Gündem

Gül, Araplara önerisini Başbakan’a da yapar mı?

Mehmet Yılmaz'ın Hürriyet gazetesinde "Araplara önerisini Başbakan’a da yapar mı?" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle.

06 Haziran 2011 03:00

T24 - Hürriyet gazetesi yazarı Mehmet Yılmaz, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün önceki gün Mısır'daki isyanın önderlerine verdiği mesajda "İslam dünyasında otoriter yönetimlere yer olmadığını görmeleri gerekiyor" söylemini Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a da yöneltir mi diye sordu. Yılmaz, "Cumhurbaşkanı zoru seçmeli. Buradaki otoriter eğilime de bir “dur” demeli. Muhatabı anlar, anlamaz o ayrı mesele!" dedi.

Mehmet Yılmaz'ın Hürriyet gazetesinde "Araplara önerisini Başbakan’a da yapar mı?" başlığıyla yayımlanan (6 Haziran 2011) yazısı şöyle:


Araplara önerisini Başbakan’a da yapar mı?

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Kahire Tahrir Meydanı’ndaki isyanın genç önderleri ile İstanbul’da buluştu. Mısır diktatörü Mübarek’in devrilmesine yol açan ayaklanmanın gençlik liderlerine yaptığı konuşmada şöyle diyor:

“Arap ülkelerinde yöneticilerin dünyayı çok iyi algılamaları ve İslam dünyasında otoriter yönetimlere yer olmadığını görmeleri gerekiyor.”

Cumhurbaşkanı bu tavsiyeyi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a da yaptı mı acaba diye düşündüm.

Arap halkları otoriter yönetimlere layık değil de Türkiye’de yaşayan insanlar mı layık?

Elbette Cumhurbaşkanı da benim gibi düşünüyordur, bu topraklarda da otoriter yönetim istemiyoruz!

Ama Cumhurbaşkanı olarak üzerine düşeni tam olarak yapıyor mu, onu kendisinin bir değerlendirmesinde yarar var. Ben birkaç hatırlatma yapayım:

Roman Çalıştayı’nda “Parasız eğitim istiyoruz” yazılı pankart açan iki genç bir yılı aşkın bir süredir hapiste yatıyor. Savcı bile eylemlerinin suç olmadığını söyledi, mahkeme Başbakan’ın huzurunda pankart açmak gibi bir hataya düşen gençleri bırakmadı. Cumhurbaşkanı mesela bu davayı bir vatandaş olarak izlemeye gitmek ister mi?

Hopa’daki gösterilerden sonra ölen vatandaşın cenaze törenine katılan bölgenin bağımsız milletvekili adayı Birsen Kaya ve arkadaşları cenaze töreni dönüşü polis tarafından durduruldu.

Polis, Kaya ve arkadaşlarını GBT kontrolü için karakola davet etti. Doğal olarak gitmediler. Polisin böyle bir yetkisi yok! “Vay sen misin gelmeyen” diye derdest edilip gözaltına alındılar. Bu da yetmedi, haklarında “terör örgütü üyeliği suçu” uyduruldu ki “özel yetkili mahkemeye” gitsinler! Avukatları ile görüştürülmediler, gözaltında dayak yediler, birisinin kaburgaları kırıldı.

Cumhurbaşkanı mesela bu kurbanları bir telefon açarak arar mı, “Demokratik bir ülkenin Cumhurbaşkanı olarak başınıza gelenlere üzüldüm” der mi?

İnsanın kendi yaşadığı ülkede neler olup bittiğini dikkate almadan, başkalarına “Otoriter yönetimlerin devri geçti” demesi kolay tabii.

Ama Cumhurbaşkanı zoru seçmeli. Buradaki otoriter eğilime de bir “dur” demeli. Muhatabı anlar, anlamaz o ayrı mesele!


Bu iş ilan vererek olmuyor

Başbakan’ın “otoriterleşme eğilimine” dikkat çeken The Economist’i “uluslararası çetenin üyeliği” ile suçlamasına İngiliz gazeteciler şaşırmış olmalı.

Nitekim derginin yayın yönetmeni “Biz editoryal olarak ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya gibi çok sayıda ülkedeki seçimler, adaylar hakkında siyasi yorum yazıları yayınladık, yayınlamaya devam ediyoruz. Ama şu ana kadar bu ülkelerden hiç kimse bizim siyasi olarak baskı altında olduğumuzu iddia etmediği gibi, okuyucularımız da bizim bir siyasi parti veya adaya yönelik olarak propaganda veya karşı propaganda yaptığımızı düşünmedi” diyor.

Derginin yayın yönetmeninin belli ki dünya hakkında öğreneceği çok şey var daha.

Gazetelere tam sayfa “demokratikleşiyoruz” ilanları vererek demokratikleşme ne yazık ki olmuyor.

Bunun için insanın önce demokrasi fikrini iyice benimsemesi gerekiyor ki yaşadığımız örnek olaylar ülkeyi yöneten kişinin bu noktadan çok ama çok uzakta olduğunu gösteriyor.


Ekonomi tıkırında ama herkese değil

Meclis Araştırma Merkezi’nin yayınladığı bir rapor ile ilgili haberi Sözcü’de okudum.

TÜİK verilerinden hareketle hazırlanan rapor “Mayıs 2011-Madde Fiyatları” başlığını taşıyor.

Bazı temel harcama kalemlerinde 2005 ile 2011 yılları arasında gerçekleşen fiyat artış oranları, açıklanan resmi enflasyon rakamlarını fersahlarca geride bırakıyor.

Bu süre içinde ekmek yüzde 77, dana eti yüzde 85, koyun eti yüzde 233, süt yüzde 29, beyaz peynir yüzde 265, yumurta yüzde 93, zeytin yüzde 48, salça yüzde 243, ayçiçek yağı yüzde 72, kuru fasulye yüzde 49, çay yüzde 56, su yüzde 57, elektrik yüzde 65, tüpgaz yüzde 88, doğalgaz ise yüzde 47 oranında zam görmüş.

Yani dar gelirli insanlar açısından ekonomi pek de tıkır tıkır işlemiş gibi görünmüyor.

Evet, Türkiye bu süre içinde ciddi bir ekonomik büyüme yakaladı. Evet, enflasyon hesaplarında kullanılan paket değişiklikleriyle de olsa enflasyon düştü. Evet, yine hesaplamalardaki yöntem değişiklikleriyle milli gelir arttı.

Bunları inkâr edebilmek mümkün değil.

Ama bu tablo ortaya koyuyor ki gelirleri ancak resmi enflasyon artışını yakalayabilen ücretli ve maaşlılar ile köylünün ve esnafın durumu hiç parlak değil.

Sanıyorum, hükümeti ve Başbakan’ı bu kadar sinirli yapan şey de bu çıplak gerçeğin oy oranlarını etkilemesi olasılığı.

Bu tür gelişmelerin seçmenlerin oy verme davranışlarını nasıl etkileyeceğini ise artık önümüzdeki pazar akşamı öğrenmiş olacağız.