Çağıl Kasapoğlu*
Fransa'nın başkenti Paris'te garlarda, ana caddelerde, meydanlarda silahlı, çelik yelekli polisler var.
Gösterilerin ana merkezi Place de la Republique'te (Cumhuriyet Meydanı) ise, Nice'teki saldırının tekrarlanmasından kaygılanan güvenlik güçleri, meydana araçların girişini engellemek için çevresini büyük sarı beton bloklarla kapatmış.
Ülke, olağanüstü halde, olağanüstü güvenlik önlemleriyle Cumhurbaşkanlığı seçimlerine gidiyor.
Paris'te IŞİD saldırısı; silahlı saldırgan "terör soruşturmasının odağındaydı"
Güvenlik önlemleri Paris halkı için sıradanlaşsa da, bu seçimleri öncekilere kıyasla farklı kılan, ikinci tura gidebilecek en az dört favori isim olması.
Fransa siyasetinde geleneksel olarak yarış Sosyalist Parti ve Cumhuriyetçiler arasında geçiyordu.
Ama bu seçimlere ilişkin kamuoyu yoklamalarında, iktidardaki Sosyalist Parti'nin adayı Benoit Hamon beşinci sıraya düşerken, ilk dört sırada aşırı sağcı Ulusal Cephe adayı Marine Le Pen, kendisini merkezde konumlandıran 'En Marche' hareketi lideri Emmanuel Macron, merkez sağda Cumhuriyetçi François Fillon ve son dönem özellikle gençler arasında ilgi gören aşırı sol aday Jean-Luc Melenchon yer alıyor.
Kararsızların oranının da yüzde 20lerde olduğu anlaşılıyor ki bu durum, anketlerde oy farkları yüzde 2 civarında değişen adayların başa baş bir yarış götürdüğüne işaret ediyor.
Seçimlerin ilk turuna bir kaç gün kala Paris'te görüştüğüm birçok kişi de bu belirsizlik ve kararsızlık halinde. Kendilerini temsil eden adayın olmadığı görüşüyle oy vermeyip çekimser kalacakların sayısı da az değil.
Bu kararsızlık ve geçişlerle, Fransa birçoklarına göre tarihinin öngörülmesi en zor ilk tur seçimlerinde gidiyor.
Fransız tarihçi Huguette Meunier Chuvin bu durum için "Normalde iki ya da üç adayın ikinci tura çıkacağı düşünülürdü, en şaşırtıcı olan, ilk defa ikinci tura gidebilecek dört aday var. Bu kadar belirsizlik olması, Fransa için yeni bir şey" diyor.
Bu belirsizliğin sebeplerinden biri, Fransızların geleneksel olarak ilk turda daha ideolojik, 'kalpten' oy verme eğilimleri yerine, bu seçimlerde 'vote utile' yani 'yararlı, kullanışlı oy' vermeye daha meyilli olmaları.
Bu da, 'kalpten' istedikleri adaydan çok, istemedikleri adayın seçilmesine engel olma amaçlı yapılan tercihler.
Helsinki Yurttaşlar Meclisi Eş Başkanı Fransız yazar Bernard Dreano, geçen yıl kendi siyasi hareketini başlatan Macron'un öne çıkmasının gerekçelerinden birinin de bu olduğuna inanıyor.
Sol cephenin giderek ayrıştığı bir dönemde güçlenen sağ cephede, aşırı sağcı Le Pen ve adı yolsuzluğa karışan Fillon'a karşı, Sosyalist Parti'nin 'sağ kanadından' gelen, Macron'da toplanacağı görüşü hakim.
Ama 39 yaşındaki Sosyalist Parti iktidarında Ekonomi Bakanlığı yapan Macron'un en büyük dezavantajı birçoklarına göre 'tecrübe eksikliği'. Macron, Cumhurbaşkanı seçilmesi durumunda da Napoleon'dan sonraki en genç Fransız lider olacak. Ama liberal politikalarıyla piyasaların tercihi ise Macron.
Aşırı sol aday Melenchon ve aşırı sağ aday Le Pen'in ikinci tura kalma ihtimali ise, piyasaların ve yatırımcıların en korktuğu senaryo. Her iki aday da, seçim kampanyalarında Fransa'nın AB ile anlaşma koşullarının yeniden görüşülmesi ve üyeliğin referanduma götürülmesi işaretini verdi. Bu da, İngiltere'nin AB'den çıkma 'Brexit' müzakerelerine atıfla 'Frexit' kaygısını doğurdu.
İki aday ayrıca milliyetçi bir söylem içinde. Bu da aralarında oy geçişi sağlıyor. Fransız yazar Dreano, "Melenchon bu söylemlerle Le Pen seçmeninden de oy alabilir" diyor.
Cumhuriyetçilerin adayı Fillon ise, Fransızların Sarkozy'nin devamı olarak 'klasik sağ' anlayışına tutunan seçmenlerin oyunun peşinde. Eşi ve çocuklarına çalışmadıkları halde yardımcılığını yaptıkları gerekçesiyle kamu ödeneklerinden maaş ödemekle suçlanıyor. Fillon, bu suçlamalarla zayıflasa da yarıştan çekilmedi.
Ancak uzmanlara göre siyasete ve partilere duyulan bağ bu seçimlerde erimeye başladı ve yerini uçlara uzanan hareketlere bıraktı.
Fransız tarihçi akademisyen, Huguette Meunier Chuvin, bu durumu seçmenin partilere güvenini kaybetmesine bağlıyor:
"Daha önce komünist bir aileden gelen hep komünist partiye verirdi. Bugün öyle değil. Artık, cumhurbaşkanlığı seçiminde başka, meclis seçiminde başka, yerelde başka partiye oy veriyor. Partiye sadakat kalmadı. Partiler güvenilirliklerini kaybetti. Yolsuzluk var, nepotizm ve adam kayırma var."
Partilere güvensizliğin yanı sıra, Dreano'ya göre seçmenler yakın döneme kadar geleneksel sol ve sağ parti arasında büyük bir fark göremiyordu:
"80li yıllardan 2008'e kadar kimse sağ mı sol mu hatırlamaz, fark büyük oranda hissedilmiyordu. Bu da sistemi zayıflattı ve sistem karşıtı hareketleri yükselişe geçirdi, özellikle de aşırı sağda."
"Le Pen milliyetçi, korumacı bir sistem öneriyor. Bu çok büyük değişimler olmadan gerçekleşmeyecek bir sistem. Fillon, 1968'ten bu yana görüşmemiş bir sağ çizgide, milliyetçi ve neo liberal. Macron sosyal liberal, Melenchon, korumacı ve milliyetçi."
"Her aday sistemi değiştirmeyi vaat ediyor ama hiçbir şey değiştirmiyor."
Ama Avrupa'da 'son iki kuşakta egemen olan anlayış milliyetçilik' Dreano'ya göre bu da "kendini popülist partilerde gösteriyor."
Göçmen karşıtı Le Pen'in yükselişi de bu dalganın devamı olarak görülüyor.
İlk tura 11 adayın girdiği cumhurbaşkanlığı seçiminde en çok oyu alan iki aday, Elysee Sarayı için 7 Mayıs'ta yeniden karşı karşıya gelecek.
Düzen partilerinin kenara itildiği seçimlerde çıkacak her türlü sonuç, ülke için sürpriz olacak gibi görünüyor.