Gündem

Gazeteciliğin erotiği mi yoksa politiği mi daha etkili?

Birgün gazetesi yazarı Hakan Aksay'ın "Gazetecilik: erotik ya da politik?" başlıklı yazısı...

09 Ekim 2010 03:00

T24- Birgün yazarı Hakan Aksay, Moskova'da Purtin'in doğum gününde yayımlanan biri erotik, öteki muhalif içerikli iki takvimi ele alarak gazeteciliğin nereye gittiğini sorguluyor. Yazısını "çıplak kadın fotoğrafı her zaman siyasi söylemden daha etkili oluyor. Bizim Türk medyası deneyimimiz de bunu açıkça göstermiyor mu sizce?" sorusuyla bitiriyor.


Aksay, bir başka yazısında, Alevilerin tepki gösterdiği Mehmet Ali Erbil'in "kasıtlı" olamayacak kadar "bilinçsiz" olduğunu, Çarkıfelek programının korkunç düzeysizlik yüzünden değil, “ağızdan kaçan patavatsız bir söz” nedeniyle kapatılmasının ilginç olduğunu vurguluyor.


Aksay'ın bugünkü (9 Ekim 2010) köşesinde yer alan yazıları...


Gazetecilik: erotik ya da politik?

Gazetecilik nereye gidiyor? Yalnızca Türkiye’de değil, bütün dünyada? Mesela, medyası çeşitli bakımlardan Türk medyasına benzeyen Rusya’da?


Gazetecilerin idealleri nasıl şekilleniyor? Ne tür gazetecilik öne çıkıyor? Ünlü ve zengin bir gazeteci olmak için ne yapmak gerekiyor?


Bu sorular bugünlerde Rusya’nın gündemine bir kez daha geldi. Kimisi gülerek, kimisi kızgınlıkla bu soruları cevapladı.


Gündem yaratan gelişme şuydu: Rusya Başbakanı Vladimir Putin 7 Ekimde doğum gününü kutladı. Siyaset ve medya dünyasından pek çok isim Başbakan’ı kutladı.


Bu arada Rusya’nın en iyi üniversitesi olan Moskova Devlet Üniversitesi’ne bağlı Gazetecilik Fakültesi’nde “ilginç” bir takvim ortaya çıktı. 12 genç kızın yarı çıplak fotoğraflarıyla “Putin’i kutlayan” bir takvimdi bu.


Adı geçen fakültede çalışan bir yapımcı, “Happy Birthday, Mr. Putin!” adını verdiği takvimde, fakülte öğrencisi kızların fotoğraflarının yanına Putin’le ilgili “kışkırtıcı” cümleler yazdı:


“Orman yangınlarını söndürdüler, ama ben hâlâ yanıyorum”, “Herkese böyle bir erkek dilerim”, “Sizi bizzat kutlamak istiyorum. Telefonum: …”


Olay birçok farklı tepkiye yol açtı. “Bravo” diyenler, alkışlayanlar, takvimin nerede satıldığını soranlar, bir anlamda gazetecilik fakültesinde okuyan geleceğin gazetecilerinin iktidarla ilişkisine yönelik bir ürüne de not vermiş oluyordu. Fakültenin dekanı da dahil pek çok kişi, bunu bir “rezalet” olarak yorumladı ve kınadı. Soruşturma açılması ihtimalinden söz ediliyor.


Bu arada bu takvime aynı fakültede okuyan birkaç muhalif genç kız bir gecede organize edilmiş (şimdilik sadece internette yer alan) bir cevap verdi ve “Alternatif takvim” yayımladı. Takvimdeki kızların ağızları bantla kapatılmış. Yanlarında Putin’e yönelik muhalif içerikli sorular var:


“Anna Politkovskaya’yı kim öldürdü?”, “Hodorkovski ne zaman serbest bırakılacak?”, “Enflasyonun rüşvetlere etkisi nedir?”…


Bu da politik, “anti-Putin”, alternatif takvim. İlk takvimi dünya alem duydu, ama bunu duyanlar sınırlı.


Yalnızca birincisinin uzun sürede düşünülerek organize edilmesinden değil. Sözün “yanına” (yoksa “yerine” mi deseydik?) çıplak vücudu koymasından dolayı.


Çıplak kadın fotoğrafı her zaman siyasi söylemden daha etkili oluyor. Bizim Türk medyası deneyimimiz de bunu açıkça göstermiyor mu sizce?


‘Maksadını aşmak’

Ününü ve başarısını, büyük ölçüde “ekranlardaki sürekli ve dinamik sululuk temposu”na borçlu olan Mehmet Ali Erbil, bilmem kaçıncı gafını Alevilerle ilgili bir konuda yapınca ve bu gaf birçok kentte kitlesel tepkilerle karşılanınca Star TV, Çarkıfelek programını yayından kaldırılmış.


Bu programı izlemediğim için üzüldüğümü söyleyemem. Dahası bu ve benzeri programları, para kazanma sosuyla karışık bir “düzeysizlik sanatı” olarak gördüğümden içimden “iyi olmuş” demek bile geldi. Ama giden programın yerinde “halkın beğeneceği tarzda” (!) benzer bir sululuk edebiyatının ortaya çıkma ihtimalini yüksek gördüğümden, onu da demiyorum.


Erbil ve benzerlerinin “seyirci böyle istiyor” diyerek kameralar karşısında yaptığı sözüm ona şakalar (sıradan insanların dış görünüşleri ve giysileriyle alay etmek, şivelerini tekrarlamak, onları aşağılamak, bel altı espriler yapmak, pantolon indirmek, hatta küfretmek) sanırım herkesin malûmu.


Programın bu korkunç düzeysizlik yüzünden değil, “ağızdan kaçan patavatsız bir söz” nedeniyle kapatılması da ayrı bir konu.


Evet, “ağızdan kaçan patavatsız bir söz” diyorum; çünkü Erbil, “Mum söndü mü yapıyorsunuz orada?” şakasının Alevilerle ilgisini kolay kurabilecek bir birikime sahip görünmüyor. Yani “kasıtlı” olamayacak kadar “bilinçsiz”.


İşini ve parasını kaybetmemek için alelacele yaptığı özür açıklamasında “sözlerim maksadını aştı” derken bir anlamda haklıydı.


(Şu, “sözlerin maksadını aşması” açıklamasına doğrusu bayılıyorum. Bu deyişi ilk kim uydurdu, bilmiyorum; ama densiz siyasiler başta olmak üzere, çam devirdiğini açıkça kabul etmekte zorlanan birçok kişinin bu anlatımı seçmesi, böylelikle sanki “istenmeyen bir kelimenin aşabileceği derin bir maksat sahibi olduğu” izlenimi vermek istemesi, beni hep gülümsetiyor.)


Bundan dolayı da Alevilerin tepkisi ilk bakışta abartılı görülüyor. Ama…


Mesele, elbette Güner Ümit veya Mehmet Ali Erbil gibi showmanlere tepki gösterilmesinden ibaret değil. Alevilerin toplumda hak ettikleri yerde görülmemeleri, sık sık aşağılanmaları ve haklarında olur olmaz söylenti ve iddiaların elini kolunu sallayarak ortalarda dolaşabilmesi.


Zaten bazı Alevi örgütlerinin yaptığı açıklamalarda da, bu tür hataların geçmişi çok eskilere dayanan bir zihniyet sorunu olduğu, bugünkü iktidarın da Alevileri suçlar bir üslup kullanabildiği ve aslında bir zenginlik olarak kabul edilmesi gereken farklılıkların “Alevi-Sünni sorunu” olarak manipüle edilen konulara dönüştüğü vurgulanıyor.



Kültürünüz kaç para eder?

Kültür mü, kömür mü?


Böyle de soru olur mu demeyin. Olur.


Bir Türk işadamı Rusya’yı geziyor. Gezinin amacı elbette kültürel değil, ticari.


Gittiği yerlerde ona büyük konukseverlik gösteriyorlar. Ve adamın aradığı malları göstermeden önce, tarih ve kültürleri üzerine bilgi veriyorlar:


-      Puşkin, Yevgeniy Onegin’in bir bölümünü bizim kentimizde yazmıştır.


-      Şu gördüğünüz topraklar, Çaykovski’nin Kuğu Gölü Balesi’ni yazarken esinlendiği yerlerdir.


-      Dostoyevski Beyaz Geceler’i burada yaratmıştır.


Önce bunları nezaketen dinlemeye çalışan işbitirici işadamımız sonunda patlıyor:


- Yahu ben binlerce kilometre öteden bu hikayeleri dinlemeye gelmedim. Malı gösterin, malı!

*       *       *

İşte yazının başındaki soru buradan çıkıyor:


Puşkin mi, kömür mü?


Çaykovski mi, kereste mi?


Dostoyevski mi, boru mu?


Yazık ki bu tür örnekler az değil. Bazen yaşadığımız dünyada küçük bir azınlık dışında kimsenin kültürel kaygıları olmadığını düşünüyorum.


Ama ya bizi bügünlere getiren tarih? Ondan ne öğrenmemiz gerekiyordu?


Homeros’un MÖ IX. yüzyılda yaşadığı, İliada ve Odysseia destanlarını yazdığı dilden dile dolaşarak bugünlere gelmiştir. O tarihlerden hatırladığınız zengin bir Truvalı tüccar var mı?


XVIII. yüzyılın büyük bestecisi Wolfgang Amadeus Mozart’ı tanımayan yok. Ama onun canına yeten ve bir mektubunda “bu adamdan delicesine nefret ediyorum” diye söz ettiği patronunun adını bilen var mı?


XIX. yüzyıl resmine damgasını vurmuş olan Van Gogh, yoksul yaşamı boyunca yalnızca tek bir eserini satabilmişti. Peki o dönemden hangi Hollandalı işadamını, hangi fabrikatörü tanıyorsunuz?


Homeros’un gözleri kör müydü? Mozart neden ölümü en gerçek dost sayardı? Saralı olması, Van Gogh’u nasıl etkilerdi?

*       *       *

Bu sorular ilginizi çekiyor mu?


Peki, başka sorular soralım:


Bütün dönemlerin patronları, kömürcüleri, kerestecileri nasıl yaşardı? Hangi yöntemlerle zenginleşirlerdi? Nasıl kazanır, nasıl yerlerdi?


Ya bu soruları ne kadar ilginç buluyorsunuz?


Dilerseniz birkaç soru daha ekleyelim:


Kaç çocuk büyüyünce şair olacağını söylüyor? Kaç aile, çocuğunun piyanist veya balerin olmasından mutluluk duyuyor? Kaç kız bir ressamla evlenmeyi düşlüyor? Herkesin idealinin bir kenarına kalın bir cüzdan sıkışmamış mıdır?