri şöyle:
7 Haziran seçim sonucu, AKP'siz bir hükümet kurulabileceği ve Sayın Erdoğan'ın siyasete müdahalesinin azalabileceği konusunda bir beklenti oluşmasına yol açmıştı. Ancak Sayın Bahçeli'nin, HDP'nin dışarıdan desteğini dahi baştan reddeden uzlaşmaz tutumu AKP'siz bir koalisyon umudunu kısa sürede ortadan kaldırdı.
Öte yandan, Sayın Baykal'ın en yaşlı üye sıfatıyla Sayın Erdoğan'la görüşmeye koşması ve ardından bu görüşmeyi olumlayan açıklamalar yapması da Erdoğan'ın seçim şokunu atlatması ve siyasete yeniden müdahalesine yardımcı oldu. Ayrıca, süreleri dilediğince kullanmasına muhalefetin yeterli tepki göstermemesi Erdoğan'ın oyun planlarını uygulamasını kolaylaştırdı.
Hele CHP'nin kendi ifadeleriyle "koalisyon teklifi dahi almadan" masadan kalkan taraf olarak görülmemek kaygısıyla 35 günün kullandırması, anayasal sürenin tüketilmesine bilerek bilmeyerek çok katkı yaptı. Bu değerlendirmeleri yaparken HDP'yi hükümet tartışmalarının dışında tutuyorum.
Çünkü HDP, AKP dışındaki hükümet seçeneklerine, hatta AKP/CHP koalisyonuna destek vereceğini söylemesine karşın, bu süreçte bütün partiler tarafından dışlandı.
Ayrıca Temmuz başından bu yana yükselen şiddet olayları da HDP'yi başka tartışmaların içine çekti ve genel siyasetteki etkisini bir ölçüde etkisizleştirdi. Bütün bu açılardan muhalefetin, özellikle CHP ve MHP'nin 7 Haziran'dan sonra gelişen süreci doğru ve etkili biçimde yönetebildiği söylenemez.
25 Aralık'tan beri...
Kendi payıma Erdoğan'ın, iktidarı devretme imkanı ve niyeti olmadığını 25 Aralık 2013'ten bu yana görüyor ve söylüyorum. İki ayı aşkın süredir bu niyetin uygulamasını hep birlikte izliyoruz. Anayasadaki süreleri dilediğince kullanıyor; yetkilerini abartılı yorumlarla kullanıyor. Seçim sonuçlarını etkilemek amacıyla, "görevini tarafsızlıkla yerine getireceğine" dair TBMM'nin ve bütün milletin önünde ettiği yemini çiğniyor. Bir parti başkanı tavrıyla iktidar partisine hükmediyor; muhalefet partilerini ağır ve acımasız bir tutumla eleştiriyor, suçluyor. Bütün bu yaşananlardan bir sonuç çıkararak, AKP'nin dışında, hatta AKP ile yetki paylaşan bir hükümet oluşumuna izin ve imkan vermeyeceği rahatlıkla söylenebilir.
Sayın Erdoğan'ın demokratik gelenekleri zorlayan bu tavrı AKP içinde -birkaç istisnai çıkışın dışında- hiç bir itirazla karşılaşmıyor. Partilerin, genel merkez ve genel başkanlara odaklanmış merkeziyetçi yapıları bu tür vicdani çıkışlara imkan vermiyor; çıkanların da dışlanmasına yol açıyor.
1982 Anayasa'sının, 12 Eylül darbesinin lideri General Evren'e uygun olarak tasarlanan hükümleri -itiraf etmek gerekir ki- Erdoğan'ın demokrasi geleneklerine aykırı bazı tutumlarını cesaretlendiriyor.
Örneğin, Cumhurbaşkanı'nın seçimi yenilemesinde oluşacak geçici Bakanlar Kurulu ile ilgili hükümler son derece belirsiz ve çeşitli konulardaki yetkileri son derece abartılıdır. Bu konuda, 1982'den AKP'nin iktidara geldiği 2002'ye kadar TBMM'de güç sahibi olanların bu hükümleri değiştirmemiş ve darbe lideri için öngörülen yetkileri aynen korumuş olmalarının sorumluluğuna da işaret etmek gerekiyor. Yaşadıklarımız bir ölçüde geçmiş siyasetlerin ilkesiz tutumlarının da birikimi, bir anlamda tortusudur.
Ancak, 1982'den 2014'e kadar Cumhurbaşkanı olanların -Evren dahil- hiç birinin, Anayasa'nın tarafsızlık hükmünü bu kadar açık çiğnediği, kurum ve kuralları bu kadar kişisel amaçlarla eğip büktüğü söylenemez. Bu açıdan Sayın Erdoğan'ın uygulamalarının Anayasa'nın özüne ve demokratik hukuk devletinin gereklerine aykırı olduğu açıktır.
Nitekim Sayın Erdoğan (yahut çevresinde biraz da olsa hukuktan anlayanlar) da bu durumun farkında olduğu için, anayasanın değiştirilmesini ve hukukun kendisine uydurulmasını isteyen konuşmalar yapıyor.
Türkiye, bir siyasal krizin ötesinde bir 'devlet krizi' yaşıyor.
İşin vahim yanı, seçim ve koalisyon tartışmalarına tutsak olan muhalefet bunun yeterince farkında görünmüyor. Bu ülkede aylardan beri parlamenter rejimin askıya alındığı söyleniyor;
TBMM çalışmıyor, çalıştırılmıyor. Yargıç ve savcılar, askeri darbe dönemlerinde bile görülmedik şekilde, hukuki işlemleri nedeniyle tutuklanıyor; yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesi ortadan kaldırılıyor. Yolsuzlukların üstü örtülüyor; üstüne gidenler suçlanıyor, düşmanlaştırılıyor.
Güvenlik güçleri devletin ve milletin bekasıyla ilgili aldığı ihbarların gereğini yapmaktan caydırılıyor. Buna karşın toplum ispiyonculuğa ve muhbirliğe özendiriliyor.
Bütün bunlar yaşanırken "demokratik hukuk devleti"ne karşı bir darbe olduğunu anlayamayan muhalefet, Sayın Erdoğan'ın fiili gücüne uygun hukuk yapılmasını içeren son konuşması karşısında ülkede 'darbe' olduğunun ayrımına varmış görünüyor.
Bütün bu yaşadıklarımız, ülkede bir iktidar sorunu olduğu kadar bir muhalefet sorunu olduğunu da gözler önüne seriyor.
Türkiye, demokratik hukuk devletinin bütün gereklerini ödünsüz uygulamayı amaçlayan ve bütün toplumu 'adaletin bayrağının herkesi eşitlikçi gölgesinde kardeşçe buluşturan' yeni bir siyasetin iktidar umudu yaratmasıyla bu krizden çıkacak.
Bu çıkışın çok uzun olmayacağına inanıyorum. Çünkü, sabahı olmayan hiçbir gece yoktur