17 Ocak 2015 09:56
Fethullah Gülen, isim vermeden 12 kişinin yaşamını yitirdiği Charlie Hebdo katliamına ilişkin olarak, “Ateist, deist, materyalist, natüralist olabilirsiniz. Ben bunların hiçbirinden değilim, kendi kendime bir şeyim dersiniz, ‘her şeyi inkâr ediyorum ben' dersiniz. Fakat başkalarına hakaret etmek gibi bir şey de insanî değerler açısından telif edilemez” şeklinde konuştu. Gülen, "Durup dururken dünyada 1 buçuk milyar Müslüman'ın saygı duyduğu, sevdiği, inandığı, dininin bir rüknü saydığı bir insan hakkında saygısızca şeyler yapıyorsunuz. İster çizin, ister yazın, ister başka şekilde hakaret edin, ister konuşurken ona hakaret edin, niye başkalarını tahrik ediyorsunuz?" diye konuştu.
Gülen'in herkul.org'ta “Kutsala saygı, teröre lanet” başlığıyla yayınlanan (16 Ocak 2015) sohbetinden satır başları şöyle:
Gönüllere girerseniz, etrafınızda bir hayli gönüllü oluşur. Onun için işi gücü bırakıp, bu gönüllere girmenin kapıları nelerdir onu araştırmak lazım. Gönüle nerden giriliyor acaba? Yani ağızdan mı, gözden mi, kulaktan mı? Yoksa hal-i leyyin, kavl-i leyyin, fikr-i leyyin, beyan-ı leyyin ve mütebessim çehrelerden… Evet, onun değişik alternatiflerini bularak kullanmak ve ne yapıp yapıp Allah'ın izni ve inayetiyle gönüllere girmeye bakmak lazım. Öyle toptan insanları nazar-ı itibara alarak, söyledim, ettim, tesir ettim, yönlendirdim filan öyle değil bence. Teker-teker insanları gözünüze kestirerek, acaba ne kadar insanı benimle beraber şu zift deryasından çıkarabilirim; şu kandan irinden deryalardan çıkarırım, elinden tutar çıkarırım, şu aşılmaz tepeleri onlarla beraber aşarım. Gözüne kestirerek, zimmetleyerek, bu ay Allah'ın izniyle iki tane gönüle ışık oldum aktım. Veya ruhumda petekleştirdim, ruhumun ilhamlarını onların diline, damağına tutturdum ve sonra gönüllerine akıttım. Yahu nasıl yapsam ki bu ay iki tane olmuştu, önümüzdeki ay bu ikiyi zimmetlemeyi dört yapsam. Seviyem ne ise, kabiliyetim, donanımım toplum içindeki benim kredim, kabul edilişim. Ona göre muhataplar belirleyerek bunlar o mevzuda psikolojik olarak insanın üzerinde durması gerekli olan hususlar. Dört taneye daha müessir oldunuz, dört insanın gönlüne girdiniz. Ve o demek oluyormuş niyet edince. Müminin niyeti amelinden hayırlı. Allah onu öyle kabul buyuruyor. Ona göre demek biz niyet ettiğimiz takdirde Allah (cc) katlayarak tekrar lütfediyor onu. Niye yani önümüzdeki ay biz 8 tane getirmeyelim? Böleriz yani. On gün biriyle meşgul olursunuz. On günde o dörtle meşgul oluruz, on günde o dörtle meşgul oluruz. Böylece 8'i 18, 24 yaparız Allah'ın izni ve inayetiyle. Bunun gibi oturup kalkıp hep bunu düşünmek lazım. Çünkü böyle bir mülahazada o insanlara karşı en insanca bir şey yapmış oluruz. Yani siz o insanlara zekâtlarınızı, sadakalarınızı verseniz, geldikleri zaman ayağa kalksanız, öyle makbul bir işlerinden karşı alkış tutsanız hiçbiri bunları o zift deryasından ellerinden tutup onları oradan çıkarmak kadar kıymet ifade etmez. O hem nezd-i uluhiyette, hem nezd-i nebevide, hem de onların ebedî hayatları adına kıymet ifade eder. Evet, eskiden beride belki bunu Allah'ın izni ve inayetiyle, onun nusretiyle yapmışsınızdır. İnsanlığın İftihar Tablosu da cihadın maddesinde sizden diyor 10 tane olursa 100 tane, 100 tane olursa bin tane. 1'e 10 diyor. Yani bir hedef gösteriyor. Kıvamında insanlar için günümüzdeki mücadele de, günümüzdeki mücadele ve mücahede sizin de çok iyi bildiğiniz gibi Allah'la insan arasındaki, kalple Allah arasındaki engelleri bertaraf ederek latife-yi Rabbaniye'nin Allah'la buluşmasını sağlamak. Gönlünü husuftan, küsuftan kurtarmak.
İlle birine karşı hıncınız var, ateist olabilirsiniz, deist olabilirsiniz, materyalist olabilirsiniz, natüralist olabilirsiniz, ben bunların hiçbirinden değilim kendi kendime bir şeyim dersiniz, her şeyi inkâr ediyorum ben dersiniz. Fakat insanî değerler açısından da başkalarına hakaret etmek gibi bir şey de insanî değerler açısından telif edilemez. Ahsen-i takvime mazhar bir insan, bir yönüyle mantıkî takvime mazhar bir insan, hissî takvime mazhar bir insan, kalbî takvime mazhar bir insanın bunlara inişi bir yönü ile çok ciddi, kendi insanlığından bir yönüyle aşağıya düşme demektir. Şimdi bu mesele kendine has esprisiyle ele alınarak, Türkiye'nin dışında da kredi kaybetmiş bir ülkenin dışında da, dünyanın değişik yerlerinde sesi soluğu veya sesin soluğun gür çıktığı yerlerde, adeta bir televizyon veya internet sesiyle kendinizi her yerde duyurabileceğiniz şekilde bağırıyorsunuz. Bu Amerika da olabilir, Avrupa Birliği de olabilir, Avrupa Parlamentosu da olabilir, İngiltere de olabilir, Almanya da olabilir, Afrika da olabilir. Afrika'da en önemli yerler neresiyse şayet, Etiyopya mı olur neresi olur, Orta Afrika mı olur, gider oralarda konferanslar verirsiniz. Avaz avaz bağırırsınız, kutsala saygı, kutsala saygı, kutsala saygı dersiniz. Bu bir yönüyle insanların birbirlerine karşı kavga adına onları fitilleyen, bir yönüyle tetikleyen, tepkiye sevk eden şeylerin önünü alma demektir yani.
Görüyorsunuz birileri kalkıyor belki yakışıksızca, densizce bir şeyler yapıyorlar İnsanlığın İftihar Tablosu'na. Seyyidina Hazreti Musa'nın nasıl ulaşılmaz bir insan olduğunu, Musa'lığını Efendimiz'le (sas) tanıdık biz. Hazreti Mesih'in nasıl Ruhu'l-Kuddüs'se –ruhanî bir varlık- ruhlarla at başı ruhların önünde koşan bir insan olduğunu, adını bilmediğimiz, namını işitmediğimiz, 28 tane peygamberi Kur'an-ı Kerim'de -3'ü şüpheli- zikrediliyor. Bunların dışında o Muhbir-i Sadık'ın beyanıyla 124 bin veya 224 bin peygamber, 313 tane mürsel, hiçbiri hakkında olumsuz bir şey yok. Hep bunları biz, onun sayesinde kıymeti harbiyelerine göre tanıdık ve hepsini takdirle yâd ediyoruz. Şimdi bu kategoriye kim liyakati varsa girecek, dünyanın neresinde olursa olsun, kutuplarda, insanın yaşamadığı yerlerde bile birisi varsa şayet o bu kategoriye girecek. Bizim genel bakışımız bu. Bu kadar kucaklayıcı, bu kadar evrensel, bu kadar insanî değerlere saygılı. Bu duygularımızı zannediyorum dünyada ifade ettiğimiz zaman en azından ne olur biliyor musunuz, barbarlık alanı daralmış olur. Ve onlar da daha sonra gelebilecek fitnelere sebebiyet vermemiş olurlar. Evvela, o mesele barbarlığın bir yanını teşkil ediyor. Yani niye durup dururken siz, çok kimsenin yani, dünyada 1 buçuk milyar Müslüman'ın saygı duyduğu, sevdiği, inandığı, dininin bir rüknü saydığı bir insan hakkında saygısızca şeyler yapıyorsunuz. İster çizin, ister yazın, ister başka şekilde hakaret edin, ister konuşurken ona hakaret edin, niye başkalarını tahrik ediyorsunuz? Bu, meselenin bir yanı.
Bir diğer yanına gelince, bu türlü negatif şeylere cevap vermenin kendine göre bir şekli bir şemali vardır. Fitneye, melahiye, melhameye, zincirleme fasit dairelerin oluşmasına sebebiyet vermemek için, gidip de o işi yapmış, o kötülüğü yapmış, kutsala saygısızlıkta bulunmuş kişiye siz öyle kendi kendinize gidip bir şey yapamazsınız. Niye meselede akl-ı selimi kullanmıyorsunuz, niye hiss-i selimi kullanmıyorsunuz, niye kalb-i selimi kullanmıyorsunuz, niye ifade ve üslubunuzu hiç kimseyi rahatsız etmeyecek şekilde ortaya koyarak onlara insanlık dersi vermiyorsunuz. Şimdi bu yolla, bu yöntemle bir fitne bir melhame önlenmesi mümkün iken, şayet siz başka şekilde bir yönüyle bir fasit oluşum meydana getirmek -tıp ifadesiyle kısır döngü meydana getirmek- onlar bana bir kötülük, ben de onlara bir kötülük, bu defa kalkar, -nitekim şimdi oluyor- bu defa onlar da size bir kötülük, daha büyük bir kötülük yaparlar. Siz bir kiliseye bir kıvılcım atarsınız, onlar çok korkunç bir korla mabede gelir atarlar. Siz kilisedeki bir adama ilişirsiniz, onlar da gelir camiyi dolduran insanlara ilişirler. Ve böylece ardı arkası kesilmeyen bir yönüyle, fesatlar silsilesine, zincirlemesine sebebiyet vermiş olursunuz. Şimdi ahir zamanda bu fitne ve melahi işte -birinin diğerine sebebiyet vermesi- inşallah o kerteye gitmeden aklıselim, maşeri vicdan kollarını makas gibi açarak, bu tabir Üstad Necip Fazıl'a ait, “burası çıkmaz sokak” der ve bu meseleye dur deyiverirler. Diliyoruz, inşallah öyle olsun.
Kutsala saygı konferansları yapılsın ve aynı zamanda bu vahşetler ister efendim ÇAŞID'ın olsun, ister ÇİŞID'ın olsun, ister IŞID'ın olsun, ister hangi terör örgütünün olsun, hiçbir makul sebebe dayanmadan, savaşın kendilerine göre harp ve sulh –bir romana da mevzu olmuş- harp ve sulh kuralları vardır bunların. İslam'ın Kur'an'ında da, sünnetinde de bir yönüyle modern hukuk sisteminde de bunun kendine göre kuralları vardır. Bu kuralları görmezlikten gelerek kendilerine göre harpler ilan etmeler, insanların tepesine gelip binmeler sadece vahşettir, denaettir, şenaettir, affedilmeyen bir cinayettir bu. Efendim, bu açıdan herhalde İslamî disiplinlerle meselenin üzerine gidilince o Kitabu'l-Fiten ve'l-Melahim'de olan şeylerin zirve yapması önlenmiş olur. Yoksa adını söylemeyeceğim ben, Afrika'nın içlerinde bile işte, bizde mektep yok, fizik yok, kimya yok, matematik yok, astronomi yok, astrofizik yok, jeoloji yok nedir bu böyle gâvur şeylerini tasvir ediyorsunuz diye basıp basıp okullarda talebeleri öldürüyor ve yakıyorlar.
Gaybı gören gözüyle görüyor, gaybı duyan kalbiyle duyuyor o meseleleri ve haber veriyor. Bir de doğrudan doğruya metlu bir vahiyle Allah (cc) Efendimiz (sas) olup biten şeyleri bildirmiş olabilir. Kur'an-ı Kerim'de doğrudan doğruya dar bir ibare ile olmasa bile işaretlere, iltizamlara, tazannumlara meseleyi açtığınız zamanda onlarda da bu işaretleri görebilirsiniz.
Şimdi Efendimiz (sas) bu türlü tembihlerde bulunmak suretiyle bunlar sizin için kaçınılmaz hadiselerdir. Sahabi ondan alacağı öğüdü almış mıdır? Ben öyle bakarım o meseleye. Hz. Ali Efendimiz zannediyorum Hariciler, Haruriler, karşısına çıktığı zaman bir kısım Emeviler onu sindiremeyip karşısına çıktıkları zaman herhalde Efendimiz (sas) bunun haberini anladı. Onun için çok temkinli hareket etti. İsteseydi o şah-ı merdan Haydar-ı Kerrar, herkesi arkasına alırdı ve onların tepelerine binerdi. Allah'ın izni ve inayetiyle yok ederdi. Fakat çok temkinli çok dikkatli hareket etti. Kimsenin canına kıymamaya çalıştı. Çünkü o evliyaullah'ın babası. Bütün ehlullah'ın babası. Hasan'ın Hüseyin'in babası, seyyidlerin de babası, nakiplerin de babası. O dönemde Hz. Ali Efendimiz, Efendimiz'in (sas) haber verdiği bu şeyi duymuş, olana göre değerlendirmiştir. Haber verdiği bir şeyi falan yerdeki köpekler havladığı zaman sen orada haksız olarak bulunuyorsun. Mübarek validemiz, Ayşe Validemiz, Hz. Ali ile tam karşı karşıya geldiği zamanda o havlamayı duyunca hemen atını çeviriyor, Medine'ye dönüyor. Anlıyor ve aaaa diyor, demek Efendimiz'in buyurduğu buydu diyor. Ve daha sonra da bu basiretle O'nun bu mevzudaki mesajlarını, ikazlarını nazar-ı itibara alarak adeta bir pusula gibi kullanan insanlar şaşırmadan İslam'ın sırat-ı müstakiminde dosdoğru yürümüşlerdir. Hafizanallah bunlara kulak vermeyen, o tembihe kulak vermeyenler, fitneler böyle çağlayanlar gibi akıp gidecek, kan seylapları insanları kütükler gibi sürükleyecek. O zaman bize düşen şey demek ki önümüzdeki günlerde, aylarda, yıllarda, senelerde, asırlarda bu türlü badireler hep olacak. Bu türlü dâhiyeler hep olacak. O zaman biz bunları önleyici, en azından bu olumsuz dalgaları kırıcı bir şeyler oluşturmamız lazım. Alternatif dalga kırıcı, dalga kıranlar tabiri var. Dalga kıranlar oluşturmamız lazım. Fitne dalgalarını o tabirle de ifade ediliyor yani, fitneler dalga şeklinde de ifade ediliyor. Fitne dalgalarını kırabilecek, çözebilecek, dağıtabilecek, tesirini azaltabilecek bizim alternatif yöntemler oluşturmamız lazım. Bizim için de aynı zamanda bunlar söz konusu. Yani siz de müteyakkız olun, tetikte olun, sizin için de her zaman bu türlü şeyler olabilir. Şimdi tetikte olmasanız siz bu mülahazayı paylaşmasanız büyüklerle beraber, sizinle beraber müttefik olan o büyükler veya o büyüklerle müttefik olan sizler şayet bu meseleyi bilmeseniz, o tembihi anlamasanız, onlar İnsanlığın İftihar Tablosu'na hakaret ettikleri zaman siz de kalkar başka bir şey yaparsınız. Ama seyyidina Hz. Mesih o da sizin için kutsaldır. Bilemiyoruz Hamidullah Hoca Buda için de Bırahman için de onlar için de Allahualem peygamberdi. Fakat arkadan gelenler tahrif ettiler. Seleflerin ortaya koyduğu o pırıl pırıl şeyler halefler tarafından tahrif edildi. Bunu hem de o iklimde neşet eden peygamberlerin asar-ı ber-güzîdelerinde meydana gelen tahriflerle alakalı ifade buyuruyor. Uzakdoğu'da dünyanın uzak yerlerinde olanlar hayli hayliyle bilemeyiz.
İnsanlığın İftihar Tablosu, “Bir gün gelecek ki öldüren niçin insanları öldürdüğünü bilmeyecek, ölen de neden ötürü öldüğünü bilemeyecek.” Buyuruyor. Şimdi sanki adım adım ona doğru gidiliyor. Canlı bombalar oluyor, bunlardan bazıları da bu işi din adına yapıyorlar. Oysa ki bu şekilde savaşarak ölmek, orada can siperane mücadele etmek, zırhı can etmek ama mücadele ederek ölmek şehadettir. Hz. Cafer-i Tayyar gibi kanatlanır o göklerde bir güvercin haline gelir. Ama intikam için bir yönüyle gündem oluşturmak için, provokasyon adına birisinin canlı bomba olarak kendisini intihar etmesi.. Bağışlayın cup diye gider, cehenneme düşer o insan. Ölen niçin öldüğünü bilemeyecek, öldüren de niçin öldürdüğünü bilemeyecek. Şimdi bu tamamiyetiyle bugün zuhur etmiş midir? Etmemiştir. O mevzuda bir şey söyleyemeyeceğim. Fakat sanki zirveye yakın bir noktada bulunuyor gibiyiz yani… Bir taraftan tahrik edici unsurlar var. Daha evvel de bildiğiniz gibi burada İslami organizasyonun başındaki insan ismini tasvir etmeyeceğim kıymetli bir arkadaş Allah uzun ömür versin. Bildiğiniz yani İslami en önemli dünyadaki organizasyonun başındaki insan. Ben zannediyorum kendisine eşiyle geldiği zaman kutsala saygı mevzunda dünya çapında değişik yerlerde konferanslar teşkil etsek… Çünkü hiçbir dinde bir başkasını böyle değerler manzumesine, değerler sistemine karşı hakaretin sevap olduğuna dair bir şey yoktur. Birine söverseniz, hakaret ederseniz, tahkirde bulunursanız kanatlanır cennete girersiniz diye ne Eski Ahitte, ne Yeni Ahitte ne Vedalarda, ne Upanişadlarda… Bulun birinde getirin böyle sövmenin insana hakaret etmenin insanı cennete sokacağına dair bir satırlık bir şey getirin vazgeçelim bu düşüncemizden. Bu açıdan da bu mesele belki Uluslararası çok farklı platformlarda ele alınarak kutsala saygı düşüncesi evvela bütün insanlara aşılanması lazım. Türkiye şu anki imajı itibariyle dünyada kredi kaybetmiş yani onu bire ikiye indirmiş… Bir yönüyle sıfıra doğru kayan, sürüklenen bir ülke haline gelmiş. Yani bir ülkenin devletlerarası konumu itibariyle kıymetine göre orada olup biten şeyler de dünyada ona göre makes bulur. Şimdiye kadar bir yerde ‘Kutsala Saygı’ adına bir konferans verildiğine dair bir şey bilmiyorum ben. Hangi dinde olursa olsun.
Yani onlara bile bir şey dedirtmeden çünkü demenin bir faydası yok. Size kazandırdığı bir şey yok. Bir şey demeden elden geldiğince meseleyi yumuşakça götürmek lazım. Ümmet-i Muhammed bir İnsanlığın İftihar Tablosu'nun gaybın gözüyle ve engin şefkatiyle dile getirdiği bu konudaki hadislerden gerekli ölçüde istifade edebilmiş midir? Edenler olmuştur. Mutlaka dün de bugün de. İşte o işi zirvede temsil eden Hz. Ebu Bekir, Osman ve Ali Efendilerimiz etmişlerdir. Hz. Hasan Efendimiz ona bayılmamak mümkün değil yani. Emeviler Şam'da Temel Kuzât'a girdikleri zaman Medine'de Sâbikûn-ı Evvelûne kendisine biat ediyor. Fakat bakıyor ki hazret fitneye sebebiyet verecek, ben başta olmadan kendimi azlediyorum diyor. Hayy senin ayağını öpeyim ben babayiğit. Önemli olan insanın böyle ikbal duygularını ayaklarının altına alıp raks etmesidir. Elli türlü mesavirle kirlendiği halde hâlâ temerrüd edip başkalarına atfeden müteferridler, tiranlar kör gözlerine, sağır kulaklarına sokulsun. Fakat bu adam acaba yeniden kalkar da bu hak benimdi, babamındı babamı öldürdünüz şehit ettiniz bana kaldı der mi diye zehirliyorlar.
..bana kaldı der mi diye o babayiğidi, Allah Resulü'nün omzuna aldığı Hz. Hasan'ı zehirliyorlar. Bir yönüyle şuradan şuraya kadar bana benziyor dediği, Hz. Hasan'ı zehirleyerek, muhtemel tehlikeye karşı muhakkak cezalandırma, bu vahşet kanunu, kuvvetli şüphe. Ne olur ne olmaz, en iyisi mi biz onun hakkından gelelim, muhtemel yüzde 1 ihtimal bunlar kötülük yaparlar. Bunlar kuvvetli şüphe, orta ölçekte şüphe, zayıf şüphe. Görülüyor ki her dönemdeki tiranlar hemen hep aynı kuralsızlık kurallarını kullanmışlar. Hz. Hüseyin Efendimiz de öyle. Sonra millet ona teveccüh ediyor. Hiçbir iddiası yok. Kûfeliler, yani Iraklı Acem halkı diyorlar ki, ‘Gel seni himaye edelim. Ne olur ne olmaz. Bak, babana kıydılar, ağabeyine de kıydılar. Bu adamların kıymayacağı insan yoktur. Gel seni himaye edelim.' İşte Kerbela'ya kadar gidiyor. Dört yandan belanın asimetrik olarak üzerine geldiği yer. Kırk-elli tane insan bir yerden bir yere göç ediyor. Kadınlar, çocuklar, birkaç tane de erkek onlarla beraber. Günümüzün Yezid'leri gibi kolları, ayakları kırılası Yezid. Nasıl gittiğini bilmiyoruz öbür tarafa. İslam'ın bize telkin ettiği temkin mülahazasıyla ona bile bir şey demiyoruz. Büyük usulü'd-din ulemasından bazıları ona lanet ediyorlar. Namaz kılıyor, oruç tutuyor, o da o gün için siyasi İslam diyor. Siyasi İslamcı hiç tereddüdünüz olmasın. Sahabe-i Kiram'ı arkasına katıyor, İstanbul'u fethetmeye gidiyor. Ebu Eyyub el-Ensari Hazretleri orada o zaman şehit oluyor. Düşmanın saldırısıyla değil. Çok yaşlı, fakat öyle bir sefere iştirak etmek için atın-katırın üstünde ta Hicaz'dan oraya kadar uzun yolu kat ediyor. Hastalıkları artıyor, İnsanlığın İftihar Tablosu'nun mihmandarı orada şehit oluyor. Bizim için medar-ı iftihar. Harimine, hazire-i kutsisine sığınarak devamlı kendisine dua ediyoruz. Cenab-ı Hak bizi de onlara bağışlasın. Kerbela'da kırk tane, elli tane insan yani… Allah aşkına, bu ne insafsızlık? Bu ne zulüm? Sana itiraz etmeyen insanları tutup, sağa sola savurmanın âlemi mi var? Onları birer cani gibi göstermenin âlemi mi var? A be Yezid, A be Halef-i Hulefa-ı Yezidûn. Ezdiğiniz insanları ezme bu sizin vicdanın, ezilmişliğinin ifadesidir. Sıyrılın o komplekslerden. Bırakın muhtemellere hüküm bina etmeyi. Kavi, zayıf, orta şüpheler bunlara göre kanunsuzluğuna kılıf bulma kompleksini bırakın Allah aşkına. Yezid böyle birisi yani. Neme lazım diyor, gider Kûfelilere bu defa Irak-ı Acem bunları seviyor tutuyorlar, başıma dert olur. En iyisi mi, ben bunların hakkından geleyim. Bu mesele de siz bir mantık görüyor musunuz? Hani o nasıl gitti bilemem. Yezid'e öldükten sonra kimse lanet etmedi. Hayatına lanet… Bir kısım kimseler bu mevzuda gelişigüzel onun hakkında naseza, nabeca sözler söylemeye devam ettiler. Diyor Bed'ül Emali‘de. Manzum Akide kitap. Şimdi ihtimal Irak'a gidince, Irak Acem'e, orada… Hz. Ali sempatizanları onun etrafında kümelenecekler, gelip Şam'da Emevi Devleti'ni yıkacaklar. Yezid'in devletini yıkacaklar. Böyle bir mantıkla hareket ediyor. Ve orada İslam'ın bir yönüyle bölünmesi, parçalanması adına, öyle bir melhemeye, öyle bir fitneye sebebiyet veriyor ki. Muhtemellere hüküm bina etme mevzuu. Şimdi Efendimiz haber vermiş ama Hz. Ali haklı olarak o şeyleri değerlendirmiş. Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Aişe Validemiz, Hz. Zübeyir, Hz. Talha değerlendirmiş. Fakat kendini bilmeyen insanlar bazıları bunlara kıymışlar, bazıları da haklarında naseza, nabeca sözler söylemeye devam etmişler. Bize düşen şey, tarihi tekerrürler devr-i daimi içinde, madem bu türlü şeyler bugüne kadar hep olagelmiştir bundan sonra da olagelecektir. Öyleyse bize düşen şey bu mevzuda, temkinli olmak, her meseleye teyakkuz içinde yaklaşmak, böyle –bağışlayın- ayak oyunlarına, tahrike gelmemek, ifratlara, tefritlere düşmemek, dinin temel disiplinlerini esas alarak o mevzuda Hz. Ruh-u Seyyidü'l-Enam'ın arkasında, O'nun çizgisinde, Selef-i Salihin'in çizgisinde, en olumsuz şeyler karşısında bile fevkalade bir soğukkanlılıkla o problemleri cana kıymadan...
Eder münkirane tane-i şimşir-i hûn efşan
Döker kan, yakar can, onun derdi şöhret-i şan
“Eder münkirane tane-i şimşir-i hûn efşan “ anlaşılmıyor diye ben de anlaşılsın diye “Döker kan, yakar can, onun derdi şöhret-i şan.” O zaman ona ışık tutuyor. Bu türlü şeyler karşısında müteyakkız olmak lazım. El âlemin derdi şöhret-i şanmış, kan dökmekmiş, kanla veya kendini öldürmekle kendisini ifade etmekmiş. Bu türlü şeylerde o havaya gelmeden, Allah'ın izni ve inayetiyle o fiten ve melahiye kapı açmamak, surlar içinde surlar oluşturmak, ona doğru akan yığınların önünü almak, başta âcizane arz ettiğim gibi burası çıkmak sokak deyip, kollarımızı makas gibi açarak insanların oraya yuvarlanmasına meydan vermemek. Allah Resulü (sas)'in o tembihatından alınması gereken ders bu olsa gerek.
© Tüm hakları saklıdır.