Gündem

Fotoğraf karesindeki tarih; İnönü, 58 yıl önce bütçe görüşmelerinden ABD ilişkileri için ne demişti?

“Atom denemelerinin durdurulması, yolun ilk adımını teşkil edecektir”

09 Ekim 2018 18:29

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın elindeki iki bayraktan sadece Amerikan bayraklı fotoğrafını göstererek ‘Amerikancı’ olmakla suçladığı Türkiye Cumhuriyeti'nin 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, bundan 58 yıl önce TBMM Genel Kurulu’nda “Hariciye Vekaleti” bütçesinde başta silahsızlanma olmak üzere Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiler, bu ilişkilerin nasıl zedelenebileceği konusunda bugünün devlet yöneticilerine ve siyasetçilerine adeta ders niteliği taşıyan konuşma yapıyor. 

"Siyasi partilerin hiçbirinde Amerika münasebetlerini kıymetli tutmayan bir telâkki yoktur" diyen İnönü,  Amerika ile dostluğun temelinin Hükümetten Hükümete bir münasebetin ötesinde olduğuna dikkat çekerek, “Milletten millete münasebet kaidesinde sağlam olarak muhafaza etmek lâzımdır. Biz, milletçe birçok meselelerde eksik durumda olabiliriz. Ama dış politikada, Devletlerarası münasebetlerde tarihi ve tecrübesi zengin bir memleketin evlâtlarıyız” diyor.

İnönü, şunları kaydediyor:

“Amerika ile münasebetlerin sağlam tutulmasına zarar verecek tek unsur, bu münasebetlerin milletten millete olduğu hakikatini zedelemektir. Böyle bir hatadan dikkatle sakınmak lâzımdır. Hususiyle, içinde bulunduğumuz demokratik rejimin geçirmekte olduğumuz hastalıklar devresinde böyle bir cereyana kolaylıkla heves edecekler bulunabilir. Bunların arasında memleketimizin siyasetinde çalışanlar görüneceği gibi, Amerika resmî memurları içinde de ihtiyatsızlar görünebilir. Samimî olarak müşahedemiz odur ki, Amerika Devleti, Amerika halkı ve Amerikan kültür âlemi Türkiye'nin iyiliğini istemekte ve dostluğu milletten millete olarak benimsemektedirler”.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 11. Döneminde CHP Grubu adına Malatya Milletvekili İsmet İnönü, 1960 mali yılı ‘Hariciye Vekâleti’ bütçesindeki konuşması şöyle:

C. H. P. Grubu adına İsmet İnönü.

(Malatya) — Muhterem arkadaşlar; Dış politikada görümlerimizi çok açık surette söylemek isterim: Esas itibariyle bu politika Cumhuriyetin ilk gününden beri takip ettiğimiz barış politikasıdır. İkinci Cihan Harbinden sonra teşekkül eden siyasi topluluklar içinde Türkiye’nin bugün de muhafaza ettiği müdafaa yeri bu politika tarafından tâyin edilmiştir. Bu esas içinde muhtelif tatbikat safhalarına geçmeden evvel cihan barışının bugün bağlı bulunduğu temel düsturlar üzerinde* kısa bir tahlil yapmayı lüzumlu görüyorum. Geçen cihan harbi erinin bir askerî düstura dayandıklarını ilk önce belirtmeliyim. Her iki Cihan Harbi çabuk zafer kazanmak tertibi ve ümidi içinde patlamıştır. Her iti cihan harbi evvelden tahmin olunamayacak derecede uzun sürmüş, evvelden tahmin olunamayacak kadar ağır zayiata insanların ve milletlerin dayandığını göstermiştir. Her iki cihan harbinden sonra bir daha harb çıkarsa medeniyetin sonu olacağı kanaati hüküm sürmüştür. Bugünkü vaziyet aynı telâkkiler içindedir. Siyaset âlemi, 15 seneden beri dünya barışının esaslarını aramakla meşgul bulunuyor. Devletler başlıca iki topluluk halinde siyasi mücadeleyi devam ettirmektedirler.

Bizim kaderimiz dünya barışıyla yakından ilgilidir ve içinde bulunduğumuz topluluğun askerî hazırlıklarına, karşı tarafla münasebetlerine sıkı sıkıya bağlı bulunmaktadır. Son bir sene içinde doğu ve batı münasebetlerinde gerginliğin azalması, bir araştırmaya imkân verecek temasların yapılması yolunu açmış görünüyor. Bu hal, insanilik için ileri bir merhaledir. Her suretle teşvik edilecek bir fırsat sayılmak lâzımı gelir.

Bugünkü karşılıklı askerî hazırlıklar, iki Cihan Harbinin tecrübelerinden sonra bir esaslı unsura dayanıyor. Herkes, harbe mâni olmanın çaresini çabuk bir zafer kazanmak ihtimalinin karşı taraf için mevcut olmamasında görüyor. Üçüncü Cihan Harbi de esas itibariyle çabuk zafer hayalinden doğabilecektir. Zamanımızda askerî bakımdan değişmiş ciddî bir husus vardır. Nükleer silâhlarla yapılacak bir savaşta her iki tarafın harab olacağı ve neticede bir taraf için zafer imkânı kalmayacağı umumi kanaat haline gelmiştir. Bu kanaatte büyük bir hakikat vardır. İnsanlar, umumi ve müşterek 'bir inanç olarak bu gerçeği birbirlerine anlatmakla meşguldürler. Yalnız unutmamak lâzımdır ki, aynı cins bir kanaat Birinci Cihan Harbinden sonra da belirmişti fakat bu ikinci  Cihan Harbine mâni olamamıştır. Simidi nükleer silâhların mevcudiyeti, kanaati bir kat daha kuvvetlendirecek yaygın hale sokmuştur. Ancak, bu hal nükleer silâhların daha tesirlilerini vücuda getirmek için hummalı bir yarışa mâni olamamış, aksine bunu teşvik etmiştir. Aslında, bunun, şaşılacak ciheti yoktur. Nükleer silâhların dehşetinin bugün diplomatik lisanla kullanılan tâbirle bir «Deterrent», bir önleyici olacağı ümidine milletlerin kaderi elbette bağlanamaz. Onun için bloklar, şayet harb çıkarsa misilleme tedbirlerini tesirli ve hazır bulundurmaya mecburdurlar. Yani bugün, barışın, ancak karşılıklı olarak alabildiğine silâhlanma suretiyle sağlanması gibi hakikaten garip bir vaziyetle karşı - karşıya gelmiş bulunuyoruz. İki topluluk için askerî bakımdan en amelî barış çaresi, hattâ tek amelî barış çaresi • karşı tarafa çabuk bir zaferin imkânı olmadığını, misillemenin mutlaka vukubulacağını fiile a anlatacak hazırlıklar üzerinde toplanmıştır.

Halbuki harb hazırlığı için mütemadi bir yarışmanın da bir harlı tehlikesi olduğu tarih içinde tecrübe edilmiştir; nitekim, bu halde dahi son 10 senede milletlerin muhtelif vesilelerle cihan harbinin eşiğine kadar geldiğini daima hatırda bulundurmak lâzımdır. Uzak - Doğuda, Orta - Doğuda taraflar zaman zaman tutuşmaya pek tehlikeli şekilde yakınlaşmışlar, umumi patlama ancak uçurumun kenarında önlenebilmiştir. Siyaset adamlarının büyük buhranlar esnasında sonuna kadar sakin ve akıllı kalmalarını sağlayacak bir çare henüz keşfedilmiş değildir.

Bütün bu sebeplerden dolayıdır ki, silâhsızlanma çaresi aramak için gayretleri insani bir barış gayesi olarak görmek lâzımdır. «Barış için silâhlanma yarışı» lun başlıca temsilcisi olan büyük milletlerin «silahlanmayı azaltmak ve durdurmak için gayretleri bizim gibi bütün barışsever milletlerin temennileri içindedir.

Bu meselenin amelî tarafı başından beri esaslı güçlüklerle kaplıdır. Geçen büyük harbi erin arasındaki devirlerde de silâhsızlanma fikri ve teşebbüsleri mevcuttu. Ancak, bu fikir ve teşebbüsler hasmı zayıf düşürmek gayesini esas almış göründüklerinden gayretler elle tutulur hiçbir neticeye vanmladı, nihayet harpler en geniş silâhlanma içinde patladı. Bu sefer de böyle bir gayeden, iki taraf da karşılıklı şüphe içindedir. Yeni silâhsızlanma teşebbüslerinin hakiki ve fiilî kontrol talebiyle beraber doğmuş olması bu yüzdendir. Teşebbüsler silâhsızlanmanın yalnız nükleer silâh]ana hasredilmesi arzusııyle başlamış, bu mevzularda senelerle münakaşalar geçtikten sonra şimdi, bütün silâhlara şâmil ve kontrol altında bulunan bir silâhsızlanma fikri, nazariyi olarak kabul edilmiş görünüyor.

Atom denemelerinin durdurulması, yolun ilk adımını teşkil edecektir. Ancak, tatbikat safhalarına girdikçe ne güçlükler çıkacağını tahmin etmek mümkün değildir. Her halde daha uzun müddet, barışın muhafazası için karşılıklı olarak nükleer silâhların «Deterrent» önleyici hassasın a bel bağlamaya ve bir kuvvetler muvazenesinden kuvvetlerin hareketsiz kalmalarını beklemeye mecbur bulunduğumuz açık şekilde anlaşılıyor, teinde yaşadığımız dünya, böyle bir dünyadır. Bu şartlar altında nükleer silâhların, hususiyle uzun ve orta menzilli güdümlü balistik mermilerin gelişmesini, ilerlemesini yakın bir ilgiyle takib etmek bizim için dahi büyük ehemmiyette bir meseledir. Şimdi, bir esas noktaya dikkati çekmek isterim : Dünya barışının bugünkü halinde ve bizim jeopolitik durumumuz itibariyle memleketimizin tarafsız bulunması, yani yaygın tabiriyle nötralist bir politika takip etmesi mümkün müdür?

Biz, İkinci Cihan Harbinin başından beri Türkiye'nin müdafaasını Batı âlemi ile aynı safta görmüşüzdür. İkinci Cihan Harbinden sonraki yeni şartlar altında da memleket müdafaasının Batı demokrasileri içinde kalmamız sure-tiyle mümkün olacağına inanmışızdır. Memnuniyet verici husus şudur ki, demokratik hayata girmemizden sonra bu telâkki bütün siyasi partilere mal olmuştur. Amerika ile yakın temaslardan başlayan münasebetler NATO içinde kesin şeklini almıştır. Büyük bloklar arasında tarafsız bir politika takip ederek siyasi menfaat sağlama meylinde olan memleketlerden coğrafi ve stratejik olarak bizim - esaslı bir farkımız vardır. Hâdiseler, yeni durumda, bizimle temas halinde inkişaf edecektir ve ilk günden bizim müdafaamız birinci derecede mesele olarak ortaya çıkacaktır. Nitekim İkinci Cihan Harbinden sonra müttefikler arasında zuhur eden ihtilâf ve ayrılma da ilk anında bizim hayati meselelerimizi ortaya getirmiştir. Bu menfaatleri korumak için muhtaç olduğumuz desteği Batı âleminde ve Amerika'da bulduk. O zamandan beri, memleket müdafaasının Batı demokrasileri topluluğu içinde müşterek mükellefiyetle mümkün olacağı hakikati her vesile ile teeyyüd etmiştir. Sonra, bizim Batı camiasında yer almamızın, müdafaa mülâhazalarının dışında bir de fikrî tarafı vardır. İkinci Cihan Harbi biter bitmez memleketin siyasi ideallerini demokrasi dediğimiz yeni hayat tarzında bütün şartları ve icaplariyle arama kararımız bizi, müdafaa cephesinde beraber bulunduğumuz memleketlerle aynı siyasi idare anlayışında da birleştirmiştir. Bu suretle, meşru müdafaa yolunda beraber bulunanlar, millet idaresinde de siyasi idealleri birbirine benzer, birbirini anlar ve teşvik eder durumda olmuşlardır. Bizim Batı ile ittifak halinde bulunmamız, bu âlemin sadece stratejik sebeplerle ittifak kurduğu, siyasi idareleri ve idealleri tamamen ayrı bir memleketle beraber görünmesinden esaslı olarak farklıdır.

 Unutmamalıyız ki, bizim demokrasi içinde yaşayan Avrupa devletleri topluluğunda yer almamız, Avrupa Konseyin deki üyeliğimizle kesin şeklini bulmuştur. Hülâsa, bizim memleketin nötralist bir politika takip etmesi tasavvur olunamaz. Bizim için, husule gelen ittifaklar içinde sadakatle ve fedakârlıkla memleket emniyetini sağlamak lâzımdır. Tarafsız politikanın mahiyetini kendi memleketimiz için bu suretle tasrih ettikten sonra ilâve etmeliyim ki menfaatlerine ve jeopolitik 1960 0: 3 durumlarına göre tarafsızlık, takip eden memleketlere karşı anlayış içindeyiz. Bu hususta Birleşik Amerika Devletlerinin tarafsızlarla iyi münasebetlerini Cumhuriyet Halk Partisi olarak takdirle karşıladığımızı ifade etmek isterim. Bu sözlerimle tarafsızlık bahsinde partimizin siyasetini açıkça belirttiğim kadar yanlış tefsir ve isnatları da esasından reddetmiş olduğumu sanıyorum.

İçinde bulunduğumuz ittifak manzumeleri için bir iki mülâhazamı arz edeyim. NATO içindeki münasebetlerde askerî sahanın dışındaki konularda da yakınlık ve yardımlaşma aramaya çalışılmaktadır. Bu, iyi bir şeydir. Ancak, NATO'nun asıl vazifesi askerî müdafaayı temin etmek olduğu için bu vazife hiçbir sebeple ikinci dereceye bırakılamaz. Bütün müttefiklerin vazifede ve fedakârlıkta dikkatli olmalarını takip etmeye mecburuz. Ben, bilinen münakaşaların hududuna girmeksizin esas ihtiyacı belirtmekle yetiniyorum. NATO ittifakını, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, müdafaamızın ve dış politikamızın temel taşı saydığımızdan bu meselelerde büyük hassasiyet göstermemizi tabiî karşılamak lâzımdır.

CENTO ittifakı Irak'ın ayrılmasından sonra daha sade bir şekilde ehemmiyetini artırmıştır. Amerika'nın asli bir âza olmaması eksiği henüz durmaktadır. İkili ittifaklar Amerika'nın ilgisini daha yakından göstermesi fırsatını vermiştir. Bütün bu gelişmeleri memnunlukla karşılıyoruz. Unutmamak lâzımdır ki, CENTO içindeki mükellefiyetlerimizin hiçbir surette NATO içindeki durumumuza tesir etmemesi şarttır.

Bu ışık altında Cumhuriyet Halk-Partisi Türkiye'nin CENTO'da muhafazasını esaslı bir gaye bilmektedir. CENTO ittifakının içindeki münasebetlerimizin ilerlemesini memnunlukla teşvik edeceğiz. Bütün bu ittifaklar içinde Birleşik Amerika ile münasebetlerimiz hususi bir ehemmiyet taşımaktadır. Birleşik Amerika NATO’dan evvel yardımcımız, NATO içinde müttefikimiz, CENTO içinde ittifakın teşvikçisi ve bunlardan başka iktisadi, malî alanda kuvvetli desteğimiz Olmuştur. Bu kadar geniş münasebetlerin millet bünyesinde yerini isabetle tâyin etmekte fayda vardır.

İlk önce. şunu belirteyim ki, siyasi partilerin hiçbirinde Amerika münasebetlerini kıymetli tutmayan bir telâkki yoktur. Bizim kanaatimizce Birleşik Amerika dostluğunun temelini Hükümetten Hükümete bir münasebet manzarasının ötesinde, milletten millete münasebet kaidesinde sağlam olarak muhafaza etmek lâzımdır. Biz, milletçe birçok meselelerde eksik durumda olabiliriz. Ama dış politikada, Devletlerarası münasebetlerde tarihi ve tecrübesi zengin bir memleketin evlâtlarıyız.

Milletlerarası dostluk hayatının resmî, Hükümetler münasebetleri kanalıyla yürütülebileceğini mükemmel bir surette anlarız. İçinde bulunduğumuz demokratik rejimde iç ve dış her münasebetin milletin takdirine, tenkidine açık olduğunu da tecrübe ediyoruz. Şimdi, Amerika dostluğu meselesini bu zaviyeden tahlil ediyorum, Benim 'kanaatimce Amerika ile münasebetlerin sağlam tutulmasına zarar verecek tek unsur, bu münasebetlerin milletten millete olduğu hakikatini zedelemektir. Böyle bir hatadan dikkatle sakınmak lâzımdır. Hususiyle, içinde bulunduğumuz demokratik rejimin geçirmekte olduğumuz hastalıklar devresinde böyle bir cereyana kolaylıkla heves edecekler bulunabilir. Bunların arasında memleketimizin siyasetinde çalışanlar görüneceği gibi, Amerika resmî memurları içinde de ihtiyatsızlar görünebilir. Samimî olarak müşahedemiz odur ki, Amerika Devleti, Amerika halkı ve Amerikan kültür âlemi Türkiye'nin iyiliğini istemekte ve dostluğu milletten millete olarak benimsemektedirler. Her iki memlekette iktidarda bulunan siyasi partiler gelip gidecek, fakat bu dostluğun temeli ve yürüyüşü mahfuz kalacaktır. Bunun istinadedilmesi lâzım gelen bir temel olduğunu her ciddî vesilede görmekteyiz. Bizim tarafımızdan da Amerika ile iyi ve yakın münasebetleri sağlam muhafaza etmek kararı milletçe muhkemdir.

Amerika ile son zamanlarda yapılan bütün mukavelelerde milletlerarası bir şüpheye  mahal vermeme kaygısı bizim dikkatle göz önünde tuttuğumuz bir konudur. Amerikalı dostlarımız bizim bu hassasiyetimizi daha 1947 den beri bilirler. Bu esaslara elbirliği ile dikkat etmek sayesinde Birleşik Amerika'nın müttefik olduğu, bâzı memleketlerde husule gelen münakaşalar bizim memlekette hiçbir zaman ehemmiyetli bir dereceyi bulmayacaktır. Amerika ile münasebetlerimiz karşılıklı emniyet ve menfaat ihtiyacı ile bağlanmış iki müstakil millet ve Devletin münasebetleri şeklinde gelişmekte devam edecektir. Amerika emin olmalıdır ki, kendisi için en sağlam müttefik Türkiye, demokrasi ile idare edilen bir Türkiye olacaktır.