04 Temmuz 2017 14:49
Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Metin Feyzioğlu, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun öncülüğünde, partinin İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu'nun tutuklanması sonrası başlatılan "adalet yürüyüşü" ile ilgili olarak "Yargının en üstünde yer alan kurumlardan biri olan Türkiye Barolar Birliği'nin, bir siyasi parti faaliyetine katılması doğru olmaz" dedi.
Sözcü Gazetesi Ankara Temsilcisi Saygı Öztürk'e konuşan Feyzioğlu, "Bundan, tüm toplum zarar görür. Çünkü, Türkiye Barolar Birliği'nin dile getirdiği her sorun ve her çözüm önerisi siyasi iktidar tarafından ‘bir siyasi parti adına söyleniyor' şeklinde damgalanır" görüşünü dile getirdi.
Saygı Öztürk'ün "Türkiye’nin cayır cayır yanan gündemi ADALET" başlığıyla yayımlanan (4 Temmuz 2017) yazısı şöyle:
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun başlattığı “Adalet Yürüyüşü” aşırı sıcağa rağmen devam ediyor. Referandumda il il, ilçe ilçe dolaşıp “hayır” kampanyası yürüten, yıllardır “Adalet” diyen Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu'nun bu yürüyüşte bulunmaması yadırganıyor, “Nerede Metin Feyzioğlu?” diye soruluyor. Onlar yürürken Prof. Dr. Metin Feyzioğlu Ankara'da, Adalet Yürüyüşü'ne neden katılmadığı ve, yeni siyasi parti oluşumlarıyla ilgili SÖZCÜ'nün sorularını şöyle cevaplandırdı:
Türkiye'nin cayır çayır yanan gündemi adalettir. Benim, 5 yıl önce yaptığım ‘adli yıl'açılış konuşmamın ilk cümlesidir. Türkiye Barolar Birliği adaletin sağlanmasını vazgeçilmez koşulu olan yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı için yıllardır mücadele vermektedir. Çok çeşitli fay hatları üzerinden birbirine düşmanlaştırılmaya başlanmış, kutuplaştırılmış toplum Türkiye Barolar Birliği'nin yürüttüğü mücadele sonucunda adalet paydasında buluşmaya hazır hale gelmiştir.
Ana muhalefet partisinin başlattığı ve organize ettiği yürüyüş, toplumun bu en önemli sorununa işaret etmektedir. Bir kez daha altını çizerek söylüyorum: umarım bir veya birkaç kişi üzerinden değil, tüm toplum için adalet talebi üzerinden gelişir. Ancak bu yürüyüşün bir toplumsal soruna işaret etmesi onu siyasi parti faaliyeti olmaktan çıkarmamaktadır. Faaliyetin, siyasi parti faaliyeti olması ise onu değersizleştirmez. Fakat yargının en üstünde yer alan kurumlardan biri olan Türkiye Barolar Birliği'nin, bir siyasi parti faaliyetine katılması doğru olmaz.
Bundan, tüm toplum zarar görür. Çünkü, Türkiye Barolar Birliği'nin dile getirdiği her sorun ve her çözüm önerisi siyasi iktidar tarafından ‘bir siyasi parti adına söyleniyor' şeklinde damgalanır. O yüzden bizim yürüyüşe katılmamızı iyi niyetle talep eden vatandaşlarımızın durup bu hususu düşünmesi gerekir. Emin olunuz, Türkiye Barolar Birliği'nin söylemlerinin değerinin düşmesini isteyenler, bizim yürüyüşe katılmamızdan büyük memnuniyet duyarlar. Çünkü, bir siyasi parti yaptığında önemli ve değerli olan bir faaliyete tarafsız ve bağımsız kalıp siyasi partilerin üstünde ve dışında hareket etmekle yükümlü bir kurum iştirak ederse o değerde düşme olur.
Her kurumu kendi sistemi içinde değerlendirmek gerekir. Somutlaştırayım: Türkiye Barolar Birliği Başkanı, Yargıtay Başsavcısıyla aynı konumdadır. Adalet Bakanı, Yargıtay Başsavcısıyla birlikte örneğin ‘bu yürüyüşü protesto etmek' için bir karşı yürüyüş başlatsa, Başsavcının bu yürüyüşe katılması konusunda insanlar ne hissederse, bizim de durumumuz odur. Yargıtay ve Danıştay başkanlarını iktidar partisinin temsilcileriyle birlikte çay toplamaya gitmekle eleştirenler, Türkiye Barolar Birliği Başkanı'nı yürüyüşe katılmamakla kınadıklarında, çifte standart uyguluyorlar.
Yürüyüşe katılanlar gibi katılmayan barolar da var. Türkiye Barolar Birliği her siyasi görüşten 102 bin avukatın temsilcisidir, Türkiye'nin tüm barolarının çatı örgütüdür. Barolar, Türkiye Barolar Birliği'nin şubesi değillerdir. Kendisi karar verir. Biz de bir karar verirken, tüm Türkiye'yi dikkate alacak şekilde değerlendirme yapmak zorundayız. Yürüyüşe bir süre katılıp, öz çekim yapıp bunu sosyal medyada paylaşmayı önemli bir eylemin bir parçası olma duygusunu yansıttığı için sıcak karşılıyorum.
Türkiye Barolar Birliği'nin her türlü baskıya, tehdide, engellemeye karşı yıllardır Türkiye'nin her yerinde yürüttüğü mücadeleyi görmezden gelen, vefasızca unutan cümleleri okuduğumda da yadırgıyorum. Biz, yürüyüşe katılanlara ‘niçin katılıyorsunuz?' demiyoruz. İlk günden bu yana ‘Bu bir temel hakkın kullanımıdır.
Herkes saygı duymalıdır. Devlet de gerekli korumayı sağlamalıdır' diyoruz . Sosyal medyada paylaştığı yürüyüş fotoğrafının altına, yıllardır bu mücadeleyi veren baroları ve Türkiye Barolar Birliği'ni suçlayan bir cümle yazmaktan kendini alıkoyamayan kişiler ise emin olun, yürüyüşü amacından saptırıyor. Amaç ‘adalet' talep etmekse, önce insafsızlık ve haksızlık yapmayarak başlatmak lazım.
Benim yürüyüşe kurumu temsilen değil de, şahsen katıldığımı söylemem bu yürüyüşe bir siyasi parti faaliyeti olarak bakan toplumun bir diğer kesimi açısından inandırıcı olmaz. Dolayısıyla benim, şahsi faaliyetlerimi icra ederken, kurumumu düşünmek gibi bir sorumluluğum var.
Türkiye Barolar Birliği olarak biz, 2015 senesinde Adana'da, Bursa'da, İzmir'de ve Ankara'da barolarımızın katılımıyla on binlerce vatandaşımızın da desteklediği yürüyüşler yaptık. Bu yürüyüşlerimizin başlığını da ‘Türkiye adaletini arıyor' diye koymuştuk. Bu da bir temel hak kullanımıydı. Biz, temel hakları kullanırken her vatandaşımızın anayasamızın koruması altında olduğunu söylüyoruz. Bu korumayı ihlal edenlerinde karsında duruyoruz.
Umarım, tüm siyasi partiler, adalet arayışının altının nasıl doldurulacağını ciddi ciddi düşünmeye başlarlar. Bu noktada 80 milyon vatandaşımızın siyasi düşüncesine, etnik kökenine, inancına, mezhebine, diline ve cinsiyetine bakmaksızın, adalet paydasında buluşturmak için somut çözümler öneren Türkiye Barolar Birliği'ni, iktidarda ya da muhalefette olsun daha çok dinlerler.
Adalet kavramının altını herkes kendine göre doldurursa ortaya zaten bugün yaşadığımız sıkıntılı durum çıkar. Adaleti sağlayacak olan; tarafsız, bağımsız, keyfilikten uzak karar veren bir yargı düzenidir. Böyle bir yargı düzeninin nasıl inşa edilebileceği bellidir. Dünyanın çağdaş, çoğulcu, katılımcı demokrasilerinde ne yapılıyorsa Türkiye'de de yapılmalıdır. Biz, somut önerilerimizi 2014 yılında kitaplaştırıp bütün siyasi partilere ve milletvekillerine gönderdik. Maalesef hiçbiri iltifat etmedi. Dilerim, bugünden sonra herkes bu konu üzerinde daha çok düşünür.
Türkiye'de toplumu ilgilendiren tüm ceza soruşturmaları ve davaları bizi ikiye bölüyor. Toplumun bir kısmı bir futbol maçı seyreder gibi yapılanları çılgınca alkışlıyor, diğer kısmı da tartışmasız ıslıklıyor. Bunun sebebi yargının güvenirliğini yitirmiş olması. Milletvekili,gazeteci, İş adamı suç işlemez mi? İşleyebilir. Bizdeki sorun, onu suç işlemekle itham eden savcıya, tutuklayan, mahkum eden ya da beraat eden mahkemeye toplum artık güvenmiyor.
Çünkü, sistem siyasi iktidarın müdahalesine fiilen açık. Bu durumda emin olunuz en çok Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkmaya ya da yıpratmaya çalışan terör örgütleri yararlanıyor. Çünkü her yargı kararı üzerine şaibeli etiketi yapıştırıldıkça maalesef devletin meşruiyeti sorgulanıyor. Terör örgütler ise hem toplumsal taban kazanıyor, hem de uluslararası kamuoyunda haksızlığa uğradıkları kanısı hakim olmaya başlıyor. Şu halde yapılması gereken yargı sistemini bir an önce güvenilir hale getirmektir. Güven öyle bir duygudur ki, emir ve talimatla sağlanmaz. Sistemin düzeltilmesi ve iyi uygulamalarla da herkese gösterilmesi gerekir.
Siyasi partiler, demokrasinin vazgeçilmezi. Ancak hukuk kurumlarının tarafsızlıklarının ve bağımsızlıklarının korunması da demokrasi açısından yaşamsal önemde. Bu düşünceyle; hiçbir siyasi partinin içindeki rekabetle ilgim olmadığı gibi, yeni bir siyasi partinin oluşumuna dair hiçbir çalışmaya da dahil değilim. Türkiye Barolar Birliği Başkanı olarak görevim, her siyasi görüşten vatandaşlarımızın ortak talebi olan hukukun üstünlüğünün sağlanması mücadelesine, siyasi particilik yapmaksızın ve herkesi kucaklayarak devam etmek. Amacımız, pek çok fay hattı üzerinden kırılgan hale getirilmiş ve kutuplaştırılmış toplumumuzu, hukukun ve demokrasinin ortak değerleri etrafında birleştirmek.”
SÖZCÜ gazetesinin çalışanlarına yönelik tutuklama kararı özelinde konuya baktığımızda bu söyediklerimin haklılığı bir kez daha ortaya çıkıyor. ‘Darbeciler, Cumhurbaşkanının yerini SÖZCÜ'nün web sitesinden öğrenip operasyona kalkıştılar' gerekçesiyle tutuklama inanın hukuka ve akla zarar. Bu durum, F tipi suç örgütüne yönelik tüm davaları lekeliyor, bunların inandırıcılığını yerle bir ediyor. ‘Bundan kim yararlanır?' diye sorduğumuzda cevap açık:Böyle bir gerekçeden sadece ve sadece F tipi suç örgütü yararlanır. Çünkü bu gerekçe, onlarca helikopter, tank, uçak kaldırıp Türkiye'yi kan gölüne çeviren hainlerin darbeye bir gazete haberi sayesinde kalkıştıkları anlamına geliyor.
İnsanın zihninde şu canlanıyor: SÖZCÜ muhabiri Gökmen Ulu, büyük uğraşlarla Cumhurbaşkanın yerini tespit etmiş, her halde telefon edecek kontörü kalmamış, o sebeple suç ortaklarına haber vermek için internet sitesine haber yapmış. SÖZCÜ'nün web sitesini gören örgüt üyeleri de ‘hadi arkadaşlar bir darbe yapıp geliverelim' demiş. Elinizi vicdanınıza koyun, bu gerekçe tüm F tipi soruşturmalarını gayri ciddi hale getirmiyor mu? 15 Temmuz şehitlerine yazık değil mi? Kumpas davalarında eziyet gören vatanseverlere yazık değil mi? Ömrünü F tipinin hukuksuzluklarıyla mücadeleye adayan bizim gibilerine haksızlık değil mi?
© Tüm hakları saklıdır.