İsmail Özcan
FETÖ ile ilgili olarak şu tespiti yapmak hem isabetli hem de gereklidir: FETÖ, Türk milletinin ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin başına gelmiş; ama bir benzeri tarih boyunca başka hiçbir milletin başına gelmemiş bir beladır. Tarihin hiçbir devrinde hiçbir ülkede bu örgüt kadar sinsi, tehlikeli, ikiyüzlü bile değil yüz yüzlü, kendisini frenleyecek hiçbir kutsal tanımayan; bu yüzden her kötülüğü, her hileyi, her türlü ahlaksızlık ve sahtekârlığı mubah sayan; her hakkı, her onuru büyük bir rahatlıkla çiğneyen bir örgüt, bir yapı, bir oluşum görülmemiştir. Bu sebeple bu ülkeyi yönetenler için, bu ülke ve milletin bekası adına böyle bir yapı ile mücadeleden daha önemli ve öncelikli bir görev olamaz. Buna da bugün Türkiye genelinde söz konusu hain örgütün iradelerini teslim alıp mankurtlaştırdığı insanlar hariç hiç kimsenin ve hiçbir çevrenin bir şey dediği yok.
Ama bu mücadele yapılırken çok büyük yanlışlar yapılıyor, telafi edilemez mağduriyetler yaratılıyor ve yaşatılıyor. Kurunun yanında yaşlar da yakılıyor. Bu ülkede FETÖ’nün zemini olan cemaatle, cemaatin dershaneleriyle, okullarıyla, medya kuruluşlarıyla, vakıflarıyla, finans kurumlarıyla bir şekilde yolu kesişen bütün insanlar suçlu sayılacaksa, bunun sonu gelmez bir insan avına yol açmaması mümkün değildir. Uzun yıllar kendini bu ülke insanına “hizmet hareketi” olarak yutturmayı başarmış bir örgüte tamamen iyi niyetlerle destek vermiş insanların sayısı tahminlerin çok üzerindedir. Birçok insan ve çevre de hiçbir organik bağı ve ideolojik yakınlığı bulunmamasına rağmen bu yapıya sempatiyle bakmıştır. Bu durumu, AK Parti iktidarının ileri gelenlerinin cemaat gerçeğini anlatmak için formüle ettiği şu cümle de çok açık seçik ortaya koymaktadır: “Cemaat; tabanı ibadet, ortası ticaret, tepesi ihanet olan bir yapıdır!”
FETÖ ihanetinin bugün için en ayırt edici kriteri olan ByLock kullanımında bile sorunlar ve tereddütler ortaya çıkmaktadır. FETÖ’yle hiç ilgisi olmayan, hatta onunla mücadele ettiği bilinen bürokratlar, akademisyenler ByLock’tan tutuklu bulunmaktadır. Bu, bir yerlerde yanlış yapıldığının işaretidir. Diğer yandan FETÖ ile de, ByLock’la da hiçbir ilgileri olmadığı; hatta aralarında damardan uyuşmazlık, ideolojik uçurum ve bir kazanda kaynamayacak kadar zıtlık bulunduğu kamuoyunca çok iyi bilinen bir kısım yazar ve aydının tutuklanması, Prof. İbrahim Kaboğlu gibi insanların görevlerinden alınmaları daha açık seçik yanlışların kanıtlarıdır.
Ne zaman hukuk, adalet ve mahkemeler gündeme gelse, yıllar önce Karamazov Kardeşler’de görüp not ettiğimiz İncil’den alınma şu müthiş cümle aklımıza gelir: “Başkalarını yargılamak için kullandığınız ölçüler bir gün size de uygulanacaktır.”
Bugünün ve her dönemin güç ve yetki sahipleri bu şaşmaz kuralı hiç hatırlarından çıkarmamalıdır. Bile isteye yapılan hukuksuzlukların bir bumerang etkisine sahip olduğu, bir gün mutlaka yapana döneceği unutulmamalıdır.
FETÖ ile mücadelede en büyük yanlışlardan biri siyasal iktidarın eleştirilere ve muhalefete tahammülsüzlüğüdür. İktidarın bu tahammülsüzlüğünün bugüne kadar birçok örneği bilinmektedir. Fakat bunların en göze batanı, Kemal Kılıçdaroğlu’nun başlattığı Ankara’dan İstanbul’a “Adalet yürüyüşü” karşısındaki tahammülsüzlüğüdür. Söz konusu yürüyüşü bir ihanet, bir kaos yaratma olarak nitelemesidir. Bir ülkede bir ana muhalefetin doğru veya yanlış kendince gerekeli gördüğü bir yürüyüşe tahammül edilemeyecekse o ülkede demokrasiden bahsedilebilir mi? Bunu hoş göremeyen bir iktidarın “Köpeksiz köyde değneksiz gezmek” ya da “Dikensiz gül bahçesi” istediğini düşünmemek mümkün müdür?
Eğer bu ülkede yapılabildiği kadar olsun muhalefet yapılmasa, olağanüstü hal yetkilerinin çok daha pervasız kullanılacağına, dolayısıyla mağduriyetlerin daha da artacağına, daha çok trajediler yaşanacağına, şüphe yoktur.