T24- Yazar Alper Görmüş, Kürt siyasetinin bütün aktörlerini Taraf gazetesi yazarı Orhan Miroğlu’nu PKK’nın silahlı kanadı HPG'nin resmî sitesindenden "Miroğlu, mortoğlu olur" diyerek tehdit eden gerillayı kınamaya çağırdı.
Alper Görmüş'ün Taraf gazetesindeki Medyaironik köşesinde yayımlanan (3 Aralık 2010) yazısı şöyle:
Bazı tehditler daha kalleşçedir!
Yıllar önce, Nikaragua’da Somoza diktatörlüğüne karşı silahlı mücadele yürüten Sandinist gerillalara dair bir kitap okumuştum. O kitaptan aklımda iki şey kaldı. Birincisi: Gerillalar, silaha hükmetmenin insanları ahlaken bozabileceğini biliyorlardı ve bunu sürekli olarak kendilerine telkin ediyorlardı.
İkincisi (ki bu beni daha fazla etkilemişti): Sandinistler kesin bir zafer kazanmış, geçici bir hükümet kurulmuştu. Hatırladığım sahnede, hükümetin içişleri bakanı, eski rejimin önde gelen işkencecilerinin tutulduğu bir hapishaneyi geziyordu. Görevliler öncesinde bakanı, kızına ağır işkenceler yapan bir polis şefinin de hapishanede bulunduğu konusunda uyarmışlardı. Keza işkenceci de, işkence yaptığı kadının babasıyla biraz sonra içişleri bakanı olarak karşılaşacağı konusunda uyarılmıştı.
Karşılaşma gerçekleşip de iki adam karşı karşıya geldiğinde... Tahmin edebileceğiniz gibi biri korkudan, öbürü öfkeden titriyorlardı. İçişleri bakanı kendini biraz topladığında “Merak etme” demişti işkenceciye, “biz iktidara işkenceci de olsalar insanlara işkence etmek için gelmedik”.
Arkadaşımız Orhan Miroğlu’nun PKK’nın silahlı kanadının resmî sitesinde üstelik iğrenç bir dille tehdit edildiğini okuyunca (Miroğlu’nun “Mortoğlu” olma ihtimalinden söz ediliyordu), zihnim artık bakan olmuş o Sandinist gerillaya kaydı. İki gerillayı kıyasladım ve yüreğim daraldı. Biri kızına işkence eden bir işkenceciden bile intikam almayı reddediyordu, öbürü sırf kendisi gibi düşünmediği için bir yazara “mort olursun” tehdidi gönderiyordu.
Bazı tehditler daha kalleşçedir!
Bütün tehditler kalleşçedir fakat bazı tehditler daha kalleşçedir!
Orhan Miroğlu’na yönelik tehdidin “daha kalleşçe” oluşunun nedenlerinden birini Ahmet Altan yazdı:
“Hayatta benim için olabilecek en aşağılık davranış, elinde silah olanın silahsız birini tehdit etmesi, korkutmaya kalkması, zorbalaşmasıdır. Askerî darbelerden en çok bu nedenden dolayı iğrendim. Bunun için ahlaksızca buldum. Silahlıların silahsızları sindirmeye kalkması, hukuktan, demokrasiden falan vazgeçtim, yiğitliğe, mertliğe, dürüstlüğe aykırıdır çünkü.”
Ahmet Altan’la aynı duyguları taşıyorum. Fakat bence bu tehdidi tehdit hiyerarşisinin en dibine gönderen başka bir şey daha var: Tehdit sahibinin, tehdidini kalabalığın bir parçası olarak gerçekleştirmesi...
Elinde silah bulunduran bir kişinin silahın gücüne dayanarak bir başkasını tehdit etmesiyle, eli silahlı başka yoldaşlarının arasından kafasını uzatıp silahsız birini tehdit etmesi arasında bir fark var. İkisi de ahlaken berbat pozisyonlara tekabül ediyor, fakat ikincisi daha da berbat!
Tehdidin sahibi gerillayı “özeleştiri vermeye” davet ediyorum!
Keza, silahlı-silahsız, Kürt siyasetinin bütün aktörlerini bu arkadaşlarını kınamaya çağırıyorum.
Cidden!
‘İzmirli kız’ bu ittifaka kızmaz
Geçtiğimiz hafta bu sayfada yayımlanan “Özgürlükçü CHP yüzde 25’i de göremez” başlıklı yazımda, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) “doğal” tabanını oluşturan ve kendilerini “laik-çağdaş-kentli” gibi sıfatlarla tanımlayan seçmen tarlasına 20 yıldır ekilen korku (ve nefret) rüzgârlarının özgürlük düşmanı bir fırtınaya dönüştüğünü; bu temel üzerinde CHP’nin özgürlükçü, “yeni” bir parti haline gelemeyeceğini öne sürmüştüm.
Ardından, CHP tabanının taşlaşmışlığında parti siyasi elitiyle medyanın rolünü ele alan ikinci bir yazı daha yazdım ve o yazının dibine şu notu koydum: Yazım “CHP-BDP ittifakı” tartışmalarının ortasına denk geldiği için, sanki münhasıran bu ittifaka CHP tabanının “granit sertliğinde” bir cevap vereceğini anlatmak için kaleme alınmış gibi bir algıya yol açtı. Tam tersine, ben CHP tabanının en çok bu konuda esneyebileceğine inanıyorum. Bir sonraki yazıda neden öyle düşündüğümü izah etmeye çalışacağım.
Şimdi sıra bu izaha geldi... Aslında neden böyle düşündüğümü, Yeni Aktüel dergisinin son sayısı için kaleme aldığım “İzmirli kız bu ittifaka kızmaz” başlıklı yazıda açmaya çalışmıştım. Bu yazının bir bölümünü aktararak hem meseleyi hatırlatmış hem de derdimi anlatmış olacağım. Buyurun...
***
Cevabı aranan asıl soru şu: Yıllardır ulusalcı bir bombardıman altında tutulan CHP kamuoyu bu işbirliğine ne der? BDP konvoyunu taşlayan “İzmirli kız” böyle bir CHP’ye oy verir mi? Aynı soruyu “CHP’li laik sahiller MHP’ye kaçar mı” diye de sorabiliriz.
Kanaatime göre, bu soruya, CHP’lilerin Adalet ve Kalkınma Partisi’ne (AK Parti) karşı besledikleri öfke ve nefretten bağımsız olarak cevap verilemez. Her zaman söylüyorum, bu kitlenin “baş düşman”ı AK Parti’dir ve AK Parti’yi iktidardan uzaklaştırma istidadı gördüğü bütün gelişmelere otomatik olarak onay verir; yeter ki bu konuda ikna edilsin.
AK Parti’nin Kürt açılımına bu kitlenin gösterdiği direncin büyük bölümü PKK’ya ya da Kürtlere duyulan öfkeden değil, AK Parti’ye duyulan öfkeden kaynaklanıyordu. Aynı siyaset kendi partileri tarafından geliştirilseydi, böyle bir direnç ortaya çıkmazdı bence. O İzmirli kız, BDP’lilerden çok AK Parti’lilere atmıştı o taşı.
Ben hiçbir kuşku duymuyorum: İzmirli kız, BDP’yle ittifak yapıyor diye partisine oy vermezlik etmez; meğerki böylece AK Parti’nin daha da güçleneceği gibi bir inanca kapılsın.
Keza sahildeki “laik” oylar bu nedenle MHP’ye kaymaz; meğerki, bu oyların sahipleri böylece AK Parti’nin daha da güçleneceği gibi bir inanca kapılsın.
Bildiğimiz dünyanın sonu...
Immanuel Wallerstein’in 1999’da The End of the World As We Know It adıyla yayımlanmış kitabı Türkçeye Bildiğimiz Dünyanın Sonu adıyla çevrildi. Wikileaks belgelerinin bütün dünyada yarattığı altüst hali, bildiğimiz dünyanın sonunun gerçekten de gelmiş olabileceğini gösteriyor.
Fakat yeni dünya hangi temellerde kurulacak, rotası hangi yöne çevrili olacak? Bu, ciddi bir soru. Nabi Yağcı’nın dünkü Taraf’ta yayımlanan makalesi, özellikle de Zbigniew Brzezinski’den yaptığı alıntılar, devletlerin eski “tesettürlü” hallerinin bir daha geri gelmemek üzere tarih sahnesinden silinmiş olmasının otomatik olarak özgürlükçü sonuçlar doğuracağının tartışmalı olduğunu gösteriyor.
Wikileaks’in kurucusu Julian Assange’a yönelik nefret suçu boyutlarına ulaşma istidadı gösteren kampanyanın Amerikan yönetiminden aşağı doğru yayılıyor olması çok manidar. Bilmiyoruz, belki de başta Amerikan toplumu olmak üzere toplumlar, devletlerin bu kadar çıplak kalmasına hazır değildir ve bunu kendi kişisel güvenliklerine bir tehdit olarak algılamaları uzak bir olasılık değildir. Devletlerden yurttaşların üzerine boca edilecek bu yöndeki propagandanın etkisini de hesaba katarsanız, bu algı kuvveden fiile çıkabilir ve bu her şeyi değiştirir.
İşte o zaman sadece Assange gibi çıplak bırakıcılar değil, bugün toplumların “hoşgörü”yle karşıladığı kimi “marjinal” talep sahiplerinin tamamı “huzur bozucu”, “fitne çıkarıcı” unsurlar olarak damgalanır. Böyle bir toplumsal ruh hali üzerinde hangi siyasi rejimin yükseldiğini biliyoruz.
Tamam, bu teknoloji düzeyinde devletlerin birkaç yüzyıldır korudukları tesettürlü hallerini korumaları beklenemez ve hiçbir zecrî tedbir kesin ve kalıcı sonuçlar doğuramaz. Fakat “bağımsız değişken teknoloji”ye güvenip de yan gelip yatmak ve sevinç çığlıkları atmakla yetinmek, bilelim ki, çok acılı sonuçlara yol açabilir.