T24 - Radikal gazetesi yazarı Ezgi Başaran, sanıkları arasında Ahmet Şık ve Nedim Şener'in de bulunduğu Odatv davasının ilk duruşmasınından izlenimlerini yazdı.
Başaran'ın bugün (23 Kasım 2011) yayımlanan "Gazetecilerin kararmanyan enseleri" başlıklı yazısı şöyle:
Ve gazetecilerin enseleri gözüküyordu. Sadece enseleri…
En arkada Soner Yalçın, yanında Doğan Yurdakul, onun yanında Ahmet Şık…
Önünde zayıflıktan boynu gömleğin yakasına az gelen Nedim Şener…
OdaTV editörleri Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu en ön sırada…
Arkalarında, kucağında onlarca dosya kâğıdıyla Hanefi Avcı…
Yalçın Küçük kocaman sarı defterine not alıyor, diğer elinde Davalarım adlı kendi kitabı, oturduğu iskemlenin ayağında ise Tekelistan başlıklı başka bir kitap…
Reddi hâkim talep edildiğinden OdaTV iddianamesi okunmayacak, savunmalar alınmayacaktı.
Avukatlar müvekkilleri hakkında konuşmaya başladı:
“Burada gördüğünüz kişiler saygın gazetecilerdir, tek faaliyetleri gazeteciliktir.”
“Ahmet Şık, bir kitap yazmaya teşebbüs ettiği için yargılanmaktadır. Kitabın içeriğinden çok, o içeriği kimin yazdığı konu edilmiştir. Şık, bir aşk kitabı yazsaydı da yargılanacak mıydı, yoksa yazdığı İmamın Ordusu’nun içeriği mi rahatsız edici bulunmuştu?”
Avukatların soruları devam ediyor:
“Nedim Şener, çeşitli kitapların yazılmasına yardım ettiği için 9 aydır tutukludur. Eğer o kitapları yazmış olsaydı, yazdığını söyler, kendi ismiyle basardı. Ayrıca diyelim ki yazdı… Bu şekilde bir terör örgütüne yardım ve yataklık edilir mi?”
“Soner Yalçın, OdaTV bilgisayarlarından çıkan virüslü belgeler delil olarak kabul edildiği için terör örgütü üyesi olmakla suçlanıyor. O belgelerin çıktığı bilgisayarların imajları niçin hâlâ bize verilmiyor?”
“Ahmet Şık’ın kitabı 125 yazarla piyasaya çıktı, şimdi onlar da mı yargılanacak? Hem onlar, Şık’ın teşebbüs ettiği şeyi hayata geçirmiş olduklarından daha ağır bir cezayla mı karşılaşacaklar? Böyle bir mantık olabilir mi?”
Hanefi Avcı bir kitap yazdı, görmediği baskı kalmadı. Kendisi zaten Devrimci Karargâh davasında tutuklu olarak yargılandığına göre kaçma veya delilleri karartması söz konusu değildir. Niye bu davada da tutuklu yargılanıyor?”
Gergin gülüşmeler… Cevapsız sorular…
Nedim, jandarma nezaretinde tuvalete giderken, Yalçın Küçük elinde kitaplarıyla 5 dakika konuşma izni alıp heyecanla “Kaşif Kozinoğlu güvendiği kişilerle çeşitli bilgiler paylaştı, onları anlatacağım” derken, avukatlar ellerinden geleni yapmaya çalışırken, savcı tutukluluğun devamını isterken…
İçinde bulunduğumuz salonda bir davadan çok, senaryosu belli bir tiyatronun daha izleyicisi olduğumuzu hissettim.
Tutuklanmak da yargılanmak da birilerinin niyetine kalmıştı. Yaptığınız ya da söylediğiniz hiçbir şeyin bu niyete tesiri olmayacaktı.
Özgür Gündem’in basıldığını, 48 avukatın KCK’dan gözaltına alındığını duyduğumda salona bir kez daha baktım.
Henüz tutuklanmamış olan avukatlara, yanımdaki gazeteci arkadaşlarıma…
Sonra tutuklu meslektaşlarıma.
Sadece enseleri görünüyordu.
Belki başka bir açıdan izleyicilere ayrılmış bölümde oturan biz gazetecilerin ve avukatların da görünüyordur. Başka bir yerden, mesafeden bakıldığında öyledir.
Öyleyse ne yapacağız? Niyete kaldıysa işimiz?
Karartmayacağız yine de o enseyi. Bu da bir özgürlüktür, asla engellenemeyecek cinsten olan.