Gündem

Gezi Davası'nın tek mahkûmu

Murat Çelikkan yazdı

23 Ekim 2019 16:46

Murat Çelikkan

18 Ekim 2017 tarihinde gözaltına alınarak 15 gün gözaltında tutulduktan sonra 1 Kasım 2017’de isnad edilen suçun Ceza Kanunu’nun "katalog suçları"ndan olması nedeniyle tutuklandı. Neyle suçlandığını öğrenmek için iddianamenin hazırlanması beklendi. Ancak iddianame hazırlanana kadar "havuz medyası" tarafından "casusluk", "darbe girişimi", "terör örgütü yöneticisi ve üyesi olmaktan" çoktan mahkum edilmişti. Osman Kavala’yla beraber 16 sanığın ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılmasının istendiği iddianamenin hazırlanış süreci, 15 Temmuz Darbe Girişimi ile Türkiye genelindeki Gezi olayları arasında bağlantı kurulabilmesine yönelik soruşturmalar yürütüldüğünü ortaya koydu. Kavala ile ABD Konsolosluğu’nda görevliyken tutuklanan ve hakkında "hükümeti yıkmaya teşebbüs" iddiasıyla dava açılan Metin Topuz’un uzun süre aynı dosyadan soruşturulduğu, tutukluluk incelemelerinin birlikte yapıldığı ortaya çıktı. Kavala, daha sonra bu dosyadan ayrılarak, Gezi soruşturmasına dâhil edildi. 100 kişiyi kapsayan soruşturmada 16 isim için de ayırma kararı verilerek, söz konusu iddianame hazırlandı. Kalan isimlerle ilgili soruşturma ise sürüyor.

Bu gelişmelere rağmen Silivri Cezaevi’nde olan Osman Kavala’nın ve "dışarda" olan yakınlarının neyle suçlandığını öğrenmeleri için 486 gün beklemeleri gerekti. 16 kişi hakkında Gezi Parkı eylemlerine ilişkin yürütülen soruşturmanın yaklaşık 16 ay sonra tamamlanan iddianamesi İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi. 657 sayfalık iddianamede, Kavala'nın yanı sıra şüpheli olarak Ali Hakan Altınay, Ayşe Mücella Yapıcı, Ayşe Pınar Alabora, Can Dündar, Çiğdem Mater Utku, Gökçe Yılmaz, Handan Meltem Arıkan, Hanzade Hikmet Germiyanoğlu, İnanç Ekmekçi, Memet Ali Alabora, Mine Özerden, Şerafettin Can Atalay, Tayfun Kahraman, Yiğit Aksakoğlu ve Yiğit Ali Ekmekçi de yer alıyor. Türkiye’de Gezi protestoları sonrasında açılan çok sayıda davanın tek tutuklu "mahkûmu" olma özelliğini Mahkeme’nin 8 Ekim’de yapılan 3. duruşmasında da koruyan Kavala, 2 yılı aşan bir süredir Silivri Cezaevi’nde tutuluyor.

3. duruşma, 3. heyet

Yeni atanan ve daha önce savcılık yapan Mahkeme Başkanı, 3. duruşmada şikayetçilerden biri bağlanamayıp diğeri bulunamayınca duruşmaya sanıkların sorgusuyla devam etti. (Bu arada SEGBİS bağlantısı yapmaya yetmeyen mahkeme salonu teknolojisi, Osman Kavala’nın sorgusu sırasında Mahkeme salonunun iki yanında bulunan perdelere Gezi sırasında olduğu iddia edilen yakılmış araba görüntülerini, Başkan’ın deyişiyle ‘’şiddet ve vandalizmini’’ yansıtmaya yetti.)

Kendisine iddianameye ilişkin ilk defa soru sorulduğunu belirten Kavala soruları yanıtladı. Soruların iddianame mantığını nasıl yansıttığını irdelemeden önce şunu belirtmekte yarar var: Heyet Başkanı’nın soruları mahkeme sorgularında alışılmadık biçimde iddianame çerçevesini aşan nitelikteydi. Sıklıkla Osman Kavala’nın siyasi yaklaşımını, ne düşündüğünü, nasıl değerlendirdiğini sorgular niteliği ile kural ve hukuk dışıydı. Heyet Başkanı iddianamede olanı değil aynen Barış Akademisyenleri davalarında olduğu gibi "olmayanı" da sorguladı. Kavala’ya iddianameye eklenmiş tahrip edilmiş belediye ve polis otoları konusunda ne düşündüğünü, Gezi protestolarını nasıl değerlendirdiğini sormakla kalmayıp bu tür olayları kınayan basın açıklaması veya sosyal medya açıklamasını niye yapmadığını da sordu.

Darbe teşebbüsü ve de cebir ve şiddet

"Cebir ve şiddet kullanarak hükümeti ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmalarını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüsten" ömür boyu hapis cezası ile yargılanan sanıklar için bu madde için gereken şiddet unsurunu gerek iddia makamı gerekse mahkeme heyeti Gezi protestoları sırasında tahrip edilen kamu araçlarıyla açıklıyor. Yani darbe için gereken şiddet kullanma unsuru olarak kamu araçlarının tahrip edilmesi yeterli görülüyor. Bunun darbe için gerekli şiddet unsuru olup olmadığı bir yana bu araçların tahrip edilmesine sanıkların hiçbir tanesinin katılmadığı gerçeğini ne yapacağımızı kimse bilmiyor? İddianameye haksızlık etmemek için şiddet unsuru için iddianamenin 93. sayfasında gösteriler sırasında bir tarafta tutulan, amiyane tabiriyle hazır kuvvet olarak bekletilen terör örgütlerinin silahlarından bahsedildiğini de atlamayalım. Hangi terör örgütünün, hangi silahları diye sormayın çünkü iddianamede yok. Bu terör örgütleriyle sanıkların bağlantıları da yok.

Ne var derseniz; iddianamenin delil kısmında ağırlıkla iki unsur var. Sanıkların ve sanıklarla ilgili olamayan kişilerin dinlenmiş telefon görüşmelerinin tapeleri ve MASAK raporu. MASAK raporu kolay, iddianamede belirtildiği üzere Anadolu Kültür veya Açık Toplum Vakfı ile Gezi protestoları arasında hiçbir finansal bağ bulunamadığını belirtiyor. Bunu geçelim!

Sanıklar gezi olaylarını planlamak, örgütlemek ve finansal destek sağlamakla suçlanıyor. Ancak ana delil olan dinlemelere 21 Haziran’da başlanılmış.

Yani Gezi protestoları ve toplaşmasının başlamasından yaklaşık 1 ay sonra. Gezi protestolarının başlamasından 1 ay sonra yapılan Gezi’deki gelişmeler hakkında yorumları içeren telefon sohbetlerinin Gezi’nin planlanması ve örgütlenmesine nasıl delil olduğunu sormayın çünkü onu da açıklayabilen yok.

FETÖ, PDY mi?

Davanın 2 yıldır tek tutuklu sanığı Osman Kavala ve diğer 15 sanık, Gezi olayları bir "FETÖ/PDY kumpası" olarak değerlendirildiği için "bu örgütle" ilişkili olarak yargılanıyor. Yaklaşık 80 ilde, 4 milyon kişinin katıldığı Gezi protestolarını bir 'FETÖ/PDY' kumpası olarak görmeyi şimdilik bir yana bırakalım. Hoş bir yana bırakılacak hali yok. Gezi protestoları sırasında devlet içinde örgütlenmesiyle Fetullah Gülen taraftarlarının iktidar ortağı olduğunu hatırlarsak, iktidarın tasarruflarına karşı bir tepki olarak gelişen protestolara katılanların nasıl Fetullah Gülen taraftarı olabilecekleri bir muamma. Ama muamma olmayan bir şey var; o da delil olarak bu davada sunulan dinlemelerin yapılma talimatını verenlerden iki hakim, bir savcı ve bir emniyet müdürünün "FETÖ/PDY" üyesi olarak yargılandığı, mahkum edildiği ve bazılarının hala kaçak olduğu. Kumpas, Emniyet Müdürü, Savcı ve iki hakim tarafından daha önceki yargılamalara esas teşkil eden bu dinlemelerin yapılması.

Tahkikat ve telefon dinleme emirleri Anayasal suçlara bakan savcı Muammer Akkaş tarafından verilmiş. Taksim Dayanışması üyeleri ve Çarşı grubu bu soruşturma kapsamında yargılanarak beraat etmiş. Muammer Akkaş, hakkında başlatılan ‘"FETÖ/PDY" soruşturması nedeniyle yurt dışına kaçmış, hâlâ kaçak. Dinleme kararının altında imzası olan hakimler Menekşe Uyar ve Süleyman Karaçöl de "FETÖ/PDY" üyesi olmakla yargılandı. Karaçöl Cezaevinde, Uyar kaçak.

Bu iki davanın iddianamesine ve bu iddianameye esas teşkil eden fezleke "FETÖ/PDY" soruşturmasından tutuklu olan Emniyet KOM Müdürü Nazmi Ardıç tarafından hazırlanmış.

Yargının aynı hakimlerinin 17-25 Aralık duruşmalarında hukuk dışı olarak kabul ettiği kanıtların toplanma emri ve yöntemi, bu davada hukuki. 16 sanıktan 3 Taksim Dayanışması mensubu aynı kanıt ve suçlamalarla daha önce yargılanıp beraat ettiklerini de hatırlayınca; hukuk dışı olarak elde edilmiş kanıtlarla, beraat ettikleri suçtan ikinci kez yargılanıyorlar. Kumpasla oluşturulmuş deliller ve iddianame bu davada hukuk literatürüne yeni bir katkı olarak "yeniden kıymetlendirmeye" tabii tutulmuş. Yeniden nasıl kıymetlendirildiği belli değil! İddianamenin hem hazırlanmasında hem de bütününde cemaat rolü olduğu için "FETÖ" ruhu hâlâ mahkeme koridorlarında dolanıyor.

İddianamede olmayanlar

Şimdi Mahkeme Başkanı’nı örnek alarak iddianamede olmayanlara bakalım: İddianame şiddete, "vandalizm"e örnek olarak tahrip edilen araçları gösteriyor. Ama daha önce çeşitli devlet kurumlarının raporlarına da giren emniyet güçlerinin orantısız ve hukuksuz şiddet kullanarak ölümüne neden olduğu, kontrolsüz biber gazı kullanımı nedeniyle kalp krizi geçirerek ve nefes darlığından ölen 12 kişiden bahis yok. Biber gazı ve plastik mermilerle protestocuların baş bölgesinin kasıtlı olarak hedef alınması sonucu gözünü kaybeden 11 kişi, kafa travması geçiren 106 kişi, ağır yaralanan 63 kişi ve yaralanan 7 bin 822 kişi de iddianamenin ve şiddetin konusu değil.

İstanbul’daki operasyonları yöneten dönemin İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun "FETÖ Mülkiye Yapılanması" mensubu olarak 3 yıl 1 ay 15 gün cezaya mahkûm edilip cezasını yatıp çıktığı; Eski İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’ın ve İstanbul Emniyeti’nin 3 diğer üst düzey üyesinin de bu kapsamda yargılandığı, ceza aldığı, meslekten çıkarıldığı da iddianamede yok.

İddianameye esas teşkil eden dinleme emirlerini veren, "FETÖ/PDY" yapılanması mensubu ve lideri olarak aranan, hüküm giyen, mahkum olan, polis, savcı ve hakimler de iddianamede yok.

Peki ne var?

Fethullah Gülen, PDY mensubu olarak hüküm giyip soruşturulanların talimatlarıyla oluşturulmuş deliller var; hiçbir şiddet unsuru içermeyen, Gezi olaylarından sonra yapılan sayısız telefon görüşmelerinde çeşitli karşılıklı yorumlar var; o dönem iktidar ortağı olan cemaatçileri, bir bütün olarak iktidarın Taksim, polis şiddeti konusundaki tutumunu  protesto için sokağa çıkanlar var; ama onlar da ne hikmetse ‘"FETÖ ve PDY’ci". Bir de hayatlarını sivil toplum çalışmalarına adamış evet muhalif kimlikleri nedeniyle Fethullah Gülen taraftarlarıyla hayatları boyunca hiçbir ittifak, dayanışma içinde olmamış 16 kişi var. Bunlar da "FETÖ/PDY" örgütlenmesi çerçevesinde Gezi protestolarını organize etmekle suçlanıp haklarında yaşam boyu hapis isteniyor.

Bu soruşturma ve dava "kumpas"ını organize eden ‘"FETÖ"cüler, devlet adına protestoculara müdahale eden de ‘"FETÖ"cüler… Peki nasıl oluyor da sokağa çıkan, protesto edip öldürülen, yaralanan insanlar ve 4 milyon kişiyi örgütlemekle suçlananlar da "FETÖ"cü oluyor, anlayan varsa beri gelsin…