Frankfurter Rundschau gazetesinde yer alan yorumda 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili aydınlatılmamış bir dizi noktanın olduğu vurgulanıyor:
"Türkiye'de ordunun bazı kesimleri tarafından düzenlenen başarısız darbe girişiminden bir yıl sonra hala yanıt arayan soruların sayısı, yanıtlanmış olanlardan fazla. 15 Temmuz 2016'da tam olarak ne olup bittiği ve kimin neyi bildiği hala net değil. Türkiye'de tek toplumsal konsensüs Fethullah Gülen hareketinin darbe girişiminin arkasında olduğu. Ne Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ne de partisi AKP, siyasi karşıtlarına karşı Gülen hareketi ile bir zamanlar içinde oldukları işbirliği hakkında herhangi bir şey duymak istiyor. Türk hükümeti, kendi saflarını da kapsamak üzere dürüst bir aydınlatma çabası yerine, olağanüstü hali çok sayıda muhalifi ve farklı düşüneni gözaltına almak için kullandı. AKP'nin egemenliği altında olan aydınlatma komisyonu ne karanlığa ışık tutabilecek olan Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar'ı, ne de istihbarat şefi Hakan Fidan'ı komisyona çağırdı. Hükümet böylece hükümetin darbeyi kontrol altında tuttuğuna inananları güçlendirmiş oldu.”
Aachener Zeitung'da yer alan yorumda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın göreve geldiği zaman bir umut yarattığı ancak geride kalan yıllarda Türkiye'nin demokraside olumsuz bir gidişat içinde olduğu vurgulanıyor:
"2003 yılında başbakanlık görevine geldiğinde Erdoğan bir umut taşıyıcısı sayılıyordu, özellikle de Avrupa'da. Ülkesinin ekonomisini güçlendirdi, AB ile müzakerelere başladı ve Kürt siyaseti dâhil yakınlaşmalar oldu. Erdoğan yönetimindeki 14 yılın ardından ülke değişti ve bu daha iyiye olmadı. Yıllardır ifade ve basın özgürlüğü ile demokratik haklar zarar görüyor. Başarısız darbe bu gelişimi daha da hızlandırdı ve Erdoğan'ın tutumuna kendi nazarında meşruluk kazandırdı. 15 Temmuz olaylarından kısa süre sonra Erdoğan darbeyi ‘Allah'ın bir lütfu' olarak tanımlamıştı. Bu sözle ne kast ettiği bir yıl sonra herkes tarafından açık bir biçimde biliniyor.”
Nürnberger Nachrichten gazetesinde yer alan yorumda Erdoğan'ın siyasi olarak demokrasinin önünü açmak gibi bir seçeneği olmadığı fikri işleniyor:
"Erdoğan geri adım atamaz. Reform ve hukuk devleti yönünde bir değişiklik, gücünün altını oyar. O yüzden vatandaşlarının haklarını sürekli daha da kısıtlamaya, her kötüye gidişte yeni iç ve dış düşmanları günah keçisi ilan etmeye ve devlet işlerini daha da güçlü bir biçimde kendi eline almaya lanetlenmiştir. Bu durum bir süre daha böyle devam edebilir ancak Cumhurbaşkanı uzun vadede başarısızlığa mahkûmdur.”
Mannheimer Morgen'da yer alan yorumda Avrupa Birliği'nin Türkiye ile üyelik müzakerelerini sürdürmemesi gerektiği savunuluyor:
"Avrupa Birliği üyelik müzakerelerini sürdürmek bir güldürü olur. Birliğin devlet ve hükümet başkanları Avrupa Parlamentosu oylamasının izinden gitmeli ve müzakereleri askıya almalıdır. Bu, Türkiye bir üyelik adayı için geçerli olan Kopenhag Kriterleri'ni yerine getirmediği için talep edilmişti. Üyelik müzakerelerinin sona erdirilmesinin Ankara üzerindeki reform baskısını azaltacağı argümanı inandırıcı değil. Avrupa Birliği her halükarda Türkiye'deki gelişmeler üzerinde hemen hemen hiç etki sahibi değil.”
Frankenpost gazetesinde yer alan yorum ise karşıt bir fikri dile getiriyor. Yorumda Avrupa Birliği'nin Türkiye ile iletişim kanallarının açık tutulması gerektiği belirtiliyor:
"Ankara'daki rahatsızlık veren ortağıyla arasındaki mevcut tüm kanalları açık tutmak Avrupa Birliği'ne iyi bir tavsiye olur. Sadece birbiriyle konuşanlar değişimlere etki edebilirler. Buna bir suçun itirafı da dâhildir: Evet, Avrupalılar başarısız darbe sonrasında orduya karşı sokaklara çıkan insanlara karşı gösterilmesi gereken dayanışmayı göstermedi. Avrupalılar o zaman Erdoğan'a karşı olan antipatilerinin zincirinden kurtulamadılar. Mesele Erdoğan değil, Türkiye'deki demokratik değerlerin muhafaza edilmesiydi. Geçen haftalardaki Adalet Yürüyüşü de bunu sergilemiş olsa gerek: Türk demokrasisinin durumu bu aralar özellikle iyi olmasa da sivil toplum gelişip serpiliyor.”
Hannoversche Allgemeine Zeitung Avrupa'nın Türkiye'deki muhalif kesimlerle sosyokültürel bağlarını kaybetmemesi gerektiğini vurguluyor:
"Berlin'in ve Avrupa Birliği'nin Türkiye'yi otokrasi yönündeki rotasından çevirebilecek bir kaldıracı yok. Ancak yine de Avrupa müzakere edebilir ve etmek zorunda. Türkiye Erdoğan değil. Orada onun yönetiminden dolayı acı çeken ve savunmada olan çok sayıda insan var. Bilim insanları, sanatçılar, muhalifler… Hepsi dışarıdan desteklenmeye muhtaçlar. Bu ister vakıfların siyasi çalışmaları olsun, isterse de değişim programları ya da vize kolaylıkları aracılığıyla olsun. Eleştirel sivil toplumla iletişim hiç olmadığı kadar önemli. Başka bir Türkiye için tek umut onlar.”
Münchner Merkur gazetesindeki yorum Türkiye'deki gelişmelerle Almanya'da yaşayan Türkler arasında bağ kuruyor:
"Komplo teorilerinin çevrelediği darbe girişiminin yıldönümünde Almanya açısından konulan tüm teşhisler aslında ortada: Türkiye o zamandan beri büyük ölçüde insan haklarına riayet etmiyor, basın özgürlüğünü çiğniyor. Hükümetin izlediği siyasetin hala çok sayıda destekçisi olsa da ülke derinden bölünmüş durumda. Ankara'nın kolu Almanya'ya kadar uzanıyor. Hepsi biliniyor, hepsi alarm verici. Ancak tuhaf bir şekilde buna nasıl tepki verilmesi gerektiği konusunda herhangi bir tartışma yapılmıyor. Almanyalı Türklere ilişkin uzun süredir sergilenen suskunluk güvensizliğe dönüşüyor. Bu iki tarafın da çıkarına değil, zira paralel toplumlar daha da katılaşmamalı.”
©Deutsche Welle Türkçe
EC/BW