Fehmi Koru*
Kendi tartışmalarımıza yoğunlaşmaktan dünyada kendini belli eden yeni eğilimleri gözden kaçırdığımızın farkındayım. Oysa, bir yerlerde pişen ne varsa, bir süre sonra, daha önce onu denememiş, dıştan bakıldığında “Orada böylesi olmaz” diye düşünülen ülkelerde de varlığını hissettiriyor.
Olumlu gelişmeler kadar olumsuzlar da…
ABD’de siyasetin yargıya müdahalesi oraya da olumsuzluk taşınmasına örnek böyle bir konu.
‘Kuvvetler ayrılığı’ ilkesinin en keskin biçimde yaşandığı ülkelerin başında ABD geliyor. Yürütme (Beyaz Saray ve bakanlar), yasama (Kongre) ve yargı arasına kalın duvarların çekildiği bir yapısı var ABD’nin…
Bu özelliğinin en aşırı örneğini, son aylarda, bütün dünya, yürümenin başı olan ABD başkanı Donald Trump ile ilgili azil girişiminde izledi. Kongre’nin Temsilciler Meclisi kanadının başlattığı azil süreci Senato kanadında senatörlerin mahkeme jürisi üyelerine dönüştüğü bir yargılamayla sonuçlandı.
Senato’daki yargılanmayı yemin edip Senato başkanının yerine oturan Anayasa Mahkemesi (Supreme Court) başkanı yönetti.
Yargılama sonucunda Trump azledilmedi. Bu süreç içerisinde, kuvvetler arasındaki duvarın yalnız yürütme, yasama ve yargı arasında değil, yasamayı oluşturan Kongre’nin iki kanadı (Temsilciler Meclisi ve Senato) arasında da var olduğu görüldü.
Trump duvarı yıkma çabasında
Ancak şu sıralarda ABD’de yürütmenin yargıya müdahale girişimi ciddi biçimde tartışılıyor.
Başrolde yine Trump var. Daha önce birkaç kişiyi denedikten ve yerinden ettikten sonra adalet bakanı olarak en son atadığı William Barr da yardımcı oyuncu konumunda.
İkili, azil sürecinde de etkisini hissettiren 2016 seçimine Rusya’nın müdahale ettiği soruşturmalarında, yargıyı yanıltan, Kongre önünde tanıklık ederken yalan söylediği ortaya çıkan Trump yakını bir devlet görevlisini –Roger Stone’u- yargılayan mahkemenin savcı ve yargıçlarına talimat vermekle suçlanıyor.
Moskova’yla ilişkilerde kullanılan Roger Stone hem Trump’ın eski bir arkadaşı, hem de yine onun Beyaz Saray’a taşıdığı bir devlet görevlisiydi. Yaptığı yanlışlıklar yargıya intikal etti ve şu günlerde ceza alması bekleniyor.
Adalet bakanı Barr, Stone’un beklenenden daha az ceza almasını sağlamak için devrede. 7 ila 9 yıl arasında bir ceza alması beklenen Stone’un hafifletilmiş bir cezayla kurtulması için savcılar ve yargıçlara baskı yapıyor Barr.
Nereden biliyoruz?
Stone davasına bakan dört yargıcın baskılar üzerine davadan çekilmesinden ve içlerinden birinin de protestosunu savcılıktan da istifaya kadar vardırmasından…
Dünkü Amerikan gazeteleri -hiç değilse benim erişebildiklerim- bu toplu çekilme ve bireysel istifa olayına çok geniş yer verdiler.
Tavrı alkışlayarak…
Bir çoğu Richard Nixon’un 1970’li yıllarda, Watergate Skandalı ile başkanlığı sarsıntıya uğradığı ve kendisini azilden kurtarmak için adalet bakanlığı ile yargı kurumunu kullanmak istediği dönemde yaşanan toplu istifaları hatırlattı.
O dönemde yaşanan toplu istifalara ‘Cumartesi Gecesi Katliamı’ adı verilmişti.
Nixon’u istifayla başkanlıktan ayrılmaya götüren, azil süreci Kongre’de istenen sonucu vermeyecek bir rotaya girmişken, bir grup savcı ve yargıcın, baskısına muhatap oldukları Beyaz Saray’a başkaldırarak topluca istifa etmesi olmuştu.
Yargı mensuplarının istifasından sonra, Nixon, kendisi için de önünde istifadan başka yol kalmadığını anlamıştı; gereğini de yerine getirdi.
Şimdilerde dört yargı mensubunun Trump-Barr ikilisinin baskısı üzerine davadan çekilmesi ve birinin memuriyetten de istifa etmesinin ne gibi bir etkisi olacak, göreceğiz.
Gazeteler, başkanlıkta üç yılını doldurmak üzere olan Trump’ın döneminde, çoğunu yine kendisinin atadığı tam 53 kişinin istifayla veya istifaya zorlanarak görevinden ayrıldığını da hatırlatıyor.
ABD’de bu, bizde de böyle…
Olayı uzaktan izlerken genellikle ABD’deki ile mukayese edilen bizdeki başkanlık sistemi içerisinde yargının durumunu düşünmekten de kendimi alamadım.
Geçmişte ve şimdi görülmekte olan davaların açılmasından cezaların verilmesine kadar geçen sürenin her bir safhasında kendisini hissettiren siyasi etki…
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararlarının yerel mahkemeler tarafından dikkate alınmaması…
“FETÖ’nün siyasi ayağı” konusu tartışılırken, geçmişte bir yasanın çıkartılması sırasında sürece müdahil olan değişik ellerin varlığı da gündeme geldi. Oradan ‘FETÖ irtibatı’ için kanıt çıkarmaya çalışmak yerine, konuya ‘kuvvetler ayrılığı’ ilkesi açısından yaklaşmak daha doğru olmaz mı?
Bizde o dönemde de ‘kuvvetler ayrılığı’ ilkesinin rahatlıkla çiğnenebildiği gerçeği açısından?
Ne oluyorsa oluyor ve baskılar sonuç da veriyor bizde.
Kendisinden bekleneni yerine getirmediği veya getirmeyeceği anlaşılan yargıçların görev yerlerinin değiştirildiğinden haberdar olduk, oluyoruz; ancak aralarından istifa eden veya meslekten ayrılan hiç oldu mu, bilmiyorum.
Bizde genellikle, hemen her meslekte ve her düzeyde, “Ben niye ayrılayım, ayrılır veya istifa edersem yerime benden iyisi mi gelecek?” sorusu eşliğinde bireysel çözümler üretilir.
ABD’deki ‘yargıya baskı’ başlığı altındaki yeni tartışmayı medyasından izlerken, bir yerlerde baş gösteren olumlu-olumsuz örneklerin nasıl kısa sürede dünyanın başka yerlerine de sirayet ettiğini gözleme fırsatı da elde ediliyor.
“Her an her şey olabilir dünyası” haline dönüştü dünyamız.
*Bu yazı fehmikoru.com'dan alınmıştır.