Özel Dosya

Genelkurmay Başkanı Org. Büyükanıt'ın veda konuşması

29 Ağustos 2008 03:00

Sayın Cumhurbaşkanım,

Değerli Konuklar,

Sevgili Silah Arkadaşlarım,

Basınımızın Değerli Mensupları,

Törenimizi onurlandırdığınız için hepinize şükranlarımı sunuyorum.

İki yıl önce büyük bir gurur ve heyecanla devraldığım Genelkurmay Başkanlığı görevini, değerli silah arkadaşım Orgeneral İlker BAŞBUĞ’a teslim etmek üzere huzurlarınızdayım.

Yurda ve ulusa hizmet yarışında onurla ve gururla teslim aldığım bayrağı hizmet sürem boyunca daha ilerilere taşıyıp devredeceğimin bilinciyle bugünlere ulaşmanın mutluluğunu yaşıyorum. Türk Silahlı Kuvvetlerinin tüm mensupları gibi ben de Ulu Önder Atatürk’ün hedef olarak gösterdiği çağdaş, laik, demokratik ve sosyal Türkiye idealinden sapmadan ilerlerken; ulus aşkı ve görev bilinciyle bu hedefe doğru attığım her adım, yaşadığım yorgunlukları ve çektiğim sıkıntıları unutturdu. Gelecekte daha rahat ilerlemeye imkân sağlayacak yollar açmak için, elimden gelenle yetinmeyip, daima daha iyisini yapmanın gayreti içinde oldum. Terörle mücadelede, Türk Silahlı Kuvvetlerinin modernizasyonunda ve eğitim alanında çalışmalarımı yoğunlaştırdım. Bu çalışmalarımla, Türk Silahlı Kuvvetlerinin tüm yeniliklere kısa zamanda uyum sağlayacak bir yapıya kavuşmasını arzuladım. Bu yapıya ulaşmak isterken, yeniliklerin beraberinde getirdiği değişim ve gelişimin akıntısına kapılıp sürüklenmenin önüne geçilmesi gerektiğini ısrarla vurguladım. Akıntıya karşı yerimizde durma şansımız olmadığına göre, ileriye gitmenin akılcı şartlarını bulmamız konusundaki çalışmaların teşvikçisi ve destekçisi olmak için gayret ettim.

Biçimlerin içine sıkışıp kalmak yerine Atatürkçü Düşünce Sisteminin özünde yer alan İnkılapçılık ilkesinin itici gücü ile geleceğe emin adımlarla ilerlemek için uğraştım.

Bu saydıklarıma bakıp büyük işler yaptığımı iddia edemem. Ben, ulusuma hizmet etmek gayesiyle, görevimin omuzlarıma yüklediği sorumluluğun gereklerini yerine getirmeye gayret ettim. Bireysel performanstan ziyade ekip performansının başarısının önemine inanarak hareket ettim.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Değerli Konuklar,

Uzun meslek yaşamım boyunca Silahlı Kuvvetlerin bir mensubu olarak çeşitli rütbelerde, Soğuk Savaş Dönemini, Varşova Paktının ve Sovyetler Birliğinin dağılmasını, tek kutuplu ve yeni dünya düzenini arayan dünyayı, küreselleşme-bölgeselleşme tartışmalarını, Körfez Savaşlarını, Irak’ta ve Afganistan’da meydana gelen gelişmeleri, 11 Eylül saldırılarını, nükleer silahlanma çabalarının yeniden canlanmasını ve Orta Doğu’da yaşanan olayları gördüm. Bugün de hep birlikte bunların etkilerini görmeye devam ediyoruz. Her alanda önüne geçilmez bir şekilde esmeye başlayan değişim fırtınasının, alışılagelen tüm parametreleri sarstığını ve sürükleyip götürdüğünü biliyoruz. Bu fırtınaya hazırlıksız yakalanan ülkelerin çok ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğunu da izliyoruz.

Üzerinde yaşadığımız dünya, tarih boyunca pek çok değişime sahne olmuştur. Dünyada meydan gelen politik, ekonomik, askerî ve sosyal değişimler, paradigma kaymaları, anlık değişimler gibi değil, bir süreç içinde ve genellikle yavaş olmaktadır. Bu yavaş değişimi, değişim olurken algılayamayan ülke ve kurumlar, sadece sonucu görürler ve ortaya çıkan resimde kendilerini, iradeleri dışında kendilerine dayatılmış, bir rolün aktörü olarak bulurlar. Bunu, yalnız tarihte değil yaşadığımız günlerde de gördük ve görüyoruz. Gürcistan’daki olaylar da bunun tipik bir örneğidir.

Güvenlik bağlamında değerlendirmeler yapılırken güvenlik güçlerinin yeteneklerine bugünün şartları ile bakmak sağlıklı sonuçlar vermiyor. Teknoloji alanındaki gelişmelerin her geçen gün hız kazandığı bir süreçte yaşıyoruz. Doğal olarak, bu hızlı gelişimin güvenliğe ve güvenlik sistemlerine de etkileri oluyor. Bu etkileri dikkate alarak bugünü değerlendirmemiz, geleceği iyi yorumlamamız ve projeler geliştirmemiz gerekiyor. Ülkemizin çok yönlü bir tehdit ortamında olduğunu da hesaba katarak, güvenlik bağlamındaki öngörülerimizi 2025’lere, 2050’lere bakıp geliştirmek zorundayız.

Uluslararası alanda güvenlik ortamının son derece değişken ve öngörüleri zorlaştıran bir hâl aldığı günümüzde, dünyanın en hassas bölgelerinden birinde, etrafı istikrarsızlıklarla dolu bir coğrafyada yer alan ülkemizin, tehdit algılamalarında da bir genişleme olduğu bilinen bir gerçektir. Bölgesel ve etnik çatışmalar, siyasi ve ekonomik istikrarsızlıklar, refah seviyeleri arasındaki dengesizlik, kitle imha silahları ve uzun menzilli silahların yaygınlaşması, kökten dincilik, yasa dışı göç, uyuşturucu ve her türlü silah kaçakçılığı uluslararası terörizmi besleyerek tehdit kavramının genişlemesine sebep olmuştur.

Dünyanın ekonomik ve politik çıkar çatışmalarının ortasında, laik ve demokratik yapısı ile bir istikrar ve denge unsuru olan ülkemiz, jeopolitik hassasiyetlerin ortaya çıkmasına zemin oluşturacak girişimlerle mücadele etmek zorundadır. Bugün, gerek Atatürk milliyetçiliğinin birleştirici ve kucaklayıcı niteliklerinden uzaklaşılarak etnik milliyetçiliğe ve bölücülüğe dayandırılan girişimler gerekse Türkiye Cumhuriyeti’nin laik ve demokratik yapısını, çağdaş kazanımlarını ortadan kaldırmayı amaçlayan irtica, bu kapsamda ele alınması gereken iki ciddi tehdit olarak karşımızda durmaktadır.

Kurulduğu günden beri böylesine ciddi tehlikelerle aynı anda karşı karşıya kalmamış olan ülkemizin ulusal, üniter ve laik yapısını bozmak, birliğini ortadan kaldırmak ve sonuçta bölünmeye hazır bir Türkiye görmek isteyenlerin var olduğu bir gerçektir. Kararlı duruşuyla Türk Silahlı Kuvvetlerini bazı çevrelerin planlarının karşısındaki en büyük engel olarak kabul edenlerin yürütmekte olduğu bu karanlık savaşı görmezden gelmek mümkün değildir. Her fırsatta Silahlı Kuvvetlere ve onun mensuplarına karşı seviyesiz saldırılar yapılmaktadır. Bir hususu vurgulamak isterim. Bu seviyesiz saldırılar, belki bizleri incitebilir ancak, hiçbir şekilde Türk ulusunun Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı beslediği ve bizim en büyük güç kaynağımız olan güvenini sarsamaz. Bu gerçeğe Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları büyük bir içtenlikle inanmaktadırlar. Yaşadığımız olaylar ve bunların sonuçları bu hususun açık bir göstergesidir.

Bugün, Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerek eğitim ve harbe hazır bulunuşluk düzeyinde ulaştığı seviyeye gerekse bu alanlardaki atılımlarına bakarak, yarınlarımız için kaygılanmanın yersiz olduğuna inanıyorum. Köklü tarihî geçmişinden aldığı tecrübesini Bilgi Çağının ihtiyaç duyduğu bilgi donanımıyla destekleyen Türk Silahlı Kuvvetleri, ulusal bütünlüğümüze kasteden tüm çabaları boşa çıkaracak güce sahiptir. Kararlılığı ve dünyada bir eşine daha rastlanamayacak disiplin anlayışıyla, Türk Silahlı Kuvvetlerinin üstesinden gelemeyeceği hiçbir görev yoktur. Bağrından çıktığı yüce Türk ulusundan aldığı güçle Türk Silahlı Kuvvetleri, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin sonsuza dek teminatı olmaya devam edecektir.

Uygar ama silahlı kuvvetleri güçsüz olan ulusların tarih sahnesinden silindiklerine tanıklık etmiş Türk Silahlı Kuvvetleri, çağın gereklerine uygun modernizasyon programını titizlikle sürdürmekte, kendine tahsis edilmiş kaynakları en akılcı şekilde kullanarak caydırıcı bir güç olmanın gereklerini yerine getirmektedir. Caydırıcı bir güce sahip olmak, komşu ülkeler üzerinde tedirginlik yaratmak için değil, komşularımızın ve bölge ülkelerinin yanlış hesap yapmasını engellemek ve barışa katkı sağlamak için vazgeçilmez bir zorunluluktur. Bu kapsamda yürüttüğümüz tüm modernizasyon çalışmaları, Türk Silahlı Kuvvetlerini, Bilgi Çağının ve genişleyen harp alanının ihtiyaçlarını karşılayacak ve bölgesinde caydırıcı bir güç unsuru olarak hizmet edecek güçlü bir yapıya kavuşturma arzusunu taşımaktadır.

Bu ifadelerimden Türk Silahlı Kuvvetlerinin mevcut durumda ihtiyaçlarımızı karşılamakta yetersiz kaldığı gibi bir anlam çıkarılmasın. Türk Silahlı Kuvvetlerine verilen yetki çerçevesinde, Kara ve Hava Kuvvetlerimiz ile Jandarma Genel Komutanlığımızın birliklerinin icra ettikleri sınır ötesi operasyonların, Türk Silahlı Kuvvetlerinin imkân ve kabiliyetlerinin bugün ulaştığı seviye hakkında bir fikir vermek için yeterli olduğunu düşünüyorum. İmkân ve kabiliyetlerimizi ne kadar artırırsak artıralım ulaştığımız noktayı son nokta olarak görmemiz, durmamız anlamına gelir ki bu da düşüşün başlangıcıdır. O yüzden, bu alanda yürütülen çalışmaların bundan sonra da artarak devam edeceğine inanıyorum.

Yüce Atatürk’ün tüm yokluklara ve güçlüklere karşın Kurtuluş Savaşı’nı başlattığı yüksek ruhla yola çıkan Türk Silahlı Kuvvetlerinin gücü, sahip olduğu asker sayısı ve silah sistemleri ile ölçülemeyecek kadar büyüktür. Onu güçlü kılan temel unsurlardan biri hiç şüphesiz bilgi, bilinç ve sarsılmaz bir inançla kavradığı ve benimsediği Atatürkçü Düşünce Sistemidir. Atatürkçü Düşünce Sisteminin aydınlığında değişim ve gelişimini dinamik, akılcı ve bilimsel bir yönetim sistemine oturtmuş bulunan Türk Silahlı Kuvvetlerinin yorulmamak üzere yola çıkmış personeliyle aşamayacağı hiçbir engel yoktur.

Atatürkçü Düşünce Sistemine ve onun kazanımlarına sahip çıkıp kollamanın, sadece Türk Silahlı Kuvvetlerinin değil, bütün ulusumuzun görevi olduğu da unutulmamalıdır. Karşı karşıya kaldığımız bütün olumsuzluklar için bir reçetesi bulunan bu anlayış, aynı zamanda çağdaş uygarlık yarışında bizi ön sıralara taşıyacak güçtür. Bu gücü etkin bir şekilde kullanabilmemiz ise ancak onu davranış şekli ve yaşam biçimi olarak yaşantımıza ve yönetim sistemimize bilinçli bir şekilde uyarlamamıza bağlıdır.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Değerli Konuklar,

Tehdit ve risklerin, çeşitliliklerinin günümüzde arttığı bilinmektedir. Bu durumun, yaşadığımız coğrafyada, güvenlik bağlamındaki bölgesel değerlendirmelerimizi gerçekçi bir yaklaşımla yapmamızı ve bu değerlendirmelere göre de güvenlik politikalarımızı ifa yeteneği olacak şekilde geliştirmemizi gerektirdiğine inanıyorum.

Bu nedenle, özellikle Orta Doğu ile ilgili güvenlik politikalarımızın tek tek ülke bazında değil de bir bütünsellik içinde ele alınması sanıyorum gelişmelerin tümünün kavranması açısından önem taşıyacaktır. Orta Doğu’daki sorunlar bu açıdan incelendiğinde, sorunların bazı ülkelerin temel politikalarından kaynaklandığı gözlenmektedir. Bu ülkelerin politikaları anlaşılmadan sağlıklı güvenlik politikaları üretilmesi mümkün değildir.

Orta Doğu’nun güvenlik ortamında uygulanan genel politikanın “yapılandırıcı kaos” yaklaşımı olduğunu düşünüyorum. Bu yaklaşımı, bazı ülkelerin istikrarsızlaştırılması suretiyle soruna çözüm bulunması şeklinde de ifade edebiliriz.

Bu konunun, bu törenin kapsamı içinde ele alınıp incelenmesi mümkün değil. Ancak, Türkiye’nin, Orta Doğu’da uygulamalarına tanık olduğumuz bu “istikrarsızlaştırma” politikalarının güvenlik bağlamında bir aktörü hâline gelmemesi gerektiğine dikkat çekmek istiyorum.

Bu politikalara bir örnek olarak Irak gösterilebilir. Irak’ta güvenliğin ve istikrarın sağlanamaması, bölgeden kaynaklanan terör tehdidini ciddi boyutlara ulaştırmıştır. Tabi ki bu durumda, Irak’ın kuzeyindeki grupların ayrıcalıklı ve Irak’ın geleceğinin belirlenmesinde söz sahibi bir konuma getirilmiş olmasının büyük etkisinin olduğu değerlendirilebilir.

Gelinen noktada, birçok çevre, merkezî Irak yönetimi ile güvenlik iş birliği yapmamız yönünde telkinde bulunmaktadır. Ancak, bir gerçek görülmemektedir. Merkezî Irak yönetimi güvenlik güçlerinin, Irak’ın kuzeyine geçme yetkisi dahi yokken, kuzeydeki güvenlik güçleri güneyde her türlü yetkiye sahiptir. Böyle bir uygulama, Irak’ı “istikrarsızlaştırma” değildir de nedir?

Orta Doğu’ya yönelik bu örnekleri diğer bölgeler için de çoğaltmamız mümkündür. Bu bölgelerden birinin Karadeniz olduğunu söyleyebiliriz. Son yıllarda ortaya atılan ve Karadeniz ile ilgili olmayan birçok sorunla; “Genişletilmiş Karadeniz”, “Karadeniz Sinerjisi” gibi isimlerle sunulan projelerle Karadeniz, bir sorunlar yumağı hâline getirilmeye çalışılmaktadır. Üzülerek ifade ediyorum, bunlar kamuoyunda da yeterince tartışılmamıştır. Böyle bir ortamda, Türkiye’nin çok hassas olma zorunluluğu vardır. Ben, ifade etmeye çalıştığım bu satırları, Gürcistan’daki son gelişmelerden önce yazmıştım. Ortaya çıkan son durum, bu öngörülerin doğruluğunu kanıtlamaktadır.

Doğu Akdeniz’e ilişkin kısa değerlendirmemi de sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bölgedeki gelişmelere baktığımızda Doğu Akdeniz’de petrol yataklarının araştırılması ve işletilmesine, deniz yetki alanlarının genişletilmesine yönelik çabaları endişe ile izliyoruz. Çünkü, bu çabalar hayata geçirildiği takdirde Türkiye, güneyde Antalya Körfezi’ne hapsedilmiş olacaktır.

Bu hususları bir amaçla dile getirmekteyim. Her ulus, şüphesiz kendi çıkarları yönünde hareket eder. Bunu saygıyla karşılamamız gerekir. Ancak, Türkiye’yi ana kıtasına kapatma girişimleri karşısında, Türkiye’nin de çalışmaları olduğu bilinmelidir. Türkiye’nin bu konulardaki yaklaşımı – örneğin Akdeniz’deki münhasır ekonomik sahalar – konunun kamuoyu ile paylaşılarak bir ulusal görüşün oluşturulması şeklinde olmalıdır. Bunlar ulusal güvenlik ile de çok yakından ilgilidir.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Değerli Konuklar,

Konuşmamın bu bölümünde de özellikle terörle mücadele konusundaki bazı düşüncelerimi sizlerle paylaşacağım:

Terörle mücadelenin geçmişine baktığımız zaman, bazı önemli eşiklerin bulunduğu görülmektedir.

1’inci eşik, Birinci Körfez Savaşı’dır. 1991-2003 dönemini kapsamaktadır.

Savaş öncesinde, çökme aşamasına gelen terör örgütü, savaş sonrası Kuzey Irak’ta geniş bir güvenli alana sahip olmuştur. Kuzey Irak’ta 36’ncı paralelde tesis edilen hat, yalnız terör örgütüne değil, aynı zamanda Irak’ın kuzeyinde yaşayan gruplara da geniş bir manevra alanı oluşturmuştur. Bu oluşumla birlikte, Türkiye içinde terör olaylarında büyük bir tırmanma yaşanmıştır. Savaş sonrası 1992-1997 yılları arasında verdiğimiz şehit sayısı yılda 500’lü rakamlara çıkmış, ancak bu süreçte ülke içinde ve Irak’ın kuzeyinde icra edilen operasyonlarla terör örgütüne de çok ağır zayiatlar verilmiştir.

1999’da terör örgütünün sözde liderinin yakalanması ve 2000’den itibaren silahlı teröristlerin çok büyük ölçüde Irak’ın kuzeyine çekilmeleri sonucu, terör olaylarında çok büyük düşüş yaşanmıştır. Öyle ki, bu dönemde 2001 yılında: 19, 2002’de: 6, 2003’te: 22 şehit verilmiştir.

2’nci eşik, İkinci Körfez Savaşı’dır. 2003-2007 dönemini kapsamaktadır.

- Bu dönemde, sınır ötesi operasyonların yapılamaması

- Irak’taki karışıklıktan yararlanan terör örgütünün çok sayıda silah ve patlayıcı temin etmesi ve bölgeden geniş destek alması sonucu, terör olaylarında özellikle patlayıcı madde kullanımında artış eğilimi görülmeye başlanmıştır.

3’üncü eşik ise Türk Silahlı Kuvvetlerinin sınır ötesi operasyon yetkisi aldığı 28 Kasım 2007’den bugüne kadar geçen yaklaşık 9 aylık süreçtir.

Yurt içinde giderek yoğunlaşan operasyonlara ilave olarak, bir plan dâhilinde, yetkiyi almamızdan 4 gün sonra, sınır ötesi operasyonlara başlanmıştır. Aralık ayında ilk büyük çaplı hava harekâtı icra edilmiş, bu harekâta aralıklarla devam edilmiş ve önceden planlı olarak mevsimin en ağır şartlarının oluştuğu Şubat 2008’de Kara Kuvvetleri ve Jandarma Genel Komutanlığı birliklerinin katıldığı büyük çaplı kara operasyonu icra edilmiştir. Bu operasyonlar, saptanan belirli amaçlar için yapılmıştır. Bu amaçları burada vurgulamam gerekir. Bu amaçlar neydi?

Birincisi: Terörle silahlı mücadelenin bel kemiği, terör örgütünün başarılı olma ümidini kırmaktı. Bunda başarılı olduğumuzu söyleyebiliriz.

İkincisi: Irak’ın kuzeyinin terör örgütü için güvenli bir bölge olmadığını, hem teröristlere hem de terörü destekleyen iç ve dış mihraklara öğretmekti. Bu husus gerçekleşmiştir. Operasyonlar öncesi, terör örgütü, Irak’ın kuzeyinde öylesine kendisini güvende hissediyordu ki, teröristler sebze bahçeleri, basit de olsa binalar, tören alanları tesis etmişlerdi. Bölgeyi bilen bir insan olarak, bunları 10 yıl önce hayal bile edemezdim.

Kandil Dağı, Zap, Avaşin, Hakurk ve diğerleri onlara göre erişilmez kalelerdi. Zaho’dan taksiye binip, teröristleri ziyaret edenler vardı. Teröristleri; gitar çalan, insan hakları savunucusu olarak göstermek, onlara sevimli insan maskeleri takmak isteyenler vardı. Kanlı katilleri masum insanlar olarak kamuoyuna göstermek isteyenler vardı. Bunları yaşadık.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Değerli Konuklar,

Askerliğe veda etmek üzere olan bir insan, bir subay olarak, büyük harflerle ifade ediyorum: ARTIK, ONLAR YOK. OLANLAR DA ORTADAN KALDIRILACAKTIR.

28 Ekim 2007 tarihinde, henüz sınır ötesi operasyon yetkisi almamışken yaptığım konuşmadan bir cümleyi sizlere hatırlatmak isterim. Cümle şuydu: “Bize bu acıları yaşatanlara, o acıları hayal bile edemeyecekleri bir yoğunlukta yaşatacağız ve bu konuda kararlıyız.”

Biraz önce, “Artık, onlar yok.” dedim. İzninizle var olanlardan da kısaca söz etmek istiyorum. Neler var?

- Irak’ın kuzeyinde ve içeride 2-3 teröristten fazlasının sürekli bir araya gelmediği terörist grupları var.

- Mağaraları kendileri için güvenli yerler olarak gören teröristler yerine, küçük gruplar hâlinde, görünmemek için ağaçların altında sabahlayanlar var.

- Muhabere vasıtalarını korkudan kullanamayanlar var.

- Kendilerini emniyette hissetmedikleri için sözde lider kadrodan kaçanlar var.

- Yurt içinden ve yurt dışından terör örgütüne yardım ve yataklık yapıp, demokrasi ve özgürlük havarisi kesilenler var.

- Bize acı veren patlayıcıları yerleştirmelerine yardım eden iş birlikçileri var.

- Terör örgütüne darbeler vurduğu için Türk Silahlı Kuvvetlerinden nefret edenler var.

Söyleyeceğim şu: Onların varlıkları, bizim de var olma sebeplerimizden biridir.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Değerli Konuklar,

Terörle ilgili son sözlerim şunlardır:

- Karşı karşıya kaldığımız terör örgütü; şiddeti ve vahşeti bir vasıta olarak kullanan etnik milliyetçi, bölücü bir örgüttür.

- Türk Silahlı Kuvvetleri olarak, bölgede yaşayan insanlarımızı asla potansiyel terörist olarak görmeyiz. Onlar bizim vatandaşlarımız ve kardeşlerimizdir. Biz, terörist ile vatandaşları birbirinden ayırırız. Vatandaşlarımıza saygı ve şefkatten başka bir duygu beslemeyiz.

- Terörizm, çok boyutlu bir olgudur. Sorunun sadece silahlı mücadele boyutu yoktur. Terörizmin; sosyal, ekonomik ve politik boyutları olduğunu bir asker olarak çok iyi biliyoruz. Bu boyutlar, askerlerin ilgi alanında olmasına rağmen yetki alanı dışındadır. Asker olarak bizim görevimiz, silahlı teröristlerle silahlı mücadeledir. Yurt dışı gezilerimde de bu konuyla ilgili sorular soruluyor. Açıkça tekrar ifade ediyorum: terörle mücadele, terörle ilgili birimlerin topyekün bir mücadelesini zorunlu kılmaktadır. Tek yönlü mücadele ise kesin sonuç için yeterli değildir. Bunu yalnız bizim değil, yabancıların da artık anlaması gerekir. Bu gerçeği yalnız ben değil, benden önceki komutanlar da her fırsatta dile getirdiler. Geçmişte söylenen her şeyi, yeni dile getirilmiş gibi yorumlamak, sanıyorum gerçekçi bir yaklaşım da değildir.

- Türk ulusu uzun yıllardır yaratılmaya çalışılan bir Türk–Kürt çatışmasından, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da şiddetle kaçınmalıdır.

Son yıllarda büyük riskler alınarak yapılan hava ve kara harekâtları ile teröre gerçekten büyük darbeler vurulmuştur. Üzülerek ifade ediyorum: Bu operasyonların başarılı olmamasını düşünen çevreler de ortaya çıkmıştır. Bu, üzüntü verici bir durumdur. Türk Silahlı Kuvvetleri bu operasyonlarda her türlü riski göze almış ve başarılı olmuştur. Terör örgütünün büyük bir güvensizlik içinde olduğu bu dönemde, terör örgütüne yönelik bu baskıyı devam ettirmemiz gerekiyor. Bu baskının artarak devamı terör örgütü üzerinde ölümcül bir etki yaratacaktır.

Özellikle, Irak’ın kuzeyinde icra edeceğimiz operasyonlarla bu bölgenin terör örgütü için güvenli olmayan bir bölge hâline getirilmesi yurt içinde icra edeceğimiz operasyonlara da çok olumlu yönde yansıyacaktır. Çünkü, yılanın başı Irak’ın kuzeyinde, kuyruğu ülkemiz içindedir.

Terörle mücadelede başarıya ulaşabilmek için mücadelenin hukuki esaslar çerçevesinde yürütülmesi de bir zorunluluktur. Ancak, bu hukuki esasların zorlaştırılması terörle mücadeleyi de zaafiyete uğratacaktır. Hukuk sistemimizi çağdaş standartlara ulaştırmamız, elbette gereklidir. Ancak, bunun terörle mücadelenin bir sorunu olarak karşımızda durduğu da unutulmamalıdır. Orgeneral Işık KOŞANER tarafından önceki gün vurgulanan bu konunun detaylarına girmeyeceğim. Ancak, ifade ettiklerine aynen katılıyorum.

Terörle mücadelede önleyici tedbirler çok önemlidir. Bu konudaki hukuki düzenlemeler, birçok konuda güvenlik kuvvetlerini zaafiyete düşürmektedir. Bir örnek vermek istiyorum: Bir kamyonda silahlı teröristlerin olduğu konusunda kesin istihbarat alıyorsunuz. Güvenlik güçleri gerekli tedbirleri aldıktan sonra kamyonu durduruyor. Ancak, yeni yasal hükümler gereğince güvenlik güçlerinin bu aracın içine ve gizli bölmelerine bakma yetkisi yok. Şimdi biraz durup düşünelim. Herhâlde teröristler silahlarını kamyonun dışına asmazlar. Kamyon, görünüşte arı kovanları ile dolu. Eğer, teröristler kamyon durdurulunca ateş etmeselerdi bu kamyon yoluna devam edecekti. Maalesef, Erzincan’da yaşanan bu olayda, şehit de verdik. Bu ve benzeri hususlar ilgili kurullarda da dile getirilmiştir. Bunlar üzerinde iyi düşünmemiz gerekiyor.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Değerli Konuklar,

Teknoloji alanındaki gelişim hangi boyutlara ulaşırsa ulaşsın, nitelikli insan her zaman en büyük kuvvet çarpanı olmaya devam edecektir. Bu nedenle, nitelikli insan yetiştirmek öncelikli hedef olma özelliğini koruyacak, nitelikli insanı merkezine aldığı sürece tüm çalışmalar başarıya ulaşabilecektir. Yarım yüzyıla yakın askerlik yaşantımda bütün çalışmalarımın merkezine hep insanı koydum. Silah, araç ve malzeme hiçbir zaman insanın yerini almadı.

Bunların yerlerini birbiriyle karıştıranların yani önce insan demek yerine önce araç gereç diyenlerin başarısızlıklarına hiç şaşırmadım. Sevk ve idare ettiğim insanları hiçbir zaman arka planda ‘motif’ olarak görmedim. Onların her birinin bir değer olduğunu bilerek ona göre davranmaya çalıştım. Bu düşünceye bağlı kalarak yürüttüğüm görevlerde başarılı olup olamadığımı yüce ulusumun takdirlerine bırakıyorum.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Değerli Konuklar,

Askerî öğrenci olarak 1955 yılında katıldığım, yurda ve ulusa adanmışlar yuvası olan bu şanlı kurumda farklı rütbe ve kademelerde yürüttüğüm hizmet sürem sona eriyor. Askerliği bir meslek olarak tanıyıp yaşam şekli olarak benimsediğim günden bu yana büyük bir onurla taşıdığım üniformamı, bugün, son kez giyiyorum. Bir asker için en büyük ödülün şerefle tamamlanmış görev olduğu bilinciyle yürüttüğüm tüm çalışmaların nişan ve rütbelerini taşıyan üniformama da artık veda ediyorum.

Takdir edersiniz ki, yaşam biçimi olarak benimsenmiş bir meslekten duygusal olarak tamamen ayrılmak söz konusu olamaz; hele de bizler gibi henüz çocuk denilebilecek bir yaşta bu üniformayla tanışanlar için. Sadece şeklen ayrıldığım bu şanlı yuvaya hizmet düşüncesi, göreve başladığım ilk günkü heyecanıyla, yaşamımın bundan sonraki döneminde de yaşamla aramdaki en güçlü bağ olacaktır.

Yıllar önce okuduğum General Dauglas MACARTHUR’un 1951 yılında Mecliste yaptığı veda konuşmasından şu satırları hatırlıyorum:

“Orduda 52 yıldır sürdürdüğüm görevim sona eriyor. Orduya katıldığımda tüm çocukluk hayallerim ve ümitlerim gerçekleşmiş oldu. Uzun hizmet yıllarımdan sonra hatırımda kalan bir askerî marşın nakaratı şöyle: “Eski askerler asla ölmezler, sadece gözden kaybolurlar.”

Şu an, bu marştaki gibi ben de askerî kariyerinin sonuna gelmiş biri olarak sadece gözden kayboluyorum. Ancak, kalbim hep onlarla beraber olacak.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Değerli Konuklar,

İki yıl önce devraldığım Genelkurmay Başkanlığı görevini bugün, kendisini subaylığının ilk yıllarından beri tanıdığım, değerli silah arkadaşım Orgeneral İlker BAŞBUĞ’a teslim edeceğim. Kendisi, Türk Silahlı Kuvvetlerinde çok önemli görevleri başarı ile ifa ederek bugünlere gelmiştir. Bugün teslim alacağı hizmet bayrağını, görevi süresince çok daha ilerilere taşıyacağına olan inancımla, kendisine yeni görevinde başarılar diliyorum. Genelkurmay Başkanlığı görevi kendisine, değerli aile bireylerine, Türk Silahlı Kuvvetlerine ve yüce ulusumuza hayırlı olsun.

Genelkurmay Başkanı olarak yaptığım bu son konuşmayı, bugünlere gelmemde büyük pay sahibi olanlara teşekkürle bitirmek istiyorum: Ulusal birliğimizi ve yurdumuzun bölünmez bütünlüğünü korumak uğruna verilen mücadelede hiç tereddüt etmeksizin en değerli varlığı canını ortaya koyan şehitlerimizi rahmetle, gazilerimizi saygıyla anıyor, aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin daima daha ileriye gitmesi için emek harcayan ve değerli katkılarda bulunan tüm mensuplarına; görev sürem boyunca desteklerinin eksikliğini hiçbir zaman hissetmediğim değerli silah ve mesai arkadaşlarıma; generallerimize, amirallerimize, subaylarımıza ve astsubaylarımıza, uzmanlarımıza, sevgili Mehmetçiklerimize, askerî öğrencilerimize, memur ve işçilerimize de teşekkürlerimi sunuyorum.

Ayrıca, uzun meslek yaşantımın 37 yılını benimle paylaşan ve bütün enerjimi meslek yaşantıma yansıtmamı sağlayarak tüm güçlüklere benimle göğüs geren sevgili eşim Filiz BÜYÜKANIT’a, çok özel bir teşekkür etmeyi, bir gönül borcu olmanın ötesinde içten gelen samimi duygularımın bir gereği olarak görüyor, bunu ifade etmekten büyük bir mutluluk duyuyorum.

Ayrıca, varlığıyla bana güç ve mutluluk veren sevgili kızıma ve yavrularına, yetişmemde emeği geçen, aile büyüklerime ve yaşayan aile bireylerine en derin şükranlarımı; hayata veda etmiş aile büyüklerime de rahmet dileklerimi sunmayı bir borç biliyorum.

Töreni şereflendiren başta Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere tüm konuklarımıza, özellikle bu törene katılmak için gelen NATO Askerî Komite Başkanı değerli arkadaşım Oramiral Giampaolo DI PAOLA’ya, komutanlarımıza, saygıdeğer hanımefendilere, silah arkadaşlarıma ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin tüm personeline teşekkürlerimi ve saygılarımı sunuyorum.

Genelkurmay Başkanlığı görevimi büyük bir onur ve güvenle, değerli silah arkadaşım Orgeneral İlker BAŞBUĞ’a teslim ediyorum.

Arz ederim.

( 28 Ağustos 2008 )