Fikret İlkiz*
Siyasi şahsiyetlerin ve kamu görevlilerinin kıyasıya eleştirilmesi herkesin hakkıdır. Bu hak medyada siyasi tartışma özgürlüğünün sonucudur, kanunla siyasi şahsiyet korunmamalıdır.
Demokratik ülkelerde medya yoluyla "eleştiri" hakkı ve bu hakkın kullanılma yöntemi en sorunlu alanlardan birisidir. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Bakan Temsilcilerinin katıldığı 12 Şubat 2004 tarihinde yapılan 872. toplantısında Medyada Siyasi Tartışma Özgürlüğü Bildirisini kabul etmiştir.
Bu bildiride esas alınan temel belge Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesi’dir (AİHS). Tüm üye devletlere 11 Ekim 1997’de Strazburg'da gerçekleşen 2. Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesinde çoğulcu demokrasi, insan haklarına saygı ve hukukun üstünlüğü temel ilkelerine bağlılık taahhütleri yeniden hatırlatılmıştır.
İfade ve Bilgi Edinme Temel Özgürlüğü Bildirisinde (1982) Sözleşmenin 10. maddesi ile koruma altına alınmış bulunan ifade ve bilgi edinme temel özgürlüğünün; demokratik bir toplumun en önemli temel taşlarından birisi olduğu ve bireylerin kişisel ilerleme ve gelişimleri için gerekli unsurların başında geldiği bu Bildiride yer almıştır.
Bakanlar Komitesi bu Bildiride; "cevap hakkı- basın karşısında bireylerin konumu" konulu Tavsiye Kararının altını çizmiştir. "Nefret içeren ifadeler" konulu R (97) 20 sayılı Tavsiye Kararını hatırlatmıştır. Siyasetçilere ve kamu görevlilerine, gazetecilere ve hukukçulara; ırkçı veya kin beslemeye, yabancı düşmanlığına, antisemitizme ve her çeşit hoşgörüsüzlüğe sevk eden düşünceleri dile getirmenin siyasi ifade özgürlüğü olmadığı özellikle hatırlatılmıştır. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinin özel hayata saygı gösterilmesi konusundaki 1168 (1998) sayılı Kararı hatırda tutulmalıdır.
Kamuoyunun, kendisini ilgilendiren konularda bilgi edinme hakkı ile kamusal ve siyasi işlerde denetim hakkının teminat altına alınması gereklidir. Ayrıca demokratik toplumlarda elzem olan siyasal organlar ile kamu hizmetlerinin şeffaflığının sağlanmasında ve sorumluluk esaslarının belirlenmesinde üye devletlerin iç hukuklarına zarar vermeyecek şekilde düzenleme yapılması gözetilecektir.
İfade özgürlüğünden yararlananların görev ve sorumlulukları vardır. Sözleşme tarafından teminat altına alınmış başka hak, özgürlük ve temel çıkarlar arasında bir denge sağlamak amacıyla ifade özgürlüğünde ilke olarak meşru, makul ve orantılı bazı kısıtlamalara gidilebilir.
Bir siyasi göreve aday olmuş, seçilmiş veya böyle bir görevden ayrılmış olan veya yerel, bölgesel, ulusal veya uluslararası düzeyde siyasi bir görevde bulunan veya siyasi yaşamda nüfuz sahibi olan gerçek kişilerin, kamu görevi yürüten görevlilerin medya kuruluşları aracılığıyla haklarında bilgi ve görüş yayınlanması nedeniyle zarar görebilecekleri temel hakları olduğunun bilincinde olarak bu Bildiri kabul edilmiştir.
Bildirinin girişinde bulunan bir tespit ilgi çekicidir. Bazı ulusal hukuk sistemleri siyasi şahsiyetlere ve kamu görevlilerine, haklarındaki bilgi ve görüşlerin medya organlarında yayılmasına ve eleştirilmelerine karşı hukuki bazı ayrıcalıklar tanımıştır. Bir başka deyişle siyasi şahsiyetler ve kamu görevlileri kanunla korunmaktadırlar.
Örneğin ceza kanunlarında hakaret suçtur. Ama kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret edildiği gerekçesiyle mahkûmiyet kararı verilirse suçun cezasının alt sınırı bir yıldan az olamaz. Aynı şekilde Türk Ceza Kanunu’nda yer alan 301. Maddeye göre Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, TBMM’sini, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ve Devletin yargı organlarını, devletin askeri veya emniyet teşkilatını aşağılamak suçtur.
Ama 301'e göre "eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz". Bu suçtan dolayı soruşturma açılması Adalet Bakanının iznine bağlıdır. Yine Türk Ceza Kanunu Madde 299’a göre Cumhurbaşkanına hakaret eden kişi bir yıldan dört yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır ve bu suçtan kovuşturma yapılması da Adalet Bakanının iznine bağlıdır.
Bu durum, kısaca siyasi şahsiyetlere ve kamu görevlilerine hukuki bazı koruma ayrıcalıkları tanınması ve kanunla korunmaları Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10. maddesi ile teminat altına alınmış bulunan ifade ve bilgi edinme özgürlüğü ile çelişmektedir. Medyada Siyasi Tartışma Bildirisi bu şekilde hukuki ayrıcalık tanınmasını ve kanunla korumanın ifade özgürlüğüne aykırı olduğunu kabul etmiştir.
Bu bildiri siyasi şahsiyetler ve kamu görevlileri hakkındaki bilgi ve görüşlerin yayımlanması konusunda bazı ilkelere özellikle dikkat çeker.
Kamuoyunun, kamuyu ilgilendiren konularda bilgilendirilmesi çoğulcu demokrasinin ve siyasi ifade özgürlüğünün gereğidir. Bu özgürlük; medya kuruluşlarının siyasi şahsiyetler ve kamu görevlileri hakkında olumsuz bilgiler ve eleştirel görüşler yayınlama hakkı ile kamunun bu tür görüş ve bilgileri öğrenme hakkını da kapsar.
Devlet, hükümet, yürütme, yasama, yargı organları, kamu görevlileri ile siyasi şahsiyetler medyada eleştirilebilir. Eleştiri hakkı madem ki özgürlüğün sonucudur; güçlü konumlarına bağlı olarak bu kurumlar, ceza hukuku tarafından itibar zedeleyici, hakaret niteliği taşıyan beyanlara karşı "kurum" olarak koruma altına alınmamalıdırlar.
Siyasi şahsiyetler de şahsiyet olarak nasıl korunuyorlarsa diğer kişiler gibi hukuktan eşit yararlanmalı, ayrıcalıklı bir imtiyaz hukuken ve siyaseten sağlanmış şahsiyet olarak kanunlarla korunmamalıdır. Yasalar, insanları korur ve ayrımcılık yasaktır.
Söz konusu kurumların böyle bir korumadan yararlanabildikleri haller varsa bile bu koruma çok sınırlı olmalıdır. Her halükârda eleştiri özgürlüğünü kısıtlamak veya siyaseten sınırlandırmak amacıyla kullanılmasına izin verilmeden uygulanmalıdır. Bu kurumları temsil eden kimseler birey olarak zaten koruma altındadır.
Bütün bu ilkeler "siyasi şahsiyetler ile kamu görevlilerinin itibarı" korunmayacak şeklinde yorumlanmamalıdır. Ancak siyasi şahsiyetler itibarlarının ve haklarının korunması için diğer kimselerden daha geniş haklara sahip bulunmamalıdırlar. İç hukukta, siyasi şahsiyetleri eleştiren medya kuruluşlarına karşı daha ağır cezalar öngörülmemelidir.
Siyasi şahsiyetler ile kamu görevlilerinin özel yaşamları medya kuruluşları tarafından yapılabilecek haberlere karşı Sözleşmenin 8. maddesinin korumasından yararlanacaklardır. Ancak siyasi şahsiyetler ile kamu görevlilerinin özel yaşamlarına ilişkin bilgiler, bu şahısların görevlerini geçmişte veya hâlihazırda yerine getiriş tarzları bakımından kamuoyunu doğrudan ilgilendiriyorsa; üçüncü şahıslara gereksiz yere zarar vermemek kaydıyla, "özel yaşam" konunun önemine, özelliğine ve dikkat çekmesine göre her zaman yayın konusu yapılabilir.
Siyasi şahsiyetler üzerinde medya yoluyla açılan tartışmalar sayesinde kamuoyunun denetimi sağlanır. Siyasi şahsiyetler kamuoyundan güven talep etmişlerdir. Kamuoyunun gözü önünde açık tartışmaların konusu olmayı, kamuoyunun titiz bir denetimine tabi tutulmayı, buna bağlı olarak da görevlerini yerine getiriş tarzları hakkında kendilerine gereğinde şiddetli eleştiriler yöneltilebileceğini peşinen kabul etmişlerdir.
Alkışlanmayı ne kadar istiyorlarsa, haklarındaki eleştiri de o kadar sert olabilir. Aynı şekilde kamu görevlilerinin de görevlerini sorumlu bir şekilde ve şeffaflık içinde yerine getirmelerinin sağlanabilmesi için görevlerini geçmişte veya hâlen yerine getiriş tarzları hakkında medya aracılığıyla, kamuoyunun denetim ve eleştirilerini kabul etmelidirler.
Çok daha önemli bir diğer ilke ise "Hiciv özgürlüğü"dür. Mizah ve hiciv, Sözleşme'nin 10. maddesi ile korunurlar. Mizah yoluyla siyasi şahsiyetlerin eleştirisi kamuoyunu olaylar hakkında yanıltmamaları kaydıyla, ileri bir abartma, düşündüren ve gülümseten bir sertlik, hatta tahrik boyutu bile taşıyabilir. Mizahını yitirmiş bir toplumda siyasi şahsiyetlerin denetimi, hesap verebilirlikleri ve gün ışığında yönetim yoktur.
Beethoven 250 yaşında… Napolyon’un tutsak uluslara örnek oluşturan bir hürriyet kahramanı, hatta bir kurtarıcı olduğuna, herkes gibi o da inanmıştı. Beethoven Napolyon hakkındaki yanılgısını anladıktan sonra adını senfonilerinden çıkardı. Beethoven, Fransa’daki hürriyet mücadelelerine yürekten inanıyordu ve 1790-91 yıllarında, 20 yaşındayken, şair G. Konrad Pfeffel’in bir şiirini besteleyerek yarattığı "Özgür İnsan" adlı şarkı özgürlüğe katkıdır (Cevad Memduh Altar, 26 Mart 1952, Beethoven’i Anma Konuşması).
Tek sesli bir erkek korosuyla tek bir solist arasında sırayla okunan özgün elyazması halen Londra’da British Museum’da bulunan bu şarkının dizeleri şöyleydi: Kime denir özgür insan? / Yalnız kendi iradesine dayanan, / Zalimin keyfine hizmet etmeyen / İnsana denir özgür insan.
Hepimiz için Senfoni No: 5, Do Minör Op.67… Kader Senfonisi Beethoven’ın kadere başkaldırısı, isyanı, düzene itirazıdır. Siyasi şahsiyetler ve kamu görevlileri acaba Beethoven’ın başkaldırısının 250 yıldır sürebilmesini anlayabilir mi? Belki şunu yapabilirler; şahsiyetleri ve kendi siyasi düzenleri için kanun yapmayı siyasi ayrıcalık ve imtiyaz gören siyasi şahsiyetler Kader Senfonisini dinleyebilirler, eğer ihtiraslarını önleyebiliyorlarsa ve yürekleri elveriyorsa!
Siyasi şahsiyetler ve kamu görevlileri, medya kuruluşları tarafından hak ihlallerine karşı sıradan vatandaşların sahip oldukları hukuki başvuru yollarının aynılarına sahip olmalıdırlar.
Ne bir eksik ne bir fazla… Hesap verebilirlik ve gün ışığında yönetim medyada siyasi eleştiri özgürlüğünün sağlanmasıyla mümkün olabilen bir denetimdir. Özgür ve bağımsız medya kuruluşları aracılığıyla, herkesin ifade ve bilgi edinme özgürlüğünü sağlamak için medyada siyasi tartışma özgürlüğünü içimize sindirmeliyiz.
Eleştiri hak ve özgürlüğü herkes içindir ve hukuk; herkes için eşitliktir ne bir eksik ne bir fazla…
*Bu yazı ilk kez Bianet'te yayımlanmıştır.