"Tecavüze uğradı."
Siyah teni üzerinde sarısı göz alan renkli bir örtü bağlamış kadın, kucağındaki bebeğin babasına dair soruları geçiştirirken yerde oturan arkadaşı başını arkaya doğru atarak tok bir sesle “Tecavüze uğradı” diyor.
İsimlerinin yazılmasını istemeyen iki kadın da göçmen. İki kadının da memleketlerinde çocukları var. İkisi de birkaç kişi dışında nereye gideceklerini kimseye söylemeden evlerinden kaçmış. “Hayatım için kaçtım” diyen B, Türkiye’ye kaçak yollardan, botla girerken birkaç kişinin toplu tecavüzüne uğruyor. Tecavüz sonucu hamile kalınca kürtaj yerine doğumu seçiyor ve İstanbul’a geldikten yaklaşık 9 ay sonra, kendisine “2 bin lirayı ödemeden gitmene izin vermiyoruz” diyecek Haseki Hastanesi’nde mahsur kalıyor.
Bu hikâye anlatılana kadar geçen iki saatlik süreç, Yenikapı’da başladı. Marmaray durağında indikten sonra gittiğimiz, her beş kişiden üçünün göçmen olduğu merkezdeki büyük kafelerden birine oturur oturmaz pazarlıklara tanık oluyoruz. Kısa boylu, orta yaşlı ve çirkince bir adam karşısındaki iki yabancı kadını ikna etmeye çalışıyor:
“Siz şimdi kaçaksınız da. Ben bu işi yapacağım, aklıma koydum. Ya siz evet dersiniz olur, ya ben başkasıyla yaparım. Siz bana evraklarınızı verin. Ben size anahtarı vereceğim. Gidip yer bulun, bana gelin, kiralayayım. Bir odada çalışırsın, diğerlerini kiralarsın. Misal, bak şu kadın 4 gün iş bulamadı, nerede kalacak? Sende kalsın, al parasını otel gibi. Ben size el kol olurum. Mahkeme işlerinizi yaparım.”
Adam uzatmadan ayağa kalkıyor. Biri başörtülü, diğeri sentetik kumaşa leopar desenli bluzuyla, iki kadın adamın peşinden gidiyor. Adam konuşmaya devam ederken onlar da iş ihtimalinin verdiği heyecanla birbirlerine sarılarak caddeyi geçiyorlar.
Bir önceki ekibin yerine bu kez tek başına biri oturuyor, ütüsü gömleğini günün erken saatlerinde terk etmiş bu adam telefonda konuşmaya başlıyor:
“Elimde Ermeni bir kadın var. Kurtuluş’ta, evet. İstersen…”
Bu iki hikâyeyi anlatıp “Orası sizin de patronlarla iş konuştuğunuz yer mi” diye soruyoruz bizi birazdan evlerinde ağırlayacak iki kadına. B, yanlış anlaşılma olasılığını silme arzusuyla, “Seks işçiliği yapanlar var, biz yapmıyoruz” diyor.
İkisi de şimdi çalışmayan kadınlar önceki işlerini arkadaşları aracılığıyla bulmuş; biri Osmanbey’de tekstil, diğeri Beyazıt’ta takı atölyesinde çalışmış en son. Kendilerine iş bulanların komisyon alıp almadığını sorunca “Kişiye bağlı” diyorlar, “Bazıları ilk haftalığı komisyon olarak kesiyor, bazıları sadece yardımcı oluyor.”
Neden o işte çalışmak istemediğini sorunca, 25 yaşındaki T, ayaklarını gösteriyor. Yaklaşık 80 kişinin çalıştığı tekstil atölyesinde sabah 8.00-akşam 10.00 arasında 6 gün kumaş kesmekten yorgun olduğunu söylüyor. Çalışma Bakanlığı’nın haftalık çalışma süresi olarak gösterdiği 45 saati neredeyse ikiye katlayan T.’nin bu mesaiden bir haftada, evet bir haftada kazandığı para 150 lira!
B. söze girerek ekliyor:
“Bazıları bu parayı da ödemiyor.”
Kendisi 3 ay çalıştığı yerden iki aylığını alamamış. Her gittiğinde karşılaştığı “vereceğiz” sözü son ziyaretinde apar topar terk edilmiş bir atölyeye bırakmış. Kağıtsız çalıştıklarından ödenmeyen ücretleri için bir yere başvuramayan göçmenlerin herhangi bir güvencesi yok. Paralarını alıp alamayacakları, patrona bakıyor.
Çalışırken polis baskın yaparsa diye saklanmak için hazırlıklı olduklarını söylüyor T. “Eğer yakalanırsan tutuklanırsın.” Tutuklanmanın ardından göçmenler için iki ihtimal kalıyor: Olumsuz yanıt vermesi olası Birleşmiş Milletler’e mültecilik başvurusunda bulunmak ya da sınır dışı edilmek.
Sınır dışı edilme gerekçelerinden biri seks işçiliği. Avukat Perihan Meşeli, Gürcistan’dan gelen Nona’nın sevgilisine unuttuğu telefonunu vermek için gittiği kahvehanede elinde çay içerken görülmesi üzerine “işin içinde para olduğu” gerekçesiyle polis tarafından alıkonduğunu yazıyor. Bulaşıcı hastalık taşıyıp taşımadığını öğrenmek için yapılan kan testinde bir değerin yüksek çıkması polis için “fuhuş kanıtı” sayılıyor. Meşeli, İstanbul Tıp Fakültesi’nden “bulaşıcı hastalık taşımadığını” gösteren raporu çıkana kadar Nona’nın çoktan sınır dışı edildiğini söylüyor.
Polislerin göçmen seks işçileriyle çıkara dayalı ilişki kurduğuna dair şüpheler dillendirilse de henüz kamuoyuna yansıyan bir kanıt yok. T’ye, kendilerinin polisle temaslarının olup olmadığını soruyoruz. “Hayır” diyor, “İşten çıkar çıkmaz metroyla eve geliyorum. Ama gece dışarıda olanlar sorun yaşıyor.”
İki hafta önce Sınır Tanımayan Kadınlar grubunun girişimiyle 33 kadın örgütü, göçmenlerin yoğun olarak çalıştığı Beyazıt’ta eylem yaptı. “Her gün Aksaray, Laleli, Beyazıt ve Kumkapı sokaklarında, iş yerlerinde, evlerde göçmen kadınlar tacize, şiddete ve hatta tecavüze uğruyor” diyen çoğu feminist kadınların dile getirdiği “Tecavüz için özel oda ayıran patronlar var” sözlerini hatırlatınca T, önce kendisinin böyle bir şey yaşamadığını belirtiyor, ardından bir arkadaşının başına gelenleri aktarıyor. Anlattıklarına göre, 3’ü Türk 4 kişinin çalıştığı Beyazıt’taki bir atölyede patron, arkadaşından fazla mesai yapmasını istiyor. Türkler ayrıldıktan sonra kapıyı kilitleyen patron göçmen kadına tecavüz etmeye çalışıyor. Kadını tecavüzden gömleğin cebinden düşen telefon kurtarıyor. Adamın dikkati telefona giderken kadın kilidi açıp kaçıyor.
T, arkadaşının bu olaydan bir süre sonra Türkiye’de yaşadıklarından usanıp ülkesine geri döndüğünü söylerken kapı açılıyor. Fosforlu pembe gömleğiyle dikkat çeken bir başka siyah göçmen kadın içeri giriyor, konuşmaya katılmadan ranzanın alttaki yatağına arkasını dönerek yatıyor.
13 kişinin yaşadığı bir ev burası, üç odalı. Sadece bizim oturduğumuz odada 6 yatak var. Orta sınıf bir ailenin tek çocukları için dar bulacağı bu odada 7 kişi yaşıyorlar. Ve her biri aylık 150 lira kira ödüyor. Kiralayanlar göçmen olunca, çoğu ev sahibi mülklerinin hak ettiği kira bedelinden daha fazlasını talep edebiliyor.
Size biçilen kirayı ödemeyi kabul etseniz bile, iki kadının deyişiyle “kötü bir ev sahibi”ne denk gelirseniz, üç aylık kirayı ve depozitoyu aldıktan sonra ev sahibi “Bana 5 demiştiniz, bu evde 10 kişi var” diyerek veya bir şey demeye zahmet etmeyerek sizi evden kovabiliyor. Kadınlar, kaldıklarını evin sahibinin “iyilerden” olduğunu tekrarlasalar da yarın kapı dışarı edilmeyeceklerine dair bir garantilerinin olmadığını söylüyorlar.
Birkaç haftadır çalışmayan T’ye iş yokken 24 saatini nasıl geçirdiğini soruyoruz, “Evde, uyuyarak” diyor. B ise çocuğu doğduktan sonra çalışamamış. “Nasıl geçiniyorsun” diye sorunca ayda 600 lira kazanan T’yi gösteriyor. B, “Bebekle parka gidiyor musunuz” diye sorusuna şu yanıtı veriyor:
“Hiç gitmedim. Orada sadece beyazlar var. Ve siyah birini görünce garip bakıyorlar. Rahat edemiyorum.”
Siyah kadınların paranın yanı sıra evden çıkmamalarının sebebi sokaklarda karşılaştıkları muamele. B. anlatıyor:
“Gideceğin yere kadar seni takip ediyorlar. Bebek varken değişti ama hamileyken bile peşimden geliyorlardı. Fahişeysen hizmet yapacağın yere götürüyorsun, biz kapıları suratlarına kapatıyoruz. Başörtüsü takınca bizi fahişe sanıyorlar. Siyah olduğumuz için inançlıymış numarası yaptığımızı düşünüyorlar. İstanbul’da ‘her siyah kadın fahişe’ diye düşünüyorlar.”
Yaşam alanları bir ev, kendilerine ait alanları ancak bir yatak kadar geniş kadınlara “Hayaliniz ne” diye sorulunca T’nin ilk söylediği haftalık ücretinin artması oluyor; “Ne kadar artsın”a yanıt: “Haftalık 400 olsun.” İkinci hayali de başka şehirlere gidebilmek. B. de aynı fikirde, ama “Antalya’ya gidersek bizi tutuklarlar” diyor.
Hayat her gün, kara bir haber gibi geliyor başlarına. Ne "din kardeşi" Türkiye "asude bir bahar ülkesi" onlar için, ne de zaman takvim yapraklarında kopyalanan kronolojik bir rastlantıdan ibaret. Akrebin yelkovanı kovaladığı her an hayatta kalmanın en çetin, en arsız sınavlarından geçiyorlar. Dünya güneşin etrafında kusursuz bir inatla dönerken, dünya hâllerinin kapkara gölgesi altında insan gibi yaşamak, yaşayabilmek istiyorlar.