Gündem

Gazeteciler Başbuğ'un konuşması için ne dedi?

Gazeteci-yazarlar Sedat Ergin, Mustafa Karaalioğlu, Şahin Alpay ve Şükran Soner, Genelkurmay Başkanı Başbuğ'un konuşmasını değerlendirdi

15 Nisan 2009 03:00

Can Dündar’ın NTV'de sunduğu ‘Neden’de, Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin, Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu, Zaman Gazetesi'nden Şahin Alpay ve Cumhuriyet Gazetesi’nden Şükran Soner, Genelkurmay Başkanı İlker Bağbuğ’un yıllık değerlendirme toplantısında yaptığı açıklamaları değerlendirdi.

Başbuğ, ‘Atatürk, Türk milletini, ‘Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkı’ olarak tanımlıyor. ‘Türk halkı’ derseniz cümle düşer. ‘Türk milleti’ demiş Atatürk. Buradaki ‘halk’ ifadesi, sınırları çizilen bir coğrafyada; ki burası Türkiye, yaşayan halkın bütününü içeriyor. Etnik ayrım yapılmaksızın Türkiye halkını işaret ediyor’ dedi.

Can Dündar da, gazetecilere ‘Neden’ diye sordu.

Mustafa Karaalioğlu / Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni:
Değişim mesajı aldım diyeceğim ama çok abartır mıyım diye endişe ediyorum. Bir değişim olduğu muhakkak. Hem üslupta hem konuların seçiminde hem de o konulara yaklaşımda daha önce tanık olmadığımız farklı cümleler, farklı yaklaşımlar gözlemledim. 
 
Muazzam, Türkiye'nin ulaştığı demokrasi düzeyinin ortalamasının üzerinde, onu da sorgulayan bir değişim ya da yüksek üslup değil bu ama, Sayın Başbuğ’un koltuğunda daha önce oturanlardan duymaya alışık olmadığımız ya da çok sık duyamadığımız cümleler, mesajlar vardı. Ben bunları iki açıdan önemsedim. Birincisi Türkiye'nin gerçekten bir süredir şöyle ya da böyle içinde olduğu bir değişim var. İkincisi, dünyada Türkiye'nin direnemeyeceği bir değişim. Bölgemizde de etkilerini hissettiğimiz bir değişim bu. Türkiye'nin Avrupa Birliği ufku var, gerçi Sayın Başbuğ bugün enteresan şekilde değinmedi; önümüzdeki günlerdeki basın toplantısında yapacaktır mutlaka. Bu değişime direnilemezdi. Akıllı, iyi analiz eden, bu değişimi ciddi bir şekilde hesaba katan bir yaklaşım gördüm ben.

Bunların bazılarına değinmek istiyorum. Bundan sonra da çok konuşulacaktır. Türk Silahlı Kuvvetleri’yle din arasındaki ilişkiyi bu netlikle, bu açıklıkla söyleme ihtiyacı hissetmesi hem doğru hem gerekliydi. Peygamber ocağı lafını toplum çok kullanmaktaydı ama bildiğim kadarıyla ilk kez bir Genelkurmay Başkanı telafuz etti. Bu önemli bir şey. Yeni bir şey değil ama oradan söylendiği için mühim bir şey.

Çok temel mesele de; başbakan kullandığında çok büyük hadise olmuştu 'Türkiyelilik kimliği'. Bizi sadece Türk olmak mı tanımlar, ırksal ve etnik olarak Türklük müdür bizim tarifimiz ki böyle düşünenler var Türkiye'de. Hayır öyle değil. Sayın Başbuğ, Mustafa Kemal’den de referans yaparak 'el yazısıyla bunu yazmıştır' diyerek, kendi durumunu da güçlendirmek için, Türkiyeliliği, Türkiye’yi oluşturan çeşitli farklılıkların, çeşitli etnisitelerin oluşturduğu bir kimlikten, vatandaşlıktan söz etti. 'İkincil kimliklerin anayasaya yazılmasına karşıyız' dedi ama onun görüşüdür. Başkaları farklı düşünebilir. Bu da Türkiye için şaşırtıcı bir fikir değil ama silahlı kuvvetlerinin en tepesindeki isimden duyulduğu için önemsenmesi gereken bir fikir.

Temel hakların artmasının bir ihtiyaç olduğunu, Türkiye'nin birey hakları ve özgürlüklerinin artışına ihtiyacı olduğunu söylemesi, ordunun demokrasiye bağlılığını teyit etmesi önemliydi. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bir otonomi, yasalarla tanımlanan bir yetki alanı olması gerektiğini ama siyasetten bağımsız olması gerektiğini, kendi içerisinde gizlilik kurallarının tanzim edilmesinin muhakkak olduğunu ama bununla birlikte saydam olması gerektiğini söylemesi de yine bir talepti. Silahlı kuvvetlerin saydamlaşması; bu da önemli.

Kendi içerisinde mantığı olan ve iyi hazırlanmış bir konuşmaydı. Sayın Hilmi Özkök de demokrasi tadı ve tonu yüksek, duygusu yüksek konuşmalar yapıyordu ona da haksızlık etmeyelim ama Sayın Başbuğ’un bugünkü konuşması iyi hazırlanmış, referansları olan, akademik kaygı içeren bir konuşmaydı. O açıdan bir tutarlılığı vardı.

'Ülkemiz hangi seviyeye gelmiş' tanımıyla bakmıyorum olaya ama Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu pozisyona gelmesi, Türkiye'deki fikir zenginliğinin bir tarafından yakalaması açısından önemli bir konuşma olarak gördüm.

Şükran Soner / Cumhuriyet Gazetesi Yazarı
Sözcükler üzerinden değerlendirme yaparsak çok ciddi bir yanılgıya düşmüş oluruz. Çünkü kendilerinin de ifade ettikleri gibi, teorik bir çerçeve çizdiler ve bana göre en önemli yanı Türkiye'de ilk kez bir kurumun sadece genelkurmayın değil, sivil kurumlar partiler dahil ilk kez bir kurumun, temel hak ve özgürlüklerin tanımıyla ilgili çerçeveyi çok net ortaya koymuş olması.

Buna değinmek istiyorum. Çünkü Türkiye'de çok dillendirilmiyor ve sözcükler yanlış kullanılıyor. Temel hak ve özgürlüklerdir insan haklarından yola çıkan. Dünya felsefe birliğinin 'neden insanlık bu çağda ırklar ve dinler üzerinden böyle kanlı sorunlar yaşıyor’a yanıt arayan ve aldığı kararların çerçevesi bu. Şaka değil, çok ciddi bir çerçeve bu. Zannedildiği gibi ne Avrupa Birliği’nin, ne Amerika’nın ırklar ve dinlere ilişkin belgelerde yer alan çerçevesi değil. Özellikle Avrupa Birliği’nin Türkiye'ye çizdiği çerçeve değil.

Ne demek istiyorum? Felsefe birliği diyor ki; 'ayrımcılık ve özgürleşme sınırlarıyla ilgili, hangi kurum olursa olsun, örgütlenmeler ve kamu alanlarında ırklar ve dinler öne çıkarsa, belirleyici olursa bu özgürleşme değil ayrımcılıktır ve buradan kan çıkar.' Genelkurmay da bunu söylüyor. Sınırlar içinde tek üst kimlik. Amerikan vatandaşı, Fransız vatandaşı, İngiliz vatandaşı, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı. Buradaki Türkiyeli, ırkları ve dinleri reddeden bir algılama. Yani Mustafa Kemal’in de zaten çizmeye çalıştığı çerçeve ki, o çağda en ileri çok kültürlülük kavramına yakın bir tanımlama. Yani ırk üzerinden değil. Altını da çiziyor zaten burada. 'Kültürler ve kimlikler, ırk ve din kimlikleri asla üste çıkarılamaz, üst kimlik olamaz' diyor. Bu bize batıdan dayatılan çerçeve değil. Bu insan haklarının temel hak ve özgürlükler çerçevesi. Bu anlamda Helsinki metni bile yanlış kaleme alınmıştır.

Bu Genelkurmay açısından yeni bir yaklaşım mıdır? diye düşünecek olursak; 'Tabi herkes için öyle' diyebiliriz. Türkiye'de hiç yapılmadı zaten. Başbakan kullandı bir kaç kez alt kimlik, üst kimlik diye ama kavramları ters kullandı, yanlış kullandı. Genelkurmay dersini iyi çalışmış ve çok önemli bir çerçeve çizdi. Asla ırklar ve dinler üst kimlik olamaz, vatandaşlıktır üst kimlik o da Türkiyelilik'tir. Oradaki tek kelime Türkiyelilik ama çoğunluk anlamında değil, asla Kürt, Türk anayasal düzende yer alamaz. 24. maddeyi de açtı. O zaman bugünkü AKP’nin anayasa tartışmalarının tümünü reddediyor. Batıdan dayatılan özgürlük, ayrımcılık sınırlarıyla ilgili bütün oyunları da reddediyor, yani çok ciddi bir şey.

Şahin Alpay / Zaman Gazetesi Yazarı
Ben davetli değildim brifinge. Doğrusu evimde oturarak, gayet rahat bir şekilde Sayın Genelkurmay Başkanını NTV’den izledim. Bir şey kaçırmadım ama tabi oldukça kıdemli bir gazeteci olarak böyle bir toplantıya davet edilmemiş olmam... Zaman Gazetesi'nde yazdığım için davetli olmamam Türkiye Cumhuriyeti açısından, silahlı kuvvetler açısından, basınımız açısından fevkalade yanlış ve düzeltilmesi gereken bir durum.

Ben bazı objektif ölçüler konmasını kabul edebilirim. Denebilir ki 'efendim biz 40 binden, 30 binden aşağı tirajı olan gazetelerin yazar ve yöneticilerini davet edemeyiz, çünkü o taktirde yer bulamayız.' Bunun yerine bazı subjektif ölçüler konması, Genelkurmay'ın bilinmeyen nedenlerle hoşnut olmadığı gazetelerin yönetici ve yazarlarının davet edilmemesi, acilen düzeltilmesi gereken bir konu. Ben bütün meslektaşlarımın bu yanlışın düzeltilmesi için Genelkurmay üzerinde mahalle baskısı yapmaları gerektiğini düşünüyorum. İlk olarak bu belirtmek istedim.

Toplantının topluma açık olarak yapılmış olması yararlı. Ben toplantıyı izlerken şunu düşündüm; biz demokrasinin; özgürlükçü ve çoğulcu demokrasinin, bütün kurum ve kurallarıyla ülkemizde yerleşmesini istiyoruz. Bunun icaplarından bir tanesi, silahlı kuvvetlerle siyasetin birbirinden tamamen ayrılması, askerin tamamen sivil otoriteye tabi olması, kendisini ilgilendirmeyen konulara girmemesidir.

Bu açıdan baktığımızda ben çok üzüldüm. Sayın Genelkurmay Başkanı, ne kadar siyasi konu varsa, Türkiye'nin temel sorunları varsa, hepsinin üzerine görüşler beyan etti. Artık askerin bu ölçüde siyasetin içinde olmadığı bir Türkiye’yi özlüyorum ve umarım önümüzdeki dönemde buna doğru ilerleyeceğiz. Çünkü Sayın Genelkurmay Başkanı, o ideale doğru yürümekte olabileceğimize dair bazı işaretler de verdi. Mesela demokrasi üzerine çok sık vurgu yaptı konuşmasında. Ben Genelkurmay Başkanı'ndan ve bütün askerlerimizden demokrasinin icaplarına uymalarını bekliyorum. Türk Silahlı Kuvvetleri halkımız için fevkalade saygın bir kurum. Geleceğimiz açısından saygın bir kurum olması önemli. Bu kurumun saygınlığının da birinci şartı, herkesin işini yapması. Eski genelkurmay başkanlarımızdan biri geçtiğimiz günlerde, 'herkesin kendi işini yaptığı Türkiye'ye doğru ilerliyoruz' dedi. Ben onun bütün silahlı kuvvetlere yol gösterici olmasını diliyorum.

Sayın Başbuğ'un güzel vurguları da oldu. Hukuk devletine vurgu yaptı, her şeyin hukuk içinde olması gerektiğini söyledi. Onun yanında, bazı konuların tartışılabilir olduğunu kabul etti ve artık 'Kürt yoktur, hepimiz Türküz' söyleminin tarih çöplüğüne atıldığını onayladı. 'Bireysel temelde kültürel haklar tanınmalıdır ve bu bir demokrasinin icabıdır' dedi. Benim çok eleştirdiğim şeyleri de var tabi. Kimlik konusunda ben sevgili Şükran’dan farklı düşünüyorum.

Dünyanın her yerinde insanların tek ihtiyacı sadece sosyal ve ekonomik ihtiyaçlar değildir. İnsanlar dini kimliklerini, etnik kimliklerini, kültürel kimliklerini de diğer ihtiyaçları kadar önemserler ve eminim Sayın Genelkurmay Başkanı da böyle düşünüyor. Türkiye'nin bütünlüğünü, birliğini düşünüyorsak bu ihtiyaçlarına saygı göstermemiz lazım. Bu kimliklere saygı göstermeyen Türkiye, hiçbir şekilde dirliğini ve birliğini koruyamaz.

Sedat Ergin / Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni
Bu konuşma, teorik bir çerçeve ortaya koydu. Muhtemelen, önümüzdeki günlerde yapılacak basın toplantısında, biraz daha somutlaştıracaktır bu teorik çerçeveyi. Ben bugünkü konuşmanın entellektüel içeriğinin, bir hayli dolu olduğunu düşünüyorum. Sanki üniversite akademik seminere sunulan bir tebliğ gibi gözüküp, pek çok atıflar var. Batının önde gelen siyaset bilimcilerine, sosyologlarına, çok sık Max Weber’e atıflar yapılıyor. Getirdiği argümanları, özellikle batılı düşünürlerin, sosyologların, siyaset bilimcilerin görüşlerinden yola çıkarak, onların görüşleri üzerinde gerekçelendirmeyi çalışıyor. Ciddi bir entellektüel çabanın ürünü olarak karşımıza çıkan bir metin.

Tabi tartışılabilecek yönleri var. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ülkenin kimlik meselesi konusunda, diğer ele aldığı konular üzerinde, entellektüel çabanın içinde olması, Şahin Alpay'ın da söylediği gibi 'asker ne konuşmalı, ne kadar konuşmamalı, sınırları nereden geçiyor' sorusunu akıllara getirebilir. Buradaki entellektüel çaba, Türk Silahlı Kuvvetleri açısından çok önemli bir evrimden de geçtiğimizi gösteriyor.

Bir iki noktaya dikkat çekmek istiyorum. Birincisi, Türkiye'de kimlik sorununu çözümlemek kolay bir mevzu değil. Burada atıf yaptığı, esas aldığı referans Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Obama’nın Meclis konuşmasındaki Amerika’ya dönük, Amerikan kimliğinin tanımlanması... Amerika’da pek çok millet birarada, aynı kabın içinde eriyor. Amerikan modelini bir anlamda Türkiye'ye analiz etmeye, böyle bir benzetmeye... Ben bir noktanın altını çizmek istiyorum, orada üst kimlik Amerikalı. Musevisi de, Ermenisi de, Çinlisi de, İspanyolu da Amerikalılık kimliği altında bir araya gelebiliyor, el ele tutuşabiliyorlar. Bu Amerikalılık herkese eşit mesafede olan bir kavram. Amerika bir kıtanın adı, bir coğrafyanın adı. Yani insanoğlu gelmeden önce orada bir toprak parçası var, o toprak parçasına da Amerika deniyor. Amerika o toprak parçasında yaşayan insanların, yaşayan bir milletin, yaşayan bir etnik topluluğun kimliğini tanımlamak için getirilmiş, üretilmiş bir kavram değil; kıtanın adı. Dolayısıyla Amerika’da yaşayan bütün etnik topluluklara, bütün dinlere, bütün mezheplere, bütün kimliklere eşit mesafede duran bir kavramdır. Bu tabi Amerika’nın işini çok kolaylaştırıyor. Dolayısıyla Obama gelip Amerika’nın kimliğini tanımlarken, bu onlar için çok kolay. Çünkü hiçbiri diğerinin üzerinde baskın değil.

Baskın olanlar var kuşkusuz. Ama Amerikalılık coğrafi bir kavram olduğu için, herkese eşit mesafede. 'Amerika’ya gidip, yerleşip Amerikan vatandaşlığına geçeyim. Amerikalıyım diyeyim' bundan kimse rahatsız olmuyor.

Türkiye'ye geldiğimizde... Türkiye ya da Türk dediğimizde, bu Türkiye'deki bütün etnik gruplara, bütün kimliklere, farklılıklara hepsine ne ölçüde eşit mesafede duran bir kavram; bu çok tartışmalı. Neden? Sayın Genelkurmay Başkanı da, Türklüğün herkese eşit mesafede duran bir kimlik olduğunu belirtiyor; sıfat değildir diyor. Öyle ama, sizin resmi devlet ideolojinize, eğitim sistemine, ders kitaplarına, müfredata baktığımızda, orada Türklük aynı zamanda bir kavmin, bir ırkın adı ve siz onu herkese eşit mesafede bir kimlik olarak takdim etmekte güçlük çekiyorsunuz.

Bir ilkokula gidin ve bildiğim kadarıyla halen var okullarda... Duvarda, tarih derslerinde kullanılan bir harita. Türkler, Orta Asya’dan çıkıyorlar, oklar içinde batıya geliyorlar. Şimdi bu noktada siz Türklüğü bir ırkın, bir etnik grubun kimliği olarak tanımlıyorsunuz. Bu ne kadar birleştirici olur? bilmiyorum. O zaman bazı kırılmalar ortaya çıkıyor. Ben bunu değiştirelim diye bir öneride bulunmuyorum. Sadece bu şekilde Türklüğü üst kimlik olarak takdim ettiğinizde sıkıntılı bir durum ortaya çıkıyor. İşte o zaman, bu anayasal vatandaşlık nasıl tanımlanacak; çok teorik konular. Bunların kolay kolay yanıtları da yok.