Fehmi Koru*
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan‘ın Washington ziyaretini uzaktan ve gezisine katılan gazetecilerin yazılarından izlerken.. aklımı en fazla karıştıran konu.. Türkiye’de hepimizi derinden etkilemiş 15 Temmuz uğursuz darbe girişiminin adlı adınca görüşmelere taşınmamış olmasıdır.
Sadece günler ve aylar boyunca ülkemizde medya aracılığıyla ve bazı siyasiler ağzından darbe girişimi ile ABD arasında kurulan doğrudan ilişki sebebiyle de değil…
Girişim sonrasında meydana gelen zemin kaymasının ABD’ye ve dünyaya AK Parti iktidarı ile bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan aleyhine hava yaratacak biçimde yansıması yüzünden de konunun önemi var.
Türkiye’nin ABD’den iadesini veya hiç değilse tutuklanmasını talep ettiği Fethullah Gülen‘in imzasını taşıyan bir makalenin, Beyaz Saray’daki görüşme günü, ABD siyasetini etkileyen en önemli gazetelerden biri olan Washington Post’ta (WP) yayımlanması bile, konunun orada açılmasının ne denli önemli olduğunu gösteriyor.
‘Artık tanıyamadığım ülke Türkiye’ başlıklı yazıya, gazetenin internet sitesinden ulaşılabiliyor. WP yazının İngilizcesi yanında Türkçe metnini de koymuş sitesine…
Size de bu durum garip görünmüyor mu?
Bana görünüyor doğrusu.
Darbelerde ‘Amerikan parmağı’
Türkiye’de meydana gelen askeri müdahalelerin hepsinde ‘Amerikan parmağı’ aramak gibi bir sporumuz var. Hafife aldığım sanılmasın, ABD onayı olmadan bir askeri darbe yaşanabileceğine inanmayanlardanım ben ve bugüne kadar yaşadığımız müdahalelerin hemen hepsinde Washington’un parmağını görebiliyorum.
Adnan Menderes‘in Washington tarafından üzerinin çizildiğine dair kıymetli bir tanıklığı, dönemin Washington büyükelçisi Suat Hayri Ürgüplü‘nün ağzından burada aktarmıştım; Menderes‘in ‘başarısız’ Beyaz Saray ziyareti (Ekim 1959) üzerinden bir yıl bile geçmeden 27 Mayıs 1960 darbesi yaşanmıştı.
”Altımızı oyan CIA imiş” tespitini, dönemin etkili siyasilerinden İhsan Sabri Çağlayangil, müdahalede bulunan askeri kadronun liderinin ”Sosyal gelişme ekonomik gelişmeyi aştı” gerekçesiyle izah ettiği 12 Mart 1971 darbesi için yapmıştı.
12 Eylül 1980 darbesinin, dönemin ABD başkanı Jimmy Carter‘a, ”Bizim çocuklar yaptı” diye müjdelenmesini ise üzerinden çok geçmeden öğrenmiştik…
‘Post-modern darbe’ adıyla literatüre geçmiş 28 Şubat 1997 müdahalesinin pek az irdelenmiş arka-planında, ABD dışişleri bakanı Warren Christopher imzalı bir belge bulunuyor; o belgede, Christopher, kısa süre sonra MGK’da askerler tarafından seçimle gelmiş hükümetin önüne konulan maddeleri sayarak, Refahyol hükümetinin sonuna yaklaştığını belirtiyor.
Eğer bu tablo yeterli sayılmazsa, 15 Temmuz 2016 gecesinde, ABD’nin Connecticut eyaletindeki bir panelde konuşan Michael Flynn‘in yaptığı, ”Bizim sevdiğimiz subayları Türkiye’de şu anda yönetime müdahale ediyor” açıklamasını hatırlatayım; o konuşmanın videosu YouTube’da duruyor, oradan izlenebilir.
Michael Flynn‘ı Beyaz Saray’a ‘ulusal güvenlik danışmanı’ olarak almıştı Trump; sonradan yine ülkemizin isminin geçtiği bir skandal sonucu istifa etmek zorunda kaldı.
Demek istiyorum ki, seçim kampanyası sırasında Amerikan halkına ”Bundan böyle başka ülkelerin içişlerine karışmak da askeri müdahaleleri teşvik etmek de yok” sözü vermiş olan yeni başkan Trump‘a, kendisinden önceki başkanların bu sicilini hatırlatmak iyi olurdu.
Bilmiyor olabilir çünkü.
Hatırlattıktan sonra 15 Temmuz hâinlik dosyası daha kolay açılırdı.
Adil Öksüz ile Binbaşı H. A. ya da O. K.
Amerikalılar, kendilerinden ‘iadesi’ istenen Fethullah Gülen‘le ilgili adli süreci başlatmak için, o gece yaşananlar ile Gülen arasında doğrudan irtibat kurmayı sağlayacak isim olan Adil Öksüz‘ün bulunup itiraflarının sağlanmasını talep etmişlerdi birkaç ay önce.
Ne çare, Adil Öksüz hala ortalarda yok.
Bu talebe muhatap edilen Adalet Bakanı Bekir Bozdağ Washington heyetinde yer alıyordu.
Yakın zamana kadar kendisinden ‘H. A.’ diye söz edilen ‘ihbarcı subay’ (rütbesi ‘binbaşı’ olarak açıklanmıştı, ama bir kaynak ”Adı da rütbesi de farklı olabilir” demişti) FETÖ davalarının birinin iddianamesinde ‘O. K.’ rümuzuyla karşımıza çıktı. O. K. TSK’dan ihraç edilmiş, ancak koruma amacıyla MİT’te görevlendirilmiş…
Onun kamuoyu önüne çıkartılarak yapacağı tanıklık bile ses getirirdi.
Adil Öksüz‘ün ve O. K. rümuzlu subayın Washington’da heyetimiz tarafından medya önüne çıkartıldığını ve tanıklıklarının bütün dünyaya öylece iletildiğini bir düşünün…
Elbette, o geceyi en muhataralı biçimde geçirmiş iki önemli şahsiyet olan Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar ile MİT Müsteşarı Hakan Fidan‘ın, Trump ve kadrosuyla yenilen yemek sırasında o sofrada bulunduğunu da unutmuş değilim.
Haberleri biraz da ”Konuyu onlar açmış olabilir mi?” merakıyla okudum, ama merakım cevapsız kaldı.
Yalnızca “Gülen’i iade edin veya tutuklayın” demekle yetinmişiz.
Kaçan fırsatların ardından konuşmak kolay oluyor da, fırsatları yeniden yakalamak ise, maalesef, çok zor.
* Bu yazı Fehmikoru.com'da yayınlanmıştır