Ümit Kıvanç*
Referandumda, meşhur mühürsüz oyların geçerli sayılması meselesi başta olmak üzere, oy verme ve sayma işlemlerinin güvenilirliğine gölge düşürecek sayısız olay yaşandı. Özellikle Kürt illerinde olmayacak sonuçlar var. Mühürsüz oyların geçerli sayılacağının ilan ediliş zamanlaması ve tarzı başlıbaşına şaibeli. Her şey birarada, birtakım organize işlerin sözkonusu olabileceğini gösteriyor. Ülke içinde ve uluslararası alanda yaratacağı sonuçlarla, yaşadığımızın ne büyük olay olduğunu göreceğiz. Bir iktidarın meşruiyetini kaybetmesi sıradan gündelik hadise değildir. Hele bu, nüfusun yarısının desteğine sahip bir iktidarsa, sarsıntının depreme dönüşmesi neredeyse kaçınılmaz.
Önce önemli bir yanlış kabulü düzeltmeliyiz: Şimdiye kadar Türkiye’de oy verme ve sayma işlemleri, başka her şeyimizin aksine, genel olarak büyük ölçüde dürüstçe yapılabilmiştir. Bazı seçimlerde, bazı sandıklarda, az sayıda oyun sonucu değiştirebileceği çekişmeli durumlarda veya daha çok gözden ırak yerlerde şaibeli haller olmadı değil, ama bunlar hem sayıca azdır hem de oylamanın toplu sonucunu etkileyecek boyutlara ulaşmadılar. Kimilerinin bazen dalga geçtiği pek basit mekanizma, “ıslak imzalı tutanak”ların toplanıp Yüksek Seçim Kurulu’nunkine paralel oy sayımı yapılabilmesi, Oy ve Ötesi gibi bir üst düzey sivil denetim mekanizmasına zemin yaratabildi.
Kampanya dönemlerinde görülen baskı ve eşitsizlikler, özellikle Kürt yörelerinde silahlı üniformalı devlet görevlilerinin sandıkların etrafındaki varlığı veya sandıktan çıkacak oya göre cezalandırılabilecekleri söylenerek insanların üzerinde kurulan baskılar, (son iki seçimdeki gibi, HDP’ye fiilî saldırılar, çalışamaz hale getirme, parti merkezinin dahi devlet görevlileri nezaretinde yakılması, talan edilmesi gibi rezillikler) ayrı konu. Propaganda faaliyetlerinde iktidarların devlet imkânlarından yararlanması, yaratılan eşitsizlikler, kezâ. Burada sadece oy verme ve sayım aşamasını konu ediyorum.
“Çocuk kandırma”cılar devrede
Referandumdan iki gün sonra, CHP genel başkanı rehavetinden silkinip oylama sonucu için “tanımıyoruz” duyurusu yaptığı sıralarda, “YSK Yazılım Mühendisi’nden itiraflar” başlığı altında bir metin internette, sosyal medyada dolaşmaya başladı. Bu tipik, ‘haklıyı haksız duruma düşürecek’ cinsten bir serseri mayındı.
Zira metin uydurmaydı, tamamen, bilgi-işlem mevzularına uzak insanları gaza getirme maksadı gözetilerek düzenlenmişti. Ve işin açıkçası, pek acemice toparlanmıştı. Referandumda çeşitli dümenler çevrildiğine dair iddialar birbiri ardına ortaya çıkarken, infial içindeki insanlar, “içeriden” verilen bu “bilgi”ye sarılacaktı hesapta. Oysa ortadaki, bırakın sarılmayı, dokunduğunuzda elinizde kalacak saçmalıklardı.
Metnin “çocuk kandırma” üslûbunu gerek Gülen’cilerin gerekse başka İslâmcıların türlü faaliyetlerinden tanıyoruz. Bu yüzden, bu işin kaynağını öncelikle, ilk eğitimlerini aynı “mektepte” aldıktan sonra şimdi araları açılmış düşman kardeşlerin semtlerinde aramak mâkûl. İlki sözkonusuysa, “gol atalım da nasıl atarsak atalım” mantığıyla kalkışılmış, hem kirli hem paspal bir atakla karşı karşıyayız. İkincisiyse, yine kirli ve paspal, sadece hedef değişik: kara propaganda yerine provokasyon.
Bu metnin paylaşılmasını önlemeye çalıştım -aynı esnada CHP Genel Başkan Yardımcısı Erdal Aksünger de bu çaba içindeydi. Sosyal medyada yalan yanlış bilginin, hele bu koşullarda nasıl en ücra yere kadar yayılabileceğini ve yaratacağı hasarı gidermenin ne zor olacağını düşünerek, burada biraz daha geniş izahat yapacağım.
Sözkonusu izahat için iki kişiden yardım aldım. Gecenin bir vakti temas ettiğim Hülya (Işık Kurt), bilgi teknolojisi işine yirmi dokuz yılını vermiş bir arkadaşım. Metnin saçmalığı üzerine birbirimizi teyit ettik. Onun konuyu ilettiği Adnan Şenyurt da aynı alanda yirmi sekiz yıllık tecrübe sahibi bir insan. Oturdu, kendini “YSK yazılım mühendisi” diye tanıtan meçhul köstebeğin iddialarını ele aldı, aşağıda sağını solunu çekiştirerek, aralara girerek, bezeyerek aktaracağım görüşlerini yazdı (Hülya da bana iletti). İkisine tekrar teşekkür ederek, bu tür kara propaganda veya provokasyon malzemelerini ileride de yakaladığımız yerde imha edebilmeyi umarak, aktarıyorum.
Dakika bir, faul bir
Bir nevi Fuat Avni özentisi meçhul zat, “içeriden” bilgi sızdıran biri ya, haliyle kimliğini gizliyor. Fakat metne 11 yıl BTK’da, 4 yıl TÜBİTAK’ta çalıştığını, “devletimizin birçok alanda yazılım ve programlama ihtiyacını gidermiş” olduğunu belirterek başlıyor. Bu tarifle derhal teşhis edileceğini düşünemiyor niyeyse. Yüksek Seçim Kurulu’nun bilgi-işlem servisi, tam da 11 yıl BTK’da, 4 yıl TÜBİTAK’ta çalışmış insandan geçilmiyor olmalı. Daha fenası, metni ciddîye alan insanımız da bunu hiç düşünmüyor. Artık klasikleşen internet âlemi kuralı: Bilgi işimize geliyorsa inanıveriyoruz, inanmasak da yayıyoruz.
• Metne itibar edenler arasında eminim ki, bilgisayar, bilgi-işlem âlemine yabancı olmayan pek çok kişi var. Fakat niyeyse, kimse, bizzat yazılımcı bir insanın aynı anlama gelen “yazılım ve programlama”yı yanyana dizmeyeceğini aklına getirmiyor. (Açıkçası ilk başta buna ben de dikkat etmemişim.) Öyle görünüyor ki, meçhul yazılımcı yazılım alanına uzak.
• Kendisine “sistem mühendisi” diyen yazılımcı var mıdır? Kimbilir. Belki. Şenyurt, “Bu meslekte olan biri, ‘Yazılım Mühendisi - Mimarı’ vs. der,” diyor.
• Fuat Avni özentisinin metninin uydurukluğuna en berrak işaret, “Votescrolling” terimi. “Oy kaydırma”ya birebir İngilizce karşılık bulmuş, meslek jargonunda böyle adlandırılan bir yöntem, mekanizma vs. olduğu havası yaratmak istemiş.
• Şimdi, bilgim yetmediği için akıl yürütemeyeceğim bir nokta. Adnan Şenyurt’un dediklerini aktarıyorum: “Seçsis üzerinden bir kumpas varsa,” diyor Şenyurt, “son gün 18:00’den sonra zorla ve tehditle yaptırılmaz. Kişiler ve yapacakları çok önceden belirlenmiş, ayarlanmıştır.” İzahatı şöyle: “Bu tür sistemlerde yazılım seviyesinde son dakika değişiklikler yapılmaz. En ufak hatada sistem göçeceği için yapılan değişiklik zaman alan testlerden geçirilir, sonra devreye alınır. Yani 18:00 - 20:45 arasında her ne müdahale yapıldıysa bu yazılım içinde olamaz.”
• Adnan Şenyurt, “Anadolu Ajansı ile eşleşebilmek için bir süre YSK’nın veri akışını durdurduğuna” işaret ediyor, “ama,” diyor, “bu, o sırada verilere müdahale edildiğini göstermez. Verilere müdahale etmek için yayın akışını durdurmak gerekmez zaten.”
• Fuat Avni bozmasının metnindeki “Fake colum’lar giriler row edildi” icadı için Şenyurt, “Saçma sapan bir kulaktan duyma İngilizce-Türkçe terimler sıralaması,” diyor. (Orijinalinde “column” değil “colum”, “girdi” değil “giri”.) “Ne kastettiğini anlayacak bir yazılımcı yoktur.” Buradaki saçmalığı tesbit etmek için yazılımcı olmaya şüphesiz gerek yok. Bu, metnin uydurukluğundan kimsenin şüphesi kalmasın diye sunulmuş bir tüyo gibi.
• Şenyurt’a göre, “Yazılımcılar veritabanında her şeyi elle değiştirdiler” iddiasının hayatta karşılığı olamaz: “Değiştirilecek verilerin sandık seviyesinde olması gerekir, ki bu da on binlerce sandık verisinin elle değiştirilmesi demek. Mümkün değil.” Ayrıca sandık verilerinin partilerin elinde bulunduğunu ve bunları tek tek karşılaştırabileceklerini unutmayalım.
• Meçhul şahsın “SQL sorgusunu gönderdiğim vakit hayır oyları % 9 öndeydi” cümlesi hakkında Adnan Şenyurt, “Bu da saçma,” diyor. “Evet-hayır oranları zaten programdan anlık izlenebiliyor, SQL sorgusuyapmasına gerek yok.”
• Benim dolaylı olarak danıştığım sahici yazılımcıdan bu konuda -uzmanına- bir ilave daha: “SQL sorgusu atabiliyorsa sistem loglarına da erişebiliyordur. Kendisi bu logları neden kopyalayıp almamış? Bu yazı gerçek olsa YSK uzmanlarının ilk yapacağı şey logları silmek/değiştirmektir.”
Seçsis üzerinden ne yapılabilir?
Şenyurt ayrıca, “Seçsis üzerinden bu yazıda bahsettiği rahatlıkta manipülasyon yapma”nın “gerçekten zor” olduğuna dikkat çekiyor. Çünkü: “Hem Oy ve Ötesi hem de CHP, sandık seviyesinde YSK verileri ile kendi tutanaklarını karşılaştırabiliyor. Geçen seçimde Oy ve Ötesi, YSK verileri ile kendi verileri arasında hiç fark bulamamıştı.”
Şenyurt, Seçsis üzerinden manipülasyonun “ancak sahte seçmen kayıtları üzerinden” yapılabileceğini ileri sürüyor:
“YSK partilere gönderdiği seçmen listelerinde (55 milyon) sahte kimlikleri göze batmayacak şekilde mevcut sandıklara dağıtır. Bunu yaparken aslında varolmayan ev/apartman adresleri vs. uydurabilir. Herkes kendi sokağını az çok bilir, ama bir apartman isminin aslında varolmadığını fark etmek çok zordur. Özellikle bu seçimde yapıldığı gibi sokaklar sandıklara rastgele dağıtıldıysa. (…) sahte kimliklerle kişiler sandık sandık dolaşarak oylarını kullanır. Bir kişi bu şekilde 20-30 sandığı dolaşabilir ve fark edilmez.”
Böyle yapıldı mı, biz sıradan vatandaşlar bilmiyoruz haliyle. Ama tam da şu anlatılan sebeplerle, hilenin ancak sahiden birtakım sandıklara birtakım oyları katarak yapılabileceğini yaşadıklarımız gösteriyor. Şu iddiayı öne sürmemiz mâkûldür: Mühürsüz zarf tezgâhı, bütün gizlenemezliğine ve risklerine rağmen göze alındı, çünkü başka türlüsü neredeyse imkânsız. Bir hile yolu olarak da, sandıktaki seçmenlerin tamamını gelmiş gösterme var. Ya da tutanağı hazırlarken, denetleyecek kimsenin yokluğundan yararlanarak, oyların hepsini ‘evet’ diye kaydetme. Bunları başka verilerle (açıkta oy vermeye zorlama, fiilî gizli sayım…) birleştirdiğimizde, esas oyunun, pek çok nedenle boşluğun doğduğu, resmî görevlilerin denetlenemezliğinin daha bir garantiye alınabildiği Kürt illerinde oynandığını da söyleyebiliriz.
Yani dümen sandıkta çevrilebilirse çevrilebildi, çünkü ıslak imzalı tutanaklar “başka ellere” geçtikten sonrası zor.
Elbette bütün bunlar varsayım, ama unutmayalım ki, pek çok önemli buluş da varsayımlardan hareketle yapıldı.
2017 16 Nisan Referandumu için verilebilecek son hüküm şu: “Türkiye’de hiç değilse seçimler dürüstçe yapılır” tesbiti tarihe karıştı. Şu Fuat Avni bozuntusuyla vakit kaybetmemin sebebi, naçizâne, ahlâksızlığa karşı ahlâksızlıkla -ve akılsızlıkla- mücadele edilemeyeceğini hatırlatmak, buna kalkışılmasının önüne bir ufak engel koyabilmek.
* Bu yazı Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'te yayınlanmıştır