Gündem

'Gafillerin ve hainlerin başka Atatürk'ü olur'

Özakman, Dündar'ın 'Bu benim Atatürk yorumum' açıklamasına yanıt verdi: Gafiller ve hainler Atatürk'ü kendilerine göre anlatmaya çalışıyor

10 Aralık 2008 02:00

Şu Çılgın Türkler'in yazarı Turgut Özakman, Can Dündar'ın Mustafa filmiyle ilgili eleştirilerini sürdürüyor. . Özakman, Dündar'ın 'Bu benim Atatürk yorurum' açıklamasına yanıt verirken "Gerçekleri bilim ahlakı ve anlayışıyla araştırıp saptayanlar için başka bir Atatürk olmaz. Maksatlılar, niyeti bozuk olanlar, bilgisizler, gafiller ve hainler Atatürk'ü kendilerine göre anlatmaya çalışıyor" dedi

"Mustafa   bir Can Dündar filmi; amacı gerçeği anlatmak olan belgesele uymuyor" görüşünü dile getiren  Özakman, Cumhuriyet'te sorulara şu yanıtı verdi:

Mustafa bir belgesel film mi?

- Hayır. Bir film bir mektuptan bir parçaya, kahramanın günlüğünden birkaç satıra yer verdiği, bazı belgesel filmlerden yararlandığı için belgesel olmaz. Bunlar küçük küçük, sevimli, ilginç, hoş süsler. Gerçek bir belgesel filmde ilke olarak yanlış, çarpıtma, gerçekleri sulandırma bulunmaz. Gerçeklerle oynanmaz. Belgesel filmin amacı gerçeği, doğruyu anlatmak, belgelemektir. 

Yanlış, çarpıtma, sulandırma var mı Mustafa’da?

- Evet var. Olmasa 32. Gün programında söylemezdim, şimdi de bu yazıyı yazmazdım. Sırası geldikçe bilgi vereceğim. 

Belgesel değilse nasıl bir film?

- Bu film kendi söyleyişiyle bir Can Dündar filmi. Diyor ki: “Bu benim Atatürk’üm, bana ait bir Atatürk yorumu. Bunun ‘gerçek Atatürk’e daha yakın biri olduğunu belgelerle kanıtlamaya çalışıyorum.” ( 9 Kasım günlü Hürriyet, Pazar eki, 8. sayfa) 

Kanıtlayabiliyor mu?

- Hayır. Aşağıda örneklerle açıklayacağım. Can Dündar devam ediyor: “Biri de çıkıp diyebilir ki, ‘Hayır, Atatürk hiç böyle bir adam değildi. Yüzlerce kişiyle birlikte yaşadı, asla yalnız kalmadı.’ Tamam, eyvallah, belgelerini ortaya koysun, o da Atatürk filmi yapsın. Biz de izleyelim ve tartışalım.”

'Onun bunun değil, bir tek Atatürk var'

Allah Allah. Atatürk ve dönemi, belgeselcilerin oyun parkı, yarış alanı mı? Onun bunun Atatürk’ü olur mu?

- Gerçekleri bilim ahlakı ve anlayışıyla araştırıp saptayanlar için başka başka Atatürk olmaz. Maksatlılar, niyeti bozuklar, bilgisizler, gafiller, aptallar, hainler Atatürk’ü kendilerine göre anlatmaya çabalıyorlar. Bu nedenle de başka başka Atatürkler var. Ama bunlar gerçeklere aykırı, hayali, ısmarlama, maksada göre üretilmiş gerçek dışı Atatürkler.

Doğrusu şudur: Doğumundan ölümüne kadar gittikçe büyüyen bir tane Atatürk vardır! Ötesi fasa fisodur. Bir sanat filminde bazı yorumlara, farklı yaklaşımlara, özgün süslemelere yer verilebilir ama bu bir belgesel, yani doğruyu, gerçeği yansıtmakla sorumlu bir film. Masal değil, hikâye değil, fantazi değil, hayal oyunu değil. Bir lider ve ölen bir imparatorluk, doğan bir devlet, bir diriliş süreci anlatılacak. Böyle bir konu, yaratıcılarından hem bir tarihçi vicdanı ve bilinci, hem bir sanatçı saygısı ve duyarlığı hem de yeminli bir tanığın dürüstlüğünü ister. Mustafa filminin birçok sahnesinde bu özellikleri özlemle aradım. Tarih ile oyun olmaz, insanın elinde patlar. Hele hayatı söz konusu olan kimse bir devlet kurucu, kurtarıcı, önder, sahici bir kahraman ise, bütün ekip için gerçeğe bağlılık bir namus ve vefa borcu olur.


'Ekibi Atatürk'ü kavrayamamış' 

Ekipten kastınız nedir?

- Can Dündar “bu benim Atatürk’üm, benim yorumum” diyor, filmin bütün sorumluluğunu üzerine alıyor ama bu noktada Can Dündar’ı kendine karşı savunmak gereğini duyuyorum. Şöyle ki: Bu film sadece bir Can Dündar filmi değil. Çünkü Atatürk ve dönemini (1881-1938) bütün boyutları, evreleri ile kavrayacak kadar geniş ve ciddi bir araştırma yapmak ve belgelemek, kolay iş değildir. Bilen bilir, bu iş uzun yıllar, sürekli bir çaba, sağlıklı bir bakış açısı ve geniş bir kaynak birikimi ister, doğru olanla yanlış olanı birbirinden ayıracak bir ölçüye sahip olmayı gerektirir. Neredeyse ömrümü bu konuya verdim, hâlâ durmadan çalışıyor, araştırıyor, bilgimi sınamaya, genişletmeye, eksiklerimi tamamlamaya çabalıyorum.

Bu nedenle Can Dündar, haklı olarak, bir araştırma ekibi kurmuş. Öyle sanıyorum ki bu genç ekip Can’a, yeterli, sağlıklı malzeme getirmemiş. Birikimini doğru, sağlam bilgilerle genişletmemiş.

Ekibin Atatürk kim, olay ne, iyi kavradığını iddia etmek çok zor. Atatürk’e hayatı ilginç ünlü biri gibi yaklaşıyorlar. Atatürk’ün Türkiye, Müslüman memleketler, sömürgeler ve dünya için ne anlama geldiğinin sanırım pek farkında değiller.

Göz boyama kaynakça olmaz

Bir küçük dokunuş: Filmin sonunda yararlanılan kaynaklar listesi var. Listede “Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele” adlı çalışmama da yer verilmiş. Ama tek sayfasının bile okunmadığı belli. Okunsa, o yanlışlar ve eksikler filmde yer almazdı. Göz boyama kaynakça olmaz.


Gerçek darışmanları olsaydı

Filmin danışmanları da, biriken malzemeyi Can’ın doğru, tarihin akışına uygun, düzeyli biçimde değerlendirmesine ve işlemesine yardımcı olmamışlar. Anladığım kadarıyla danışmanlar da bu iç içe geçmiş büyük dönemleri ve hele Atatürk’ü pek az biliyorlar. Keşke danışmanların da gerçek danışmanları olsaydı. Nitekim Atatürk Araştırma Merkezi’nin eleştirilerini Can Dündar değil, film ekibi yanıtlıyor. (Ntvmsnbc.com’un Mustafa filmi ile ilgili bölümünde) 

''Filmde küçültücü anlatımlar var'

Destekleyenlerin de sorumluluğu var

Özetle, bu film ‘Can Dündar ve ekibinin’ filmi. Ekibi derken yalnız araştırmacıları, danışmanları değil, filmin arkasında duran, filme destek veren kurumları da kastediyorum. Mustafa’yı destekleyen kurumlar herhalde senaryoyu okumuş, incelemiş, demek ki beğenmiş, galalar yapılarak yöneticilere, geniş bir tanıtımın yardımıyla halka, özellikle öğrencilere izlettirilmesini yararlı görmüş, sorumluluğa katılmış ve yardım etmişler. (Turkcell’in senaryoyu dikkatle inceledikten sonra, bu filmi desteklemeyi doğru bulmadığı anlaşılıyor. Can diyor ki: “Bu filmin sponsoru Sabancı. Filmi bittikten sonra izlediler. ‘Var mısınız, yok musunuz?’ dedim. ‘Şurasını beğenmedik’ deselerdi, filmi alıp çıkacaktım.” (Hürriyet, 10 Kasım 2008) Yani Sabancılar filmin bitmiş halini görmüşler, beğenip onaylamışlar.) Filmdeki yanlışların, çarpıtmaların, haksızlıkların altında, destekleyen kurumların da imzaları bulunuyor! Bu kurumlar yanlışları, çarpıtmaları, haksız yargıları benimseyip benimsemediklerini açıklamalı. Bazı illerimizde milli eğitim müdürlüklerinin de öğrencileri filmi izlemeye zorladıkları yazılıyor. Biraz düşünen, bu zorlamanın nedenini çakar. Umarım bu haber doğru değildir.

Filmin ana fikri yok

Düz bir çizgi halindeki 'Mustafa'da Atatürk'ün emperyalizmle mücadelesinden hiç söz edilmediğini anımsatarak görüşlerini şöyle açıkladı:

Filmin anlatım sanatı bakımından çok ciddi bir eksikliği var: Filmde tema (ana fikir ) yok. Tema, kural olarak, bir yargı cümlesidir. Eser temayı kanıtlamak, anlatmak için var edilir. Tema bütün esere yön verir, konuyu çerçeveler, anlatımı toparlar, sanatsal disiplin altına alır. Mustafa’da genel bir tema yok; denilebilir ki her aşamada değişen temalar, motifler var. Omurgasızlığın, dağınıklığın, eksikliklerin, iç çelişkilerin, konunun gelişip ilerleyememesinin, final coşkusuna yürüyememesinin ana nedeni bu.

Anlatım sanatı, kurallarına uymayanları cezalandırır Film yaklaşık 2 saat sürüyor. Dramatik çatışma içermeyen, düz bir çizgi halindeki bir filmin iki saat ilgiyle izlenmesi zordur. Oysa M. Kemal kargalarla, parasızlıkla, karanlıkla, yalnızlıkla değil; çok önemli, etkili, büyük güçlerle çatışmıştır: İstibdat, emperyalizm, komitacılık, Alman subayları, ortaçağcılık, bağnazlık, ilkellik, gericilik, yoksulluk, bilgisizlik, teslimiyetçilik, işbirlikçilik, hainlik, barbarlık, Batı karşısında duyulan aşağılık duygusu, nankörlük vb. Hiçbir aşamada bu çatışmalar yer almıyor. Hele emperyalizmden hiç söz edilmiyor. Emperyalizm yok sayılarak yakın tarihimiz nasıl anlatılabilir ve anlaşılabilir? Kimlerle mücadele ettiğimizi anlatmadıkça, mücadelenin müthişliği, zaferlerin büyük anlamı nasıl anlaşılacak?  Nitekim anlaşılmıyor.


'Çekim güzel ama konu çizgi halinde' 

Kısacası, filmin konusu dümdüz ilerleyen bir çizgi halinde. Dramatik anlamda ne çatışma var, ne kırılma. Bunun sonucu olarak merak da yok. Kural olarak finale doğru gelişim yoğunlaşır, hızlanır ve yükselir. Bu filmde tersi oluyor. Yükselmiyor, düşüyor ve sonunda sürünüyor.

İkinci izleyişimde 200 kişilik salonda 27 kişi vardı. Kimse bırakıp gitmedi ama kıpırtılar, öksürükler, mısır yemeler, fısıldaşmalar ilginin gevşekliğini belirtiyordu.

Çekimler güzel, bazı yerlerde çok güzel, kurgu ustaca, teknik olanaklar akıllıca kullanılmış. Yerli, yabancı arşivlerden yararlanılarak etkili siyah-beyaz otantik filmler, fotoğraflar sağlanmış. Bu önemli, değerli bir başarıdır.

'Bizim bestecileri aradım' 

İkinci izleyişte beni müzik de düşündürdü. Fazla Balkanlı geldi. Besteci, bir büyük imparatorluğun acı veren ölümünü, “yeni Türkiye’nin önsözü Çanakkale”yi, yenilgiyi, işgalleri, Anadolu’yu, Milli Mücadele mucizesini, o çılgınca yurtseverliği, yeni bir devletin doğuşunu, kurtuluşu, bağımsızlığı, bir hayat hamlesi olan çağdaşlaşma çabalarını, yani devrimleri, Anadolu aydınlanmasını, bu emsalsiz destanı nereden bilsin? Aydınlarımızın çoğu bile bilmiyor. Doğrusu Muammer Sun, Fazıl Say, Çetin Işıközlü gibi değerli bestecilerimizi aradım.


'Seslendirme düzayak, tek düze'

Filmin anlatıcısı Can Dündar. Türkçesi temiz. Ama bu film dramatik anlatım istiyor. Can bir haber spikeri gibi yorumsuz, heyecansız anlatıyor. Hiç duygulanmıyor, Anadolu yanıp yıkılıyorken hiç acımıyor, kızmıyor. Zaferlere hiç sevinmiyor, coşmuyor. Düzayak, tekdüze bir seslendirme.