Gündem

Feyzioğlu: Demokratik şartları oluşmamış bir kurultayda aday değilim

Türkiye Barolar Birliği Başkanı, CHP kurultayında genel başkanlığa aday olmayacağını söyledi. Feyzioğlu, 'İktidarın despotlaşmasında muhalefet partilerinin alternatif olamaması var' dedi

25 Ağustos 2014 10:41

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, 5-6 Eylül tarihlerinden yapılacak CHP kurultayında genel başkanlığa aday olmayacağını söyledi. Feyzioğlu, “Bugünkü demokratik bir süreç değil. Ben demokratik şartları oluşmamış bir kurultayda aday değilim” dedi.

Muhalefet partilerini iktidara alternatif olamamakla suçlayan Feyzioğlu, “İktidarın giderek despotlaşmasından, kişi hak ve özgürlüklerini giderek daha fazla kısıtlamasından söz ediyoruz. Bütün bunların temelinde muhalefet partilerinin iktidar alternatifi olmadaki zaafı var. Türkiye’de kurumların aşınmasının temelinde iktidarın alternatifsiz bırakılması var” diye konuştu.

Halk oyuyla Türkiye’nin 12. Cumhurbaşkanı seçilen Tayyip Erdoğan’ı makamında tebrik etmeye gidebileceğini söyleyen Barolar Birliği Başkanı, “Cumhurbaşkanlığı’nı dün Sayın Gül temsil ediyordu, yarın Sayın Erdoğan temsil eder. Görüşmem gerekirse ben görüşürüm. Ha o makamı temsil eden ‘Ben görüşmem’ derse bunun sorumluluğu bize ait değildir. ‘Oynamıyorum’ diyene aittir. Bir makamı yok sayan herhalde onun sorumluluğunu da üstlenir” ifadelerini kullandı.

Hürriyet gazetesinden Cansu Çamlıbel’in sorularını yanıtlayan Metin Feyzioğlu şunları söyledi:

 

Metin Feyzioğlu: CHP'de aday değilim

 

Mayıs ayında Danıştay töreninde Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu kürsüdeyken yaşananlar hafızalarda. Başbakan Erdoğan Cumhurbaşkanlığı yarışını kazandıktan hemen sonra Feyzioğlu’nun konuşmasının programa alınması halinde 1 Eylül’deki adli yıl açılışına katılmayacağını açıklamıştı. Haliyle Feyzioğlu’nun ve Yargıtay’ın izleyeceği tutum merak ediliyor. Bir diğer merak konusu da Feyzioğlu’nun adli yıl açılışından 4 gün sonra yapılacak CHP olağanüstü kurultayında genel başkan adayları arasında olup olmayacağı. Tüm bu sorulara yanıt aramak için buluştuğum Feyzioğlu, iki meselede de kararını vermiş. Kılıçdaroğlu CHP’sine yönelik eleştirileri zaten sır değildi. Ancak 17 Aralık sürecinde CHP’nin Cemaat’in yörüngesine girdiği yönündeki iddialara dönük de söyledikleri epey gürültü koparır. Bu süreçte Feyzioğlu’nu en çok rahatsız eden ise CHP liderinin Zekeriya Öz’ü kahraman ilan eden sözleri olmuş.

 

Adli yıl törenine gideceğim, biz avukatlar o törenlerin ev sahibiyiz

 

Tayyip Erdoğan mayıs ayında yaşadığınız polemiğe referansla ‘Barolar Birliği Başkanı konuşacaksa adli yıl açılışına katılmam’ diye çok net ifade etti. Hem de bunu cumhurbaşkanı seçildikten sonra söyledi. Bu yeni bir kriz mi demek?

Mayıs ayında bir yanlış var mıydı? Ülkedeki hukuksuzlukları dile getiriyoruz. Bir yerde avukatın hakkı ihlal edildiği zaman aslında yurttaşın hakkı ihlal ediliyor. Yargının üç tane bacağı var; hâkimler, savcılar ve avukatlar. Avukatların yargının kurucusu olması aslında yurttaşların yargının kurucusu olmasını sağlıyor. Savcının, hâkimin arkasında devlet var. Avukat ise yurttaşı temsil ediyor. Bizim orada savunduklarımız avukatların hakları üzerinden yurttaş hakları. Ben yargı yılı açılışında çıkıp 3 dakikalık bir konuşma yapmayı gerçekten isterim. Öyle bir ülkede yaşıyor olsak çok mutlu olurum. Türkiye 4-5 sene önce Avrupa ülkeleriyle kıyaslanıyordu demokraside.

 

Bu gerçekçi bir kıyaslama mıydı?

Hedef burasıydı. Bugün dünyada Tunus’la kıyaslanıyoruz. Hatta Tunus toplumsal uzlaşıyı başardı, siz başaramadınız diye cümleler duyuyoruz.

 

Soruma cevap vermediniz.

Ben gideceğim tabii ki törene. Yargıtay tarafından düzenlenen ama ev sahibinin hem Yargıtay hem de Türkiye Barolar Birliği olduğu törenler bunlar. Ben misafir değilim ki. Biz yargının kurucu unsuru olan avukatlar o törenin ev sahibiyiz. Yargıtay her yıl olduğu gibi bize tören programını gönderdi. Hatta Sayın Genel Sekreter elden getirdi. Konuşma süresini de konuştuk.

 

Nedir o süre?

30 dakika.

 

Zaten geçen sefer de en büyük sıkıntı sizin o 30 dakikayı fazlasıyla aşmanız olmadı mı? Eleştirilerinizin altına imzasını atacak kişiler bile sizin o tür bir törende bu kadar uzatmanızı uygunsuz buldu.

O tür bir tören dediğiniz bir protokol töreni değil. Yargının çözmekle yükümlü olduğu yurttaş sorunlarının dile getirildiği bir tören. Biz orada slogan atıp, şiir okuyup ayrılmıyoruz. Biz orada sorunları konuşmak zorundayız. Siyasi konuştuğumu söyleyenlerin hiçbiri bugüne kadar bir tane siyasi mesaj örneği veremedi konuşmamdan.

 

Hukuk devletinin sorununu Eczacılar Odası mı dile getirecek

 

Başbakan Erdoğan’ın da tepkisini çeken Van konusu mesela. Önemli bir mesele olduğuna şüphe yok da, yeri miydi? 

30 saniyedir. O bölüm benim konuşmamın ortalarına doğruydu. Onun üzerinden 12 dakika geçtikten sonra bir patlama yaşandı, enteresandır. Türkiye Barolar Birliği’nin 1136 sayılı Kanun’a göre insan haklarına ilişkin ihlalleri dile getirmek ve giderilmesini sağlama görevi vardır. Depremde evleri yıkılan insanlara niçin ev verilir?  Mülkiyeti değil barınma hakkını korumak için. Türkiye Cumhuriyeti binin üzerinde ev yaptı, çok güzel. Ben buna teşekkür ettim. Kime verdi? Mülk sahiplerine verdi. Kalanları kurayla kiracılara verdi. Diğerlerine ne yapacaksınız? Kim söyleyecek bu sıkıntıyı, eczacılar odası başkanı mı? Sosyal hukuk devletini tabii ki Türkiye Barolar Birliği dile getirecek. Bu kadar basit ve 30 saniyedir bu.

 

Sonuçta toplamında bir saate varan bir konuşmadan bahsediyoruz.

Hayır efendim 51 buçuk dakikadır.

 

Törenin ev sahibi Danıştay Başkanı’nın bile 25 dakika konuştuğu bir törende 51 dakika da fazla değil mi?

Benim konuşmamdaki her şey yargıyla ilgilidir, hukuk devletiyle ilgilidir, sizlerin haklarınızla ilgilidir. Bana bir tek cümle için siyasidir diyemezsiniz.

 

Bu alanlara giren her şey aynı zamanda siyasi de olabilir pekâlâ.

Siyasi parti siyaseti diyeceğiniz hiçbir şey bulamazsınız.

 

Az hukuksuzluk yapsınlar az konuşalım

 

Geriye dönük baktığınızda o kadar uzun kürsüde kaldığınız için pişmanlığınız var mı?

En ufak bir pişmanlığım yok. Bence Danıştay Başkanı düşünsün pişman olup olmamayı. Danıştay’ın katledilen bir yüksek hâkimini yarım cümleyle bile anmamak acaba ne kadar doğruydu? Ben anmak zorunda kaldım. Sayın Başbakan’ın da tercihleri kendi bileceği iştir. Ben cevabını verdim. Bugün olsa yine aynı cevabı veririm. Az hukuksuzluk yapsınlar az konuşalım. Ben kendi sorunumu değil, yurttaşın sorununu söylüyorum.

 

Önümüzdeki haftaki törende süre ve içerik hassasiyeti gözetecek misiniz?

Ben ne kadar gerekiyorsa o kadar konuşacağım. Danıştay töreninde o kadar konuşmam gerekiyordu, o kadar konuştum. Yargıtay Başkanı süresini sekiz-on dakika aştığında ayağa fırlıyor muyuz? Önemli şeyler konuşuluyor. Burada dedikodu yapmıyoruz, sohbet etmiyoruz. Önemli olan birbirimize ne kadar hoşgörülü olduğumuz. Hakaret var mı, saygısızlık var mı? Ben hayatımda kimseyle saygısızlık yaparak konuşmamaya gayret ederim. Kişileri hedef almam. Makamlara her zaman saygı gösteririm. Sayın Başbakan’ın kullandığı ‘edepsiz’ ve ‘terbiyesiz’ kelimelerinin karşılığı yoktur o metinde.

 

CHP Genel Başkan yardımcılarından Faruk Loğoğlu o olaydan sonra ‘Ben Başbakan’a tek bir noktada katılıyorum. Siyaset yapılacaksa cüppeler çıkartılmalı’ şeklinde bir yorumda bulunmuştu. Sizin bu tür çıkışlarınızı siyasete girmeye yönelik hazırlıklarınıza yoranlar var.

Bana o konuşmadan siyasi parti siyasetine ilişkin bir cümle söylesinler tartışmaya hazırım. Bunu Sayın Loğoğlu da söyleyemedi. Sayın Loğoğlu biraz daha çok çalışsaydı ben biraz daha az konuşurdum. Sayın Loğoğlu demek ki görevini yapmamış ki Türkiye’de hukuksuzluklar benim bu kadar konuşmamı gerektiriyor. Sayın Loğoğlu’nun genel başkanı telefon edip yapılanlardan ne kadar üzüntü duyduğunu, söylediklerimin doğru olduğunu söyledi.

 

Despotlaşmanın temelinde muhalefetin alternatif olamaması var

 

CHP’nin 5-6 Eylül’deki olağanüstü kurultayında genel başkan adayı olacak mısınız?

Hayır ben aday değilim.

 

Peki bir adayın arkasında olacak mısınız?

Hayır, hiçbir adayın arkasında değilim. Bana göre Türkiye’nin iktidar sorununu yaratan bir muhalefet sorunu var. İktidarın giderek despotlaşmasından, kişi hak ve özgürlüklerini giderek daha fazla kısıtlamasından söz ediyoruz. Bütün bunların temelinde muhalefet partilerinin iktidar alternatifi olmadaki zaafı var. Türkiye’de kurumların aşınmasının temelinde iktidarın alternatifsiz bırakılması var. Üç seçim arka araya yapılacak besbelli değil mi? Bunu gazeteden öğrenmiyorsunuz. Belediye başkanlarını mesela son anda çıkarmak, seçim stratejisini üç ayrı seçim olarak planlamak doğru mu acaba? İktidar partisine bakın, üç seçimi birlikte planladı. Cumhurbaşkanlığı seçiminde çatı adayı adeta gökten indiğinde yolcular ‘Buzdağına çarpacaksın kaptan’ diye bağırdılar. Buzdağına çarptılar, hezimet bağıra bağıra geldi. En azından ikinci tura kalabilecek bir seçim altın tepside hediye edildi. Ancak demokrasi kültürü zayıf olan toplumlarda ve partilerde bunların siyasi bedeli olmaz.

 

Size göre Kılıçdaroğlu seçimin ardından istifa mı etmeliydi?

Siyasi sorumluluğun gereği olarak kurultaya gidiliyor ama 15 gün içinde apar topar. Ne toplumda ne de parti teşkilatında bu seçim yenilgileri doğru düzgün tartışılıyor. Kurultaydan önce ciddi tartışmaların olması gerekir. Halk Partisi tüzüğüne göre bunların önce tartışılacağı yer küçük kurultaydır.

 

Göstermelik bir kurultayda aday olmam

 

5 Eylül’deki göstermelik bir kurultay mı demek istiyorsunuz?

Bu, ‘Siyasi sorumluluğu üstlenirim’ cümlesi Sayın Genel Başkan’ın ağzından çıktığı için ‘Gereğini yapıyorum’ şeklindedir. Göstermelik bir kurultaydır, baskın bir kurultaydır. Birleştirmeye yarayacak bir kurultay değildir. Demokratik şartları oluşturulmamış bir kurultayda aday olmanın, ortaya çıkmanın, bölmenin anlamı yoktur. Ben bölen birisi hiç olmadım, burada da olmam. Süreç demokratik işlemiyor.

 

Demokrasi yaralı diyen parti kendi içinde antidemokratik süreç işletiyor

 

Eğer bu baskın bir kurultay olmasaydı genel başkanlığa adaylığınızı koyardınız ama öyle mi?

Elbette. Ama bugünkü demokratik bir süreç değil. Ben demokratik şartları oluşmamış bir kurultayda aday değilim. Nitekim bizim siyasi hastalığımız tam da burada. Türkiye’de demokrasinin çok ağır yaralı olduğunu söyleyen bir siyasi parti kendi içinde son derece antidemokratik bir süreç işletiyor. Dolayısıyla inandırıcı değil. Böyle bir kurultayın derde deva, yaraya merhem olacağına inanmıyorum.

 

‘Ben bölen olmam’ diyorsunuz da bir yandan da zaten parti kendi içinde kliklere bölünmüş durumda. Yenilikçi, ulusalcı, Baykalcı...

Kişi sayısı kadar grup çıkıyor galiba.

 

Bu haliyle CHP’yi bir tutma çabası gerçekten de manalı mı?

Türkiye’de avukatlar toplumun aynası. Biz halkla iç içeyiz, halkın kendisiyiz. Benim Türkiye Barolar Birliği’nden seçim tecrübem şu. Türkiye’nin her yerine aynı söylemle gidildiğinde birleştirici olabileceğiniz yönünde. Edirne’de ayrı, Şırnak’ta ayrı söylemle ben barolar seçimini kazanmadım. Türkiye’nin sorunu insan hakları sorunudur. Bu sorun Türkiye’nin her köşesinde var. İzmir’de belli düzeydedir, Yüksekova’ya gittiğinizde ‘ben devletim’ tonu belki daha yüksektir ama sonuçta her yerdeki insan hakları sorundur. İkinci bir ortak sorun emeğin karşılığını almaktır. Sorunlarımız aslında farklı değil. Ben CHP’nin büyük bir Türkiye projesini ortaya koyması durumunda bu davanın etrafında birleşme olabileceğini düşünüyorum hâlâ. Ama şu anki tablo kutuplaşma ve kamplaşma. Türkiye’deki kutuplaşmanın bir yansıması da parti içinde kutuplaşma. Görüntü maalesef sıkıntılı.

 

CHP proje değil isimleri konuşuyor, e herkes iyi adam!

 

Seçim başarısızlıklarının sebebi size göre nedir?

Ortaya bir hedef koyacaksınız, tartışacaksınız ve o hedefe yürüyeceksiniz. Bırakın CHP’yi, gelin Türkiye’yi konuşalım. Biz projeleri konuşmuyoruz, Türkiye’nin sorunlarını konuşmuyoruz, nasıl bir gelecek hayal ettiğimizi konuşmuyoruz. İsimler üzerinden konuşuyoruz. İsimler üzerinden konuşurken ‘iyi adam’ diyoruz. E herkes iyi adam. Kemal Bey çok iyi bir insan, son derece çalışkan bir genel başkan. İnsanlığına bir şey söyleyebilir misiniz? Muharrem Bey çok iyi bir insan, Emine Hanım çok iyi insan. Ama biz hangi genel başkan adayının hangi projeyle o çok büyük senfoni orkestrasını kurup yöneteceğini bilmiyoruz. Öğrenmeye vaktimiz de yok. Öğrenmeye ve anlatmaya vaktimiz yoksa bu kurultay neye deva olacak ki? Koyun iki ay, insanlar konuşsun tartışsın. Cumhurbaşkanlığı seçimindeki başarısızlığın sebepleri konuşulsun.

 

Partili kimliğimi hiç gizlemedim

 

Hayatınıza bir süre daha Barolar Birliği başkanı olarak devam edeceğinizi anlıyoruz. Ama şu anda bir anamuhalefet partisini yönetme idealinizi konuşuyoruz. Haftaya Barolar Birliği başkanı şapkanızla adli yıl törenine gittiğinizde, ‘Siyasi gündemi var’ demezler mi?

Ben Cumhuriyet Halk Partili olduğumu bir gün bile gizlemedim ki, seçilirken gizlemedim ki.

 

Barolar Birliği başkanının siyasi bir taraf olması sorunlu değil mi?

Ben CHP parti meclisi üyesiyken her kesimden oyla seçildim. Çünkü icraatta ve hukukun üstünlüğüne yönelik söylemlerimde asla particilik yapmadım. İnsanların siyasi tercihleri olur. Bizler tek renkli insanlar değiliz. Bizim renklerimiz, dünya görüşlerimiz var. Önemli olan dünya görüşlerimizi hukuki uygulamalarımıza ayrımcılık yaparak yansıtmamız. Apolitik olmak bile bir politik duruştur.

 

Erdoğan ile görüşmem gerekirse görüşürüm

 

Başbakan Erdoğan Cumhurbaşkanlığı makamına oturduktan sonra TBB Başkanı olarak bir tebrik ziyareti yapmayı düşünüyor musunuz?

Hem Türkiye Barolar Birliği’nin anlayışında hem de benim anlayışımda devlet kurumlarına küsmek yoktur. Ben Sayın Başbakan’la kışın görüştüğümde de yakın arkadaş değildim ki. Sayın Abdullah Gül’le de görüştüm. Bizim yaklaşımımız devlet kurumlarını temsil edenlerle görüşmedir. Cumhurbaşkanlığı’nı dün Sayın Gül temsil ediyordu, yarın Sayın Erdoğan temsil eder. Görüşmem gerekirse ben görüşürüm. Ha o makamı temsil eden ‘Ben görüşmem’ derse bunun sorumluluğu bize ait değildir. ‘Oynamıyorum’ diyene aittir. Bir makamı yok sayan herhalde onun sorumluluğunu da üstlenir.

 

Cemaat-AKP koalisyonu muhalefetin etkisizliğinden çatladı

 

Hükümetin ‘paralel yapı’ ilan ettiği Cemaat’i hedef alan son operasyonlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben siyasi iktidarın ‘paralel’ dediği yapıyla mücadele ettiğine inanıyorum. Ama bu ‘paralel’ dedikleri yapıyı yolun başında bizzat kendileri kurdular. Siyasi iktidar bir koalisyon olarak geldi. Bir paylaşımda bulundukları anlaşılıyor. Yargıyı vermişler, emniyeti vermişler. Ondan sonra bir de baktılar ki bu silah kendilerine döndü, o zaman bir mücadele başlattılar. Bu işin ironik kısmı da şu. Cemaat ile AKP koalisyonunun çatlama sebebi siyasi muhalefetin etkisizliği. Dışardan muhalefet olmayınca gücün yeniden paylaşılması gerektiğini düşündüler ve bu da bir kavgaya yol açtı, dağıldılar. Bugün de siyasi iktidar ‘Yargının Cemaat’e bağlı birimleri vardı, onları kendime nasıl bağlayabilirim’ diye bakıyor. Bugün HSYK’nın 10 üyesinin seçimi yapılacak. Düşünebiliyor musunuz hükümet kanadının seçim çalışmalarından söz ediliyor. Ne münasebet! Yargıyı kendi haline bırakmak ama hesap verebilir kılmak lazım.

 

Siz de hükümetin ‘HSYK hâlâ Cemaat’in etkisi altında’ şeklindeki hissiyatını paylaşıyor musunuz?

Hayır, o konuyu bilmiyorum.

 

Ama söz konusu bütün karakterleri tanıyorsunuz.

Ben hiçbir zaman kişiler üzerinden konuşmadım. Bugün de çoğunluk şunun elindedir, bunun elindedir diye konuşmam. Sadece şunu söyleyebilirim. Dün özel görevli mahkemeler varken bunların baskın karakteri o zaman bir koalisyon olan siyasi iktidarın baskısını muhaliflerin üzerine uygulamaktı. Sesini çıkarını susturuyorlardı, içeri alıyorlardı.

 

Özel görevli mahkemelerle ilgili tavır soru işareti yarattı

 

İktidarın ‘CHP 17 Aralık’ta Cemaat’in dümen suyuna girdi’ şeklinde bir iddiası var. Sizde de böyle bir yakınlaşma olduğu yönünde bir intiba var mı?

Bu konuda bir yorum yapamam. Fakat biz Türkiye Barolar Birliği olarak hükümetin ‘Türk ordusuna kumpas kuruldu’ şeklindeki sözü üzerine şöyle bir öneri geliştirdik. Tamam, özel görevli mahkemeleri kaldıralım ve o mahkemelerin 2012’de kaldırılmış gibi yapılmasından sonra vermiş olduğu tüm kararları hükümsüz kılalım. Bu işi kökten bitirebilecek olan formülümüze muhalefet partilerinden destek gelmedi. İktidar partisi de sadece özel görevli mahkemeler ve terörle mücadele mahkemelerimi kaldırmakla yetindi. Bu teklifimizi CHP ve MHP’nin sahiplenmemesi bizi şaşırttı. Çünkü özel görevli mahkemelerin içinde Cemaat yapılanmasının olduğu yönünde çok güçlü bir algı vardı.

 

Önerinize destek vermemeleri sizde acaba kimi koruyorlar gibi bir soru işareti mi yarattı?

Bütün zihinlerde soru işareti yarattı, çünkü CHP’nin de MHP’nin de tutuklu milletvekilleri vardı. Bu iki parti de ‘muhalif olan herkesi tutup içeri alıyorlar’ diye söylemler geliştirmiş ve bir anda ÖGM’lerin kaldırılması konusunda tereddütlü davranıyorlar. Yetmedi, bir başka şey daha oldu. Ben hiçbir zaman 17 Aralık yolsuzluk soruşturması değil demedim. Yolsuzluk soruşturması usulüne uygun yapılmalı dedim. Bu arada anamuhalefet partisi genel başkanından beni hayrete düşüren bir cümle geldi. Ergenekon ve Balyoz davalarının mimarlarından olan bir ÖGM savcısı yolsuzluk soruşturmasını da yürüten ekibin başıydı biliyorsunuz. Kendisi adeta kahraman ilan edildi.

 

Kılıçdaroğlu’nun Zekeriya Öz’e sahip çıkması rahatsız edici

 

Hangisini kastediyorsunuz?

Zekeriya Öz. Yolsuzluk soruşturmasını yürüten bu savcıları kahraman ilan eden cümleler sarf edildi. Oysa bu aynı kişilerin bugün sahte olduğu ortaya çıkmış birçok delille açılmış olan ve artık bir senaryo olduğu ortaya çıkan iddianamelerin ve davaların arkasındaki isimler. Bu rahatsız edici bir durum. Hatta bir cümlesi daha var. ‘Ses kasetlerini devletin vicdanı çekiyor’ dediler. Devletin vicdanı gizli kayıt yapmaz. İçeriklerinin vahametini konuşmuyorum bakın.

 

Bütün bunları alt alta koyunca CHP Cemaat’le yakınlığından dolayı böyle bir tavır izledi diyebiliyor musunuz?

Bende kondurmak istemediğim bir rahatsızlık yarattı. Her yerde bunu söylüyorum.

 

Daha net bir yanıt rica ediyorum. Öyle bir kanaatiniz var mı?

CHP de MHP de siyasi iktidara karşı Cemaat’in yanında saf tutar bir görüntü sergilememeliydi. Bu görüntü rahatsızlık yarattı. Bunun dışında bir ilişki var mıdır, yok mudur bilemem. ÖGM ve terörle mücadele mahkemeleri hangi yapının kontrolünde diyorsunuz. Bakıyorsunuz Cemaat kontrolünde çıkıyor. Bunları kaldıralım dediğinizde ‘hadi kaldıralım’ heyecanı yok. 17 Aralık’ta yolsuzluk soruşturmasını yürüten savcıların daha önce neler yaptığını biliyorsunuz, savcıları kahraman ilan ediyorsunuz. Bunlar bende de, herkes de rahatsızlık yarattı.

 

27 Mayıs’a darbe derim

 

Manevi olarak ‘baba’ gördüğünüz dedeniz Turhan Feyzioğlu’nun ideolojik mirasını taşıdığınızı düşünenler var. 27 Mayısçılık, darbecilikle adınızın anılması rahatsız ediyor mu?

Rahmetli babamla meselesi olan ahirette çözer, benimle işi yok ama. Ben 1960 darbesine ‘darbe’ diyen biriyim. Geçmişin, dünün yanlışlarından ders almamız lazım. Bizi düne özenen bir görüntü içinde sanmayınız. Terörle Mücadele Yasası çıktığı günden beri yanlış olduğunu söyleyen biriyim. İnsanları kategorize et, rafa koy, rahatla. Hiçbirimize etiket takılamaz. Hiçbirimiz rafta bir yere konamayız. Dünya siyah-beyaz değil. Ben dünün yanlışını görüyorum ama dünün yanlışını bugünün yanlışına mazeret gösterenlere de sözüm var.

 

Panzehir bağımsız ve tarafsız yargı

 

2015 genel seçiminden sonra Tayyip Erdoğan ve Ak Parti’nin anayasa değişiklikleriyle siyasi sistem değişikliğini gündeme getireceğine kesin gözüyle bakılıyor. O süreçte barolar nasıl bir tutum izler?

Ben Tayyip Erdoğan’ın zihnindeki Yeni Türkiye ile bizim arzu ettiğimiz Yeni Türkiye’nin aynı olduğunu hiç sanmıyorum. Biz kurumların yeniden tanımlanmasında insanın tartışmasız merkeze konması gerektiğini söylüyoruz. Oysa bugünün siyasi iktidarı kendi statükosunu yaratıp, insan yerine kendini gücünü merkeze koymayı tercih etti. Gerçekten demokratikleşmeyi hedefliyorlarsa her zaman hazırız. Ama yaptıkları yapacaklarının teminatıysa... Demokratikleşmeyi değil gücü tek elde toplamayı, kuvvetler ayrılığını yok etmeyi, basını sansürleyip bastırmayı, ancak istedikleri düşüncelerin ifade edildiği bir ortam yaratmayı istediklerini görüyoruz. Bütün bunların panzehiri yargıyı tarafsızlaştırmak ve bağımsızlaştırmak, adil yargılama yapar bir hale getirmek.