Fehmi Koru*
Şimdi bakıyorum, anne-babalar çocuklarının kendilerinden daha ileride olması için gayret ediyorlar. Sadece gayret etmekle kalmayıp fedakarlıkta da bulunuyorlar. Gelir seviyesi her düzeyde aile, çocuklarına, kendi düzeylerinin üzerinde bir yol açma derdindeler.
Bu gözlem beni sevindiriyor.
Geçmişte durum farklıydı.
Babalar erkek çocuklarının büyüyünce kendisi gibi olmasını hedef seçerdi. Çocuğun eğilimleri hiç hesaba katılmaz, umutlarına aldırılmaz, babanın çalıştığı fabrikaya işçi olarak girmesi, dükkanını-mağazasını devralması, kendisi gibi memur olması beklenirdi.
Annelerin kız çocukları için seçtiği hedef, eve ekmek getirecek bir kocaya yar olmasıydı.
Geleneksel sayılabilecek ailelerin çocukları bile artık kabuklarını kırıyor ve kendilerine farklı hayatlar kurmanın yollarını arıyorlar bugün. Aileleri de kendilerini destekliyor.
Var olanın ötesinde bir şeyler peşinde koşan çocuklar-gençler görüldüğünde, yakınlarının, “İcat çıkarma” diye eteğinden çektiği bir geçmişimiz var. Bugün, işte gördük, ekmeğinin peşinde Almanya’ya yerleşmiş iki ailenin çocukları şirket kurmuş, dünyanın karşılaştığı en büyük sağlık felaketi olan Korona salgınının aşısını icat etmişler…
Yarınki nesiller, hiç kuşkusuz, bugünkünden çok daha farklı, mutlaka daha ileride olacaklar…
Büyükannesinin sakızını çiğneyenler de var
Olan kendiliğinden oluyor; planlı-programlı olmuyor. Yarınları planlamakla görevli olanlar günü kurtarma derdindeler ve bırakın yarını öngörebilmeyi çoğu bugünü bile değerlendirmekten hayli uzak.
Siyasiler, bürokratlar, topluma yön vermesi beklenecek ne kadar kesim varsa hepsi…
“Körlerle sağırlar, birbirini ağırlar” özdeyişine uygun profesyonel hayatlar sürdüren bir kitle, bilerek veya bilmeyerek, bu kendiliğinden gidişe takoz koymakla meşgul.
Ülkenin tartışma konularına bu gözle bakarsanız mutlaka göreceksiniz, incir çekirdeğini doldurmayacak konularla meşgul edilmek isteniyoruz. Eften tüften sorunlar ülkenin esas dertlerini görmeyi engelleyecek biçimde gündeme taşınıp tartışılıyor.
70 yılı bulan hayatımda, 50 yıl önce, 40 yıl önce, 30 yıl önce, 20 yıl önce, 10 yıl önce tartışıldığını gördüğüm ve tartışma ortamının içerisinde kendim de yer aldığım neler varsa, onların ya aynısı veya bir benzeri, bugünün tartışma konusu olarak karşıma -karşımıza- çıkıyor.
Ailelerin kendilerinden daha ileri olması için hiçbir fedakarlıktan kaçınmadığı, teknolojinin sağladığı kolaylıklardan yararlanmayı bilen yeni nesillerin arzu ve taleplerini algılaması imkansız etkili bir kesim var ve bunlar toplumsal hayatın içerisinde işgal ettikleri yerleri korumaktan başka bir düşünceye sahip değiller.
Onlar hala çocukların aykırı görüşlerine “İcat çıkarma” diye terslenilen kafa yapısına sahipler.
Günümüzün icatlar ve keşifler dönemi olduğunu fark etmiyorlar.
Eş-dost bunun için var, ama…
Yalnızca siyasileri -hatta onların da bir bölümünü- düşünerek bu satırları yazdığım sanılmasın; şikayet ettiğim davranış tarzını sergileyen tipler toplumsal hayatın her alanında varlar ve varlıklarını kötüye kullanmakla meşguller.
İyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış, gerçek-çakma çelişkisi söz konusu olduğunda hep olumsuzu tercih etmekteler.
Hayatım boyunca en büyük korkum “Başkaları ne der?” endişesi veya yasalar duvarına çarpma ihtimali olmadı; hep kendi ailemin fertlerinin ve yakın çevremin gözünden düşmekle sonuçlanacak yanlışlardan sakınmaya çalıştım. O sebepledir ki, sosyal medyada hakkımda neler yazıldığıyla hiç ilgilenmem; yakından birilerinin ufak bir eleştirisine ise derhal kulak veririm.
Yanlışlardan uzak durmaları gerektiğini düşündüğüm pek çok önemli kişinin farklı endişelere sahip olmaları beni hep üzmüştür. “Yakınları, eşi, çocukları uyarmıyor mu bu insanı?” sorusu zihnimi sıkça meşgul etmiştir.
Galiba insanlar çevrelerini kendileri seçtikleri veya doğal çevrelerini kendilerine uyumlu kılacak yöntemler bulabildikleri için yanlışa düşme ihtimali büyüyor.
Çevre yanlışı görüyor, ama söylemesi gerektiğinde bundan kaçınıyor.
Sanırım, bir süre sonra, aynı çevre, uyarmaları kendilerinden beklenen kişi ile birlikte, yanlışı doğru, kötüyü iyi, çirkini güzel, çakmayı gerçek gibi görmeye başlıyor.
Örnek: Yanlış yapmaması gerekenlerin okuduğu yazar doğruları yazacağı yerde utanılacak şeyler yazıyor, etrafındakiler “Ellerin dert görmesin” deyip alkışlıyorlar.
Zamanla utanma duygusu da yok oluyor.
Her yapılan, zorlayacağı şartlar ve sebep olacağı sonuçlar fazla düşünülmeden yapılıyor.
Oysa her yapılanın yapanı da aşan çok daha geniş alanları etkileyebilecek sonuçları olabiliyor.
Yapanın yaptığı yanına kâr kalınca hep aynı türden yanlışlar yapılıp duruyor.
Kendilerinden önceki nesillerden farklı yetişen, kabuklarını kırmış veya kırmaya hazır genç nesiller sanırım bu yüzden olanlardan memnun değil. Çevre onları sıkıyor, hatta Türkiye onların gözünde yaşanmaz bir ülke haline dönüşüyor.
İmkan bulanın kapağı yurtdışına atması veya atmak istemesi bundan.
Daha fazla böyle gidebilir miyiz?
Gidemiyoruz işte.
Basit değişimlere değil bir zihniyet devrimine ihtiyaç var.
*Bu yazı fehmikoru.com adresinden alınmıştır.