Gündem

Gülen cemaati WikiLeaks belgelerinde

WikiLeaks ile anlaşan Taraf gazetesi, yayına Fethullah Gülen ve cemaati ile ilgili belgelerle başladı.

17 Mart 2011 02:00

T24- ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Türkiye yazışmaları için WikiLeaks ile anlaşan Taraf gazetesi, yayına Fethullah Gülen ve cemaati ile ilgili belgelerle başladı. ABD yetkilileri tarafından 2005, 2006, 2007 ve 2009 senelerinde kaleme alınan belgelerde Gülen'in Amerika'da nasıl oturum izni aldığı, Vatikan'ın Gülen'i nasıl desteklediği, ABD'nin İstanbul Konsolosluğu'nda Gülen'e yakınlığıyla bilinen misafirlerin ağırlandığı "az viskili toplantı", cemaatin muhafazakar aydınlar tarafından hangi sözlerle eleştirildiği ve Gülen hareketinin yarattığı "tehlike" anlatılıyor. Belgelerde ayrıca, Ergenekon soruşturmasında önemli yer tutan cemaatin polis teşkilatı içindeki yapılanması da ABD'li diplomatların Washington'a aktardıkları bilgiler yer alıyor.

Yazışmalar bir yadan Gülen cemaatine dair bilinmeyen iddiaları okuyucuya sunarken, diğer yandan da Amerika Birleşik Devletleri'nin cemaate ve Türkiye nasıl baktığına dair de kapsamlı bilgi veriyor.

Taraf gazetesinde "Görünmez adamın uzun gölgesi" başlığıyla yayımlanan (17 Mart 2011) haber şöyle:
    
Başbakan Erdoğan 12 Eylül 2010 gecesi, anayasa değişikliklerine ilişkin referandumdan “evet” sonucu çıkmasını kutladığı ve bu sonuç için çalışanlara teşekkür ettiği konuşmasında, “Okyanus ötesinden bu sürece destek veren tüm kardeşlerimi kutluyorum” dediğinde, kimi kast ettiğini herkes anladı. Türkiye’nin kendine özgü siyaset ve medya sözlüğünde, “okyanus ötesi” teriminin karşılığına baktığımızda Fethullah Gülen adını görüyoruz. Boşuna değil; Fethullah Gülen, Mart 1999’dan beri ABD’de yaşıyor... Bu tercihte, Gülen’in sağlık sorunları kadar, hakkında açılan davalar da rol oynadı.

Türkiye’ye dönüşünün önünde şu anda yasal engel bulunmasa da, Gülen muhtemelen böyle bir dönüşün siyasi ve toplumsal sonuçlarını göz önünde tutarak, dönmemeyi tercih ediyor. Gülen’in, Pennsylvania eyaletinde yaşamayı sürdürmesi ise, “Amerika Gülen’i destekliyor” yorumlarını besliyor.

Acaba ABD, Fethullah Gülen’i gerçekten destekliyor mu; Washington, Gülenci cemaatin siyasi duruşuna, faaliyetlerine nasıl bakıyor?

“WikiLeaks Türkiye Belgeleri”ni kafamızda bu sorularla taradığımızda, ABD’nin, cemaatin görüş ve faaliyetleriyle yakından ilgilendiğini gördük. Büyük çoğunluğu 2000’li yıllara ait olan 11 bin civarındaki telgraf arasında, yirmiden fazlası, doğrudan doğruya Gülen cemaatine ayrılmıştı; bunları okuyup incelemek, Amerikan devletinin zihnindeki Fethullah Gülen imajının çizgilerini bizim için netleştirdi. Bugün, WikiLeaks belgeleri arasındaki Gülen telgraflarının büyük bir bir bölümünün dökümünü ve değerlendirmesini sunuyoruz.


Olağanüstü yetenekli yabancı statüsüyle...


Fethullah Gülen halen Amerika’da “sürekli mûkim” statüsünde yaşıyor. Ama bu statüyü elde etmesi kolay olmadı. 1999’da “turist” vizesiyle ABD’ye giden Gülen, bu vizeyi daha fazla uzatmasının mümkün olmadığı noktada, bu kez farklı bir statüyle, dinadamlarına verilen “R” vizesi ile ikâmetini sürdürdü. “R” vizesinin de sınırına dayanınca, Gülen’in avukatları, sürekli oturma izni (Yeşil Kart) için başvuruda bulundular. Bu başvuru, önce Amerikan Vatandaşlık ve Göçmenlik Hizmetleri Bürosu tarafından reddedildi. Daha sonra, yine Gülen’in avukatları, Amerikan hükümetinin “ret” kararına karşı Amerikan mahkemelerine itirazda bulundular ve davayı kazanarak müvekillerinin 2008’den itibaren “Yeşil Kart” sahibi olmasını sağladılar.

ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey, WikiLeaks belgelerine yansıyan bir basın değerlendirmesinde bu durumu, “Gülen, Yeşil Kart’ını hükümet kararıyla değil, ABD mahkemelerinin kararıyla aldı. ABD hükümeti onu korumadı. ABD hükümeti, Gülen’in Yeşil Kart talebini reddedince, o kişisel olarak ABD mahkemesine başvurdu ve mahkeme kararıyla Yeşil Kart’ını elde etti” diye özetliyor.

Yine Jeffrey, 4 Aralık 2009 tarihli “KİŞİYE ÖZEL” statülü bir telgrafla, Washington’a, “ABD, Gülen’i niye himaye ediyor” sorusuna karşılık olarak, gazetecilere resmen şu cevabın verilmesi tavsiyesinde bulunmuş:

“ABD, Bay Gülen’i himaye etmemektedir ve kendisinin ABD’de bulunması bir siyasi karara dayanmamaktadır. Bay Gülen, ABD’de sürekli oturum için başvuruda bulunmuş ve 2008’de sonuçlanan uzun bir hukuki süreç sonunda, Federal Mahkeme’nin, kendisinin çok sayıda yazılı eserin sahibi ve dünya çapında bir dinî örgütün lideri sıfatıyla, ‘olağanüstü yetenekli yabancı’ olarak görülmeyi hakettiği yönündeki kararı üzerine bu hakkı elde etmiştir. Bir Yeşil Kart sahibi olarak, Bay Gülen bu statünün getirdiği bütün imtiyazlara sahiptir. ABD’de bulunuşu, ABD’nin Türkiye’ye yönelik politikasının bir göstergesi olarak görülmemelidir.”


Hahambaşı’nın mektup sıkıntısı


Jeffrey’nin Gülen’le ilgili 2009 tarihli telgrafına döneceğiz. Ama önce biraz geriye, Gülen’in ABD’de oturma izni alabilmesi için başlatılan kampanyanın ABD’nin Türkiye’deki diplomatlarınca nasıl karşılandığına bakalım.

4 Ağustos 2005 tarihinde, ABD’nin İstanbul Başkonsolos Vekili Stuart Smith tarafından Washington’a gönderilen “GİZLİ” statülü telgrafın başlığı: “Hoca’ya destek için seferber olmak.”

Orijinal metnini bugünden itibaren WikiLeaks’in sitesinde de bulabileceğiniz telgrafın giriş bölümünde, Hahambaşı İshak Haleva’nın ABD’nin İstanbul’daki diplomatlarına anlattıkları yer alıyor:

“Haleva kendisiyle ilişkiye geçen kişilerin, Gülen’in yakında ABD’deki göçmenlik statüsünü değiştirmek için başvuruda bulunacağını ve ABD hükümetinin bazı birimlerinde var olan ‘Gülen, ılımlı mesajıyla, daha sinsi ve radikal bir gündemi gizleyen bir radikal İslamcıdır’ inancına karşı bir tavsiye mektubuna ihtiyacı olduğunu söylediklerini aktardı.”

Söz konusu telgrafın kapsamında, imzalayıp Amerikan hükümetine göndermesi için Gülen yandaşlarınca Haleva’ya verilen mektubun tam metni de var. Haleva’nın telgrafa yansıyan ifadelerinden, bu mektubu hazırlayıp kendisine getirenlerin Türkiye Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı adına hareket ettikleri anlaşılıyor.

Telgrafı okumaya devam edelim:

“Başkonsolos’la yediği öğle yemeğinde, Haleva vakfın kendisini ikilemde bıraktığını vurguladı. Bir yandan, Gülen’in nihai niyetlerinden kendisi de emin olmadığı için, açık uçlu, yaygın olarak kullanılabilecek, ‘İlgilisinin dikkatine’ yazılmış bir tavsiye mektubu vermek istemiyordu. Aynı zamanda, Gülen’in geçmişte Türkiye’nin Yahudi Cemaati’ne verdiği destek nedeniyle, bu talebi öylece geri çevirememişti. Henüz nihai kararını vermemiş olmakla birlikte, Haleva, ABD Göçmenlik Bürosu yetkililerine (bizden uygun bir muhatabın adını vermemizi istedi) hitaben daha sınırlı bir mektup yazarak, sadece Yahudi cemaatinin Gülen’le olan özel etkileşiminden söz etme eğiliminde olduğunu söyledi. Daha sonra, Ekümenik Patrik ile Ermeni Patriği’ne de benzer başvurular yapıldığını ancak onların buna yanaşmadığını öğrenince, Haleva da Başkonsolos’a, sınırlı bir mektup yazmanın uygun olacağı yönündeki fikrini bile yeniden gözden geçirdiğini söyledi.”

Hahambaşı’nın Amerikalı diplomatlara aktardığı tereddütün, son tahlilde, Gülen’i kırmama kaygısına ağır bastığı anlaşılıyor. Nitekim, Yeşil Kart başvurusunun reddi yönündeki kararın düzeltilmesi için açılan davanın iki bin sayfalık belgeleri arasına giren destek mektuplarının yazarları arasında Amerikan Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) eski çalışanları George Fidas ve Graham Fuller, ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz gibi isimler var ama İshak Haleva yok.
 

Hocaefendi’yi Vatikan destekliyor


Gerek Haleva’ya imzalaması için verilen tavsiye mektubu taslağında, gerekse Gülen’i mahkemede savunan avukatlarının tezleri arasında, kendisinin 9 Şubat 1998’de, Vatikan’da dünyadaki bir milyar Katoliğin ruhani lideri olan Papa İkinci John Paul’la biraraya gelmiş olması da vurgulanmıştı.

ABD’nin Başkonsolos Vekili Smith ise, 4 Ağustos 2005 tarihli “gizli” telgrafta, Vatikan’ın Gülen’e desteğine ilişkin farklı bir gözlem aktarıyor:

“Haleva’nın ve onun (Rum) Ortodoks ve Ermeni meslektaşlarının temkinli tutumu, Türk resmî makamlarının büyük bölümü ile bizim, İslam’a ve Türk cemaat ve tarikatlarına ilişkin bilgi sahibi muhafazakâr Türkler arasında bulunan en iyi kaynaklarımızın tavrıyla benzerlik gösteriyor ama Gülen’in bazı cenahlarda topladığı övgülerle de çelişiyor. Bunlardan en dikkat çekici olanı, kısa bir süre önce, burada (başkonsolosluk kastediliyor) düzenlenen kahvaltılı bir toplantıda, Vatikan Temsilcisi’nin, Gülen’i sadece coşkulu bir şekilde övmekle yetinmeyip, o sırada Türkiye’yi ziyaret etmekte olan Kongre heyetinin başkanına Gülen hakkında yazılmış bir kitabı da takdim ederek, heyeti şaşırtmasıydı. Gülen’in yıllar önce Papa İkinci John Paul’la görüşmesi Türkiye’de büyük tartışma yaratmış, bazı rakip cemaat ve tarikatlar Gülen’i satılmışlıkla suçlarken, bizim en iyi irtibatlarımız arasında olan başka bazı mütedeyyin Türkler de, bu hareketi ikiyüzlülüğün en son noktası olarak değerlendirmişti.”

Fethullah Gülen’in ABD’de yasal koşullarda ve sık sık ülkeyi terketme zorunluluğu olmadan yaşayabilmek için verdiği hukuk mücadelesinde önüne çıkan en büyük engel Federal Soruşturma Bürosu’ydu (FBI). Nitekim, Gülen’in avukatları “Yeşil Kart” için açtıkları davada, bu talebi reddeden Göçmenlik Bürosu’nun yanı sıra dönemin ABD Yurtiçi Güvenlik Bakanı Michael Chertoff ve FBI Direktörü Robert S. Mueller’dan da şikâyetçi oldular.

Şimdi, bu bilgiyi de akılda tutarak, ABD’nin İstanbul Başkonsolos Vekili Smith’in telgrafının devamını okuyalım:

“Gülencilerin ABD’nin Gülen’e karşı olumsuz tavırları konusundaki spesifik endişesinin, Gülen’in avukatının ‘Bilgi Edinme Özgürlüğü Yasası’ndan yararlanarak elde ettiği 2004 tarihli bir FBI raporundan kaynaklandığı anlaşılıyor. Türk Ulusal Polis Teşkilatı’nda irtibatlı olduğumuz üç üst düzey yetkili, kısa süre önce bu konuyu İstanbul’daki ‘legat’ın (İstanbul Başkonsolosluğu’nda FBI’ı temsil eden diplomat kastediliyor) dikkatine getirdiler ve bu görüşmede aynı zamanda Gülen’le ilgili basılı malzemeler sunarak, FBI’ın, kendisi hakkında bir tür ‘temiz kağıdı’ verip veremeyeceğini sordular. (Not: Legat, bu tip bir kağıdı bir PR kampanyası başlatmakta kullanma niyetini gözönünde tuttuğu için, buna yanaşmadı.)”


“Her yere sızıyorlar” endişesi hâkim...


Bu telgrafın sonundaki “yorum” bölümünü, hem ABD’nin 2005 yılında Gülen’e nasıl baktığına ilişkin bir belge hem de bu bakışın daha sonraki yıllarda nasıl değiştiğini görmek için “baz” olarak aynen aktarıyoruz:

“Gülen’in kamuoyuna verdiği hoşgörü ve diyalog mesajını ve buna paralel olan İslam’ı bilim ve moderniteyle uzlaştırma çabasını hesaba katan bazı Batılı gözlemciler, onu Müslüman bir eğitimci (ya da “hoca”) olarak benimsiyor ve onu “ılımlı İslam”ın sesi olarak görmeyi tercih ediyorlar. Gülen, sıklıkla terörizme karşı konuşuyor (Kur’an’ın bazı tefsirleriyle İslam adına uygulanan terörist şiddet arasındaki bağlantıyı irdelememek konusunda dikkatli davranmasına rağmen...) Gülen ayrıca, Yahudi cemaatince kendi varlığına destek olarak algılanan tavırlar da sergiliyor.

Ancak Gülen hareketinin nihai niyetleri konusunda derin ve yaygın kuşkular hâlâ geçerli. Bu hareketin bünyesindeki çeşitli çevrelerin içine çektiği insanlar üzerinde uyguladığı baskıya ilişkin ipucu veren anekdotlara sahibiz; işadamlarına Gülenci okulları ve diğer faaliyetleri desteklemek için para vermeyi sürdürmeleri yönünde yapılan ağır baskı buna örnek. Gülencilerin kendi okul ağlarını (buna ABD’deki düzinelerce okulları da dahil), din propagandacısı haline getirilmeye müsait buldukları öğrencileri büyük bir dikkatle seçmek için kullandıkları hakkında çok sayıda güvenilir rapor elde ettik ve bu okullardaki yatılı öğrencilerin beyinlerinin yıkandığını da defaatle işittik.

Bu gerçekler, Gülencilerin Türk Milli Polis Teşkilatı dahil (İstanbul’daki ‘legat’la yaptıkları toplantıda ortaya çıktığı gibi Ankara bu gelişmenin polisin terörizmle mücadele çabalarına etkisini ayrıca ele alacak) birçok devlet kurumuna sızmalarıyla birleştiğinde, yüzeyin altında çok daha katı bir çizginin, dünya çapında bir İslamcı yayılma propagandası misyonunun yattığına işaret ediyor. Kısacası, Gülencilerin sahip oldukları uluslararası okullar ağı ile gelecek nesillere şekil verme çabaları ve sadece Türk iş dünyasına değil, resmi kurumlara da sızma konusundaki belgeli gayretleri, Türk İslamı içinde baskın bir ses haline gelmeleri halinde, ılımlı tavırlarının sürüp sürmeyeceği konusunda soru işaretleri doğmasına yol açtı. Bu nedenle Haleva’nın temkinli tutumu doğru bir tavır gibi görünüyor.”


Bu Gülenciler de ne çok seyahat ediyor


ABD’nin Fethullah Gülen cemaatine bakışı, yukarıdaki telgraf itibariyle, en iyimser tarifiyle “kuşkucu” diye tanımlanabilir. Ama 2005’ten sonra Gülen cemaatiyle temaslarını ve harekete ilişkin gözlemlerini yoğunlaştıran Amerikalı diplomatların giderek daha kapsamlı analizler yaptıklarını da görüyoruz.

Bu temasların artmasında rol oynayan çok basit bir gerekçe, 23 Mayıs 2006 tarihinde ABD’nin İstanbul Başkonsolosu Deborah K. Jones’un Washington’a gönderdiği telgrafın da konusu. Telgrafın konu satırında aynen şöyle yazıyor: “Fethullah Gülen: Onun takipçileri niye bu kadar çok seyahat ediyorlar?” Ve evet, telgraf, Gülen cemaatine mensup olan ya da olduğu tahmin edilen kişilerin ABD’ye seyahatlerini, daha doğrusu vize başvurularını konu alıyor.

Bu telgrafın başında, “Fethullah Gülen” diye yazmış dönemin Başkonsolosu, “30’dan fazla ülkede, 50’den fazlası ABD’de olmak üzere 160’tan fazla örgütten oluşan ve büyümeye devam eden devasa bir ağın merkezinde oturuyor. Sonuç olarak da, Gülen’in destekçileri Türkiye Misyonu’na (ABD’nin buradaki diplomatik temsilcilikleri kastediliyor) ulaşan ziyaretçi vizesi başvurularının giderek artan bir oranını oluşturuyor. Başvuru yapan Gülenciler seyahat gerekçeleri ve Gülen’le ilişkileri konusunda hemen her zaman kaçamak davranıyorlar; bu da, Konsolosluk memurlarında soru işaretleri yaratıyor. Bu rahatsızlığımız Türk toplumunun laik kesimlerince de paylaşılıyor.”

Aynı telgrafta, Jones’un, her yıl ABD’ye ziyaretçi vizesi almak için Türkiye Misyonu’na başvuran 75 bin kişiden yüzde 3-5 kadarının “Gülenci” olduğuna ilişkin tahmini de yer alıyor.

Orijinalini bugünden itibaren WikiLeaks sitesinde bulabileceğiniz telgrafın en tuhaf tarafı ise, Amerikalı diplomatların “Gülenci” diye etiketledikleri vize adaylarının “profilini” çıkarmış olması. Telgrafta, kuşkusuz isim-isim fişleme yapılmıyor ama “Gülenci” olduğuna kanaat getirilen vize adaylarının profili, “tek başına seyahat eden ve hiç İngilizce bilmeyen evli erkek” ya da “ortaokul çağında İngilizce öğrencisi” benzeri başlıklar altında detaylandırılıyor.


Yedik içtik ve hep cemaat konuştuk


Bu “profil” telgrafından bir yıl sonra, 27 Nisan 2007’de, yine Başkonsolos Deborah K. Jones, bu kez Gülen cemaatini anlayıp anlatmaya yönelik daha samimi bir çabayı yansıtan bir telgraf yazmış.

“Gülencilerle az viskili bir toplantı” başlığını taşıyan telgraf, 17 Nisan 2007’de ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu’nda verilen akşam yemeğini konu alıyor. “Dinî lider Fethullah Gülen’e sempati duyan ve/veya onun hakkında bilgi sahibi Türklerden oluşan eklektik bir grup” diye tarif edilen misafirlerin listesine Nazlı Ilıcak’ın karar verdiği de telgrafta belirtilmiş. Davetliler ise “gazeteci-yazarlar Fehmi Koru, Ali Bulaç ve Mustafa Akyol, Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Profesörü Niyazi Öktem ve Galatasaray Üniversitesi’nde ders veren oğlu Emre, Marmara Üniversitesi’nde ilahiyat dersi veren Mahmut Kılıç, sosyolog (Türk yazar Cemil Meriç’in kızı) Ümit Meriç, Fatih Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanı Alparslan Açıkgenç, Türkiye Katolik Cemaatleri Ruhaniler Kurulu Sözcüsü Georges Marovitch ve Türkiye Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Harun Tokak” diye sıralanıyor.

Başkonsolos Jones, konukların yemekte Gülen’i 1960 ve 1970’lerde İzmir’deki bir camide imamlık yaptığı günlerden itibaren anlattıklarını, onun ilahiyatçı yönü ve eğitime verdiği önem üzerinde durduklarını aktarıyor.


Papa’yla tanıştırmak için aracı oldular


Yemeğin en ilginç konuşmalarından birini Monsenyör Marovitch yapıyor. Telgrafın o bölümünü aynen aktarıyoruz:

“Monsenyör Marovitch, kendisinin diğer dinî cemaat liderlerine ve nihayet Papa İkinci John Paul’a onu tanıştırmak da dahil olmak üzere, Gülen’in ekümenik (evrensel) gündemini destekleme amaçlı çabalarını coşkuyla ve uzun uzun anlattı. Marovitch ve diğerleri, Hoca’nın birkaç yıl önce bir Müslüman mezarlığında öldürülmüş olarak bulunan ve dinlerarası diyaloga ve dünya barışına hizmet adına, Gülen’in daha geniş bir muhatap kitleyle bağlantısını sağlamak için Marovitch’le birlikte çalışan varlıklı Yahudi-Türk işadamı Üzeyir Garih’le geçmişteki bağlarını teyid ettiler.