Cumhuriyet gazetesi yazarı Ahmet Tan, ABD ile Türkiye arasında yaşanan ‘Brunson krizi’ üzerinden, iki ülkenin liderlerinin de ‘gücü elde etmekte yetenekli’ olduğunu ancak her iki liderin de toplumlarının ‘mutluluklarını’ düşünmediklerini öne süre bir köşe yazısı kaleme aldı.
‘Brunson hadisesi’nin ‘yüzde 99’u Müslüman Türk milleti için de tam bir itibar konusu’ olduğunu dile getiren Cumhuriyet yazarı, ABD Başkanı Donald Trump’ın da ‘aslında itibar peşinde olduğu’ yorumunda bulundu.
Fakat Trump’ın ‘tarihimizden habersiz olduğunu’ da söyleyen Tan, “Siz donanmamızı yakmakla sakalımızı kestiniz, biz Kıbrıs’ı almakla sizin kolunuzu kestik!” diyen Sokollu Mehmet Paşa’yı örnek gösterdi.
Trump’ın ‘Brunson hadisesi’ni de gündemde tutarak ABD’nin iç siyaseti için de bunu bir hamle olarak kullandığını, ‘günahı -benzer yönde haber yapan- Financial Times gazetesinin boynuna’ diyerek dile getirdi ve Başkan’ın ‘mezhepçilik oynadığını’ söyledi.
"Papazı geri alır, alır ama,
sünnet edilmiş olarak alır"
Altan Tan’ın gazetenin bugünkü (19 Ağustos 2018) nüshasında “Sünnet vacip değil...” başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
“İtibardan tasarruf olmaz.. - Dindar ve kindar nesil.. - Öfke, hitabet sanatıdır.
Bu vecizelerin tümünün hayrını biz içeride gördük, görüyoruz.
Şimdi sıra dış âleme göstermeye geldi.
Papaz, artık yüzde 99’u Müslüman Türk milleti için de tam bir itibar konusudur.
Tehdit ve şantajla papazı geri isteyen Trump da aslında, itibar peşindedir.
‘Doları hormonluyor, demire - çeliğe vergi koyuyor, Türk’ün bileğini bükmeye çabalıyor.’
Ama cahildir. Tarihimizden habersizdir:
‘Siz donanmamızı yakmakla sakalımızı kestiniz, biz Kıbrıs’ı almakla sizin kolunuzu kestik!’ diyen Sokollu Mehmet Paşa’dan da habersizdir.
Trump’la birlikte, şimdi biz de dua etmeliyiz ki “öfke hitabete, siyasete ve cerrahiye” yansımasın, bir de ‘kesme işi’ gündeme gelmesin:
Yoksa papazı geri alır, alır ama, sünnet edilmiş olarak alır.
Sünnetli papazla birlikte papazı bulur, ibiksiz horoz gibi Beyaz Saray bahçesinde birlikte dolanır durur.
Trump’ın da fıtratında zenginlik ve kudret var.
İtibarı, önce saçlarını zengin göstermekte arıyor.
Son başkanların en zengini. Görünüşte en dindarı.. Bunu iktidara geldiğinde bazı Müslüman ülkelere vize koyarak kanıtlamıştı.
Kindarlığını ise 8 Kasım’daki Kongre seçimlerini kazanmak için ‘mezhepçilik’ ile devam ettiriyor. (İddianın günahı İngiliz FT gazetesinin boynuna.)
Her şey daha da güç, daha da fazla kudret kazanmak için.
Bunu da doların ve ‘dinin gücü’ ile şimdilik başarıyor.
Çünkü dolar ne yazık ki yeryüzündeki en güvenilir tek güç. Bu gücü ele geçirip elde tutmanın en kestirme yöntemi ise oralarda bile din..
Erdoğan kadar olmasa da, Trump da gücü elde etmekte ve artırarak sürdürmekte çok yetenekli.
Ama bu gücü halklarının mutluluğuna dönüştürmekte hiç başarılı değiller.
İki ülke halkının da neredeyse yarıya yakını huzursuz, mutsuz ve yönetimden umutsuz.
"Oysa ABD, anayasasında ‘vatandaşlarına mutluluğu arama hakkı’nı tanıyan ilk devlettir"
Çünkü liderinin de tek hedefi var: Ülkenin Gayri Safi Milli Hasılası’nı (GSMH) büyütmek.
Oysa halklar için çok daha önemli bir de Gayri Safi Milli Mutluluk (GSMM) gerçeği var. Buna hiç mi hiç metelik vermiyorlar...
GSMM kesinlikle bir köşe yazısı motifi, kafiyesi değil.
Bu tam aksine her ülkeyi, her bireyi damardan ilgilendiren en önemli toplumsal gerçek.
BM’nin gündemine hiç giremedi. Sadece o da binde bir gazete köşelerinde dile getirilebiliyor.
Oysa 50 küsur yıl önce başkan ağabeyi John Kennedy ile peş peşe suikasta kurban giden Adalet Bakanı Robert Kennedy, asıl adaletin ‘Milli Mutluluk Düzeyi’ olduğunu savunuyordu:
‘Bizim GSMH’miz, hesaplanırken (...) cezaevlerinin maliyetlerini kayda geçirir, silahlı araçların üretimini içerir. Oyuncak satmak için şiddeti yücelten televizyon programlarını kayda geçirir. Ama çocuklarımızın sağlığından, eğitimimizin kalitesinden söz etmez. Şiirimizin güzelliğini ve evliliklerimizin kudretini ölçmez. Politik tartışmalarımızın niteliğini ve temsilcilerimizin güvenilirliğini değerlendirmekle ilgilenmez. Cesaretimizi, aklımızı ve kültürümüzü dikkate almaz. Ülkemize duyduğumuz şefkat ve adanmışlık hakkında tek bir şey söylemez. Kısacası GSMH, yaşama cefasını değerli kılan şeyler dışında her şeyi ölçer.’ (18 Mart 1968)
Yarım asırdır bu tür kavramlar ABD başkanlarının gündemine hiç giremedi.
Oysa ABD dünyada, anayasasında ‘vatandaşlarına mutluluğu arama hakkı’nı tanıyan ilk devlettir.
İkincisi ise ne garip ki, Himalaya Dağları’nın tepesindeki Bhutan Krallığı adlı bir devletçiktir. (Nüfusu 800 bin)
Oxford eğitimli Bhutan Kralı, yedi yıl kadar önce halkına Yurtiçi Gayri Safi Mutluluk sağlamayı yasalarına geçirdi. Bununla da yetinmeyip, bu mutluluğun her yıl ölçümlerini ve gereğini yapmayı sürdürüyor.
Ülkenin gücünü milli gelir veya dış ticaret açığı gibi kriterlerle değil, Milli Mutluluk Endeksi’yle ölçüyor.
Gayri Safi Milli Mutluluk, sürdürülebilir kalkınmanın sağlanmasına, uygar ve hakça bir yönetime öncelik veren, çevrenin ve kültürel değerlerin korunmasına dayalı bir kavram.
Bhutanlılar, deli gibi çalışarak tüketime teşvik edilmek yolu ile
milli gelirin artırılmasına isyan ediyor. Çünkü böylece sadece toplumsal ve bireysel mutsuzluk üretilebiliyor.
Milli Mutluluk Endeksi hayat standartları, sağlık, eğitim, ekolojik bütünlük, toplumun canlılığı, zaman kullanımı alışkanlıkları vb. gibi alt göstergeler belirlenmiş.
Devletin bu alanlardaki performansı ölçülüp endeks haline getiriliyor. Çıkan sonuçlar, parlamentoya hesap vermekle yükümlü devlet organlarına iletiliyor.
Biz de işi endekse döksek, teslim edeceğimiz parlamento nerede?..
Elimizde ise bir papaz... Assak mı kessek mi bilemiyoruz.”