Sonia Phalnikar
Fransa'da cumhurbaşkanlığına Cumhuriyetçiler'den aday olan Valerie Pecresse, geçtiğimiz günlerde zor bir karar vermek zorunda kaldı. Bir süre önce eski bir meslektaşı tarafından cinsel tacizle suçlanan 72 yaşındaki televizyoncu Jean-Jacques Bourdin'ın sunduğu televizyon programına çıkma davetini kabul etmeli miydi, yoksa etmemeli miydi?
Bu kararsızlığın iki nedeni vardı. İlki, ülkede tanınmış bazı erkeklerin cinsel tacizle suçlandığı bir "Me Too" hareketinin başlamış olması, diğeri de cumhurbaşkanlığı yarışında bu kez çok sayıda kadın siyasetçinin adaylığını koymasıydı. Pecresse sonunda Bourdin'in aleyhindeki iddiaları da gündeme getirebilme koşuluyla programa katılmayı kabul etti. Pecresse, canlı yayında sunucu Bourdin'e hakkındaki suçlamaların kanıtlanması durumunda kınanması gerektiğini söyleyerek şöyle devam etti:
"Cinsel taciz ve kadına yönelik şiddetle mücadele benim için kişisel bir mücadele... Çok fazla kadın uzun süredir şikayette bulunmaktan korkuyordu. Sessizlik kuralı artık bitti."
Cumhuriyetçiler'den aday olan Valerie Pecresse
Me Too hareketinden sonra ilk seçim
Fransa'da yakında başlayacak olan seçim kampanyalarına "Me Too" hareketinin de gündeme gelmesi bekleniyor. Paris Belediyesi Meclisi'nin feminist-aktivist üyesi Alice Coffin, "Bu, #MeToo kampanyasından bu yana ilk seçim ve televizyondaki bu program da bir dönüm noktası oldu. Cinsel taciz konularında siyasi tavır alma baskısı olduğunu gösterdi" değerlendirmesini yaptı.
Pecresse, geçen ay erkek siyasetçileri mağlup ederek muhafazakar partisinin cumhurbaşkanlığı adaylığını kazanan ilk kadın olmuştu. Coffin, "Pecresse, cinsel taciz konusunda televizyonda sesini yükseltme cesareti gösterdi. Bunun siyasi bir risk olmayacağına inanıyordu. Bu gibi (cinsel taciz) konuların oy yarışında oyunun kurallarını değiştirme potansiyeline sahip olduğunu gösterdi" görüşünü de dile getirdi.
Üst kademelerde kadınlar
Bu kez kitle partilerinden her zamankinden daha fazla kadın adayın olması, Fransız siyaseti için bir dönüm noktası. Valerie Pecresse'nin yanı sıra Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo da Fransa Sosyalist Partisi'nin başkan adayı. Aynı zamanda aşırı sağcı Ulusal Cephe'nin lideri Marine Le Pen de yarışta yerini alacak. Fransa'nın eski Adalet Bakanı Christiane Taubira da dağılan Fransız solunu birleştirmek için başkanlık teklifinde bulunan bir diğer kadın.
Uzmanlara göre bu seçimdeki kadın aday yoğunluğu, kadınların siyasi katılımını arttırmak için son yıllarda atılan adımların bir sonucu. Fransa'da yüzde 49 kadın aday kotasına uymayan siyasi partilere para cezası öngören bir yasal düzenleme yürürlüğe girmişti. Parlamentonun alt kanadı olan Ulusal Meclis'te kadın temsili yüzde 38,7 ile tüm zamanların en yüksek seviyesinde ve kabinedeki koltukların yarısında da kadınlar oturuyor.
Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo
Paris Dauphine Üniversitesi'nde siyaset bilimci olan Catherine Achin, "İlerleme düzeyi neredeyse devrim niteliğinde" diyor. Achin, "Hükümetin üst kademelerinde kadınların varlığı normalleşiyor. Yerel düzeyde bile kadın belediye başkanları sadece yüzde 20'lik bir yer tutsa da Paris, Lille ve Marsilya gibi büyükşehirlerin belediye başkanları da kadın.
"Görünür ama duyulmaz"
Ancak günlük hayatta ayrımcılıktan kaynaklanan engeller devam ediyor. Alice Coffin, "Fransız siyasetindeki cinsiyetçilik seviyesi hâlâ çok yüksek ve konuştuğum her kadın politikacı bunu doğruluyor" diyor ve #MeToo hareketinin genellikle isimsiz tanıklıklar üzerinden yürüdüğünü hatırlatıyor. Coffin ayrıca kadınların özellikle internette cinsiyetçi ve kadın düşmanı yorumlar almadığı bir hafta geçmediğine de dikkat çekiyor.
Cam Tavanı Kır (Brise le Plafonde de Verre) adlı bir kitap yazan ve son parlamento seçimlerine kadar kadın siyasi adaylarla çalışan Florence Sandis de aynı fikirde. Sandis, "Pek çok kadın politikacı bana 'görünüyoruz ama duyulmuyoruz' dedi" şeklinde konuşuyor.
"Görünmez bir bariyer"
Kadınların kaydettiği siyasi ilerlemeye rağmen, iktidarın üst kademelerinde yine erkekler var. Emmanuel Macron'un kabinesi cinsiyetler açısından dengeli olsa da savunma hariç çoğu kilit bakanlık erkekler tarafından yönetiliyor. Aynı şey Fransız Parlamentosu başkanları ve çoğu siyasi parti için de geçerli. Fransa'da şimdiye kadar sadece bir kadın başbakan oldu: 1991'de Edith Cresson.
Elysee Sarayı'na girmekse kadınlar için zorlu bir mücadele olmaya devam ediyor. Catherin Achin, "Birçok kadın sembolik bakanlıklara getirildi. Ancak hiçbiri cumhurbaşkanı olmadı. Bu görünmez bir bariyer" yorumunu yapıyor.
Aşırı sağcı aday Marine Le Pen
Siyaset bilimci, Fransa'da cumhurbaşkanlığı rolünün nasıl erkeklikle özdeşleştiğini anlamak için Cezayir'deki siyasi krizin ardından Charles de Gaulle'ün Beşinci Cumhuriyet'in ilk cumhurbaşkanı seçildiği 1958 yılına geri dönmenin önemli olduğunu söylüyor. Achin, "De Gaulle bir asker ve bir savaş kahramanıydı. Başkanlığı şekillendirdi, heybetli vücudu ve duruşuyla çok erkeksi bir şekilde damgasını vurdu. O zamandan beri, sadece beyaz erkek başkanlarımız oldu ve bir başkanın nükleer cephaneliğin anahtarlarına sahip olacak kadar erkeksi ve kendinden emin olması gerektiği fikri hakim" diyor.
Aşırı sağcı ve muhazakarların kadın adayları
Anketler, bu sefer aşırı sağcı rakibi Marine Le Pen veya Valerie Pecresse'nin feminist birer platforma sahip olmamalarına rağmen Nisan seçimlerinde ikinci turda Başkan Macron'a meydan okuyabileceğini gösteriyor.
Jean Jaures Vakfı Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Gözlemevi'nin yöneticisi Amandine Clavaud, "(Önceki seçimde) Marine Le Pen seçilseydi kesinlikle kadın haklarını ilerletmeyecekti. Politikaları, aslında bu meseleleri önemseyen insanları tedirgin ediyor" dedi.
"Fransa'nın ilk kadın cumhurbaşkanı" olacağını söyleyen, ancak feminist olmadığını söyleyen Valerie Pecresse de cinsel taciz konusundaki son duruşuna rağmen kadın hakları savunucularını heyecanlandırmış değil. Bu ayın başlarında Pecresse, seçim kampanyasında yakın çalışacağı 11 kişilik ekibini tanıttı. Ekibin tamamı erkeklerden oluşuyordu.