Gündem

Fehmi Koru: Sığınmacıların kalıcı olmaya dönüştüğünü kışkırtıcılar anladı, politika üretmesi beklenenler anlamadı…

14 Ağustos 2021 09:57

Fehmi Koru*

İstanbul’da Suriyeli sığınmacıların yoğun yaşadığı bir mahalleden her gün geçen bir tanıdığım dün bana şu izlenimi aktardı: ‘‘Mahallede çocukların oynaması için ayrılmış bir bölümü de bulunan bir park var. Oraya yalnız Suriyeliler gidiyor ve her zaman kalabalık; buna karşılık mahallenin Türk sakinleri parktan uzak duruyor ve bu durumdan şikayet ediyor. Dün yine oradan geçtim, park bomboştu.’’

İzlenim perşembe gününe ait.

Ankara’nın Altındağ ilçesinde yaşananların ertesi gününe…

Orada bir gün önce Suriyeli biri tartıştığı iki kişiyi bıçakladı. Bıçaklananlardan biri öldü, diğeri de yaralandı. Olayın duyulması üzerine bir yerlerden mahalleye doluşan kışkırtılmış kalabalıklar, Suriyelileri ve Suriyelilere ait olduğunu düşündükleri her yeri hedef aldı. Tekbirler getirerek saldırdılar.

Polis 76 saldırganı gözaltına aldı.

Gözaltına alınanların neredeyse yarısının değişik suçlara daha önce karışmış kişiler olduğunu gazetelerde okudum.

Altındağ’da yaşanan saldırı olayı, Türkiye’nin çeşitli yerlerini kendilerine mesken seçmiş sığınmacıların günlük yaşantılarını etkilemiş olmalı.

Ertesi gün parkın boş kalması bunu gösteriyor.

Yabancı, göçmen, sığınmacı, yani öteki

Bir ülkede statüsü ne olursa olsun ‘öteki’ olmak kadar zor bir şey yoktur. Sığınmacı, göçmen veya azınlık mensubu olmak fark etmiyor; çoğunluktan farklı görülmek yeterince tedirgin edici bir durum.

Yüzlerce yıldır bu topraklarda yaşayan, ancak çoğunluğu teşkil edenlerden bir veya birkaç konuda farklı özelliği bulunan kişiler bile bu tedirginliği sessizce yaşamakta.

Yalnız bizim ülkemizde mi? Hayır, başka ülkelerde göçmen, yabancı işçi veya azınlık mensubu olarak yaşamakta olan Türkler de, bulundukları yerlerde bazılarının kendilerine kem gözlerle baktığı gerçeğine muhataplar.

Almanya’da, Fransa’da, Hollanda’da azımsanmayacak sayıda Türk yaşıyor ve orada doğmuş büyümüş olanlar bile o ülkelere kendilerini kabul ettirmekte zorlanıyorlar.

O ülkelerin vatandaşı olmaya, pasaportunu taşımaya hak kazanmış olsalar da…

Tercihini Alman milli takımından yana yapmış, dünya kupalarında Alman milli takımının başarılarına katkıda bulunmuş yıldız futbolcumuz Mesut Özil‘in sonralarda uğradığı haksızlık unutulacak gibi değil.

Yaşadıkları ülkelerde ırkçı tiplerin Türkleri hedef alan eylemlerinde çok can veren oldu.

Küçümsenerek ‘dönerci cinayetleri’ yaftası asılmış on cinayet -kurbanlardan biri Yunanlıydı ve Türk sanılarak öldürülmüştü- Alman medyası tarafından yıllarca Türklerin iç hesaplaşması olarak yansıtılmıştı.

Öldürülenlerin biri kadın üç kişiden oluşan bir ırkçı Alman timi tarafından infaz edildikleri neden sonra anlaşıldı.

Avrupa’nın değişik ülkelerinde artık oralarda yerleşik hale gelmiş olan Türklerin uğradıkları saldırılar herhalde bizlere bir şey öğretmiş olmalı.

Irkçı yaklaşımların yanlışlığını…

Bu sebeple bizim ülkemizde geçici veya kalıcı olarak yaşayan ‘farklı’ özelliklere sahip insanlara karşı tavrımız ayrımcı olmamalı.

Olmamalı ama olabildiğini yine kendi ülkemizde geçmişte ve yakın dönemlerde yaşananlardan biliyoruz. Kışkırtılmış tipler ne istediğini bilmez bir güruha kolayca dönüşebiliyor ve sonradan utanılacak eylemler yapabiliyor.

Yüz küsur yıl öncesine gitmeye gerek yok, 50 küsur yıl önce, 1955 yılı 6/7 Eylül günleri, kışkırtılmış kitleler, İstanbul’un göbeği sayılan Taksim (İstiklal Caddesi) çevresinde, karşılarına çıkan azınlıklara ait olduğunu düşündükleri hedeflere saldırabildi.

O utancı yarım asırdan fazla bir süredir taşıyoruz.

Kışkırtıcılar faal

Galiba birileri şimdi de Suriye’deki savaştan kaçmış ve devletin politik tercihleriyle ülkemize sığınmış kitlelerden rahatsızlık duyuyor ve bu rahatsızlığını dışa vurmaya hazırlanıyor.

Altındağ’da yaşanan olay daha büyüklerinin bir provası gibi.

Yangın ve sel afetleriyle boğuşmakla meşgul hükümet baş gösteren bu yeni gelişmenin tam farkında değil. Farkındaysa bile olanın tehlikeli boyutlara varabileceğini hesaba katar görünmüyor. Hesabı doğru yapanlar mutlaka vardır, ancak onlar da siyasi alana yansıyan ayrıştırıcı söylemin hükümetin fazla uzağında olmadığı bilgisiyle seslerini çıkarmıyorlar.

Muhalefet ise ‘‘Beşşar Esad’la görüşüp Türkiye’ye sığınanları ülkelerine geri göndereceğiz’’ anlamsız cümlesini politik tavır sayıyor.

Esad yönetiminin kendisine muhalif oldukları için ülkelerini terk etmiş üç ayrı ülkede sayıları on milyona yaklaşan Suriyeli sığınmacıların dönmesini isteyeceğinden nasıl emin olabiliyor bizim muhalefet?

Elbette dönenler olacaktır, ancak hepsinin dönmesini beklemek abes.

Beşşar Esad dört milyonu Türkiye’de bulunan, toplam sayıları on milyona yaklaşan Suriye’den kaçmış bütün insanların ülkesine dönmesini istemez. Esad’ın arzuladığı ülke onlarsız bir Suriye’dir.

Ayrıca, Suriye’den kaçmış olan insanların çoğunun gidebilecekleri evleri de yok; savaşta hepsi tahrip oldu.

Dahası, on yıldan fazla süredir burada yaşıyor bu insanlar…

Yerleri, yurtları, çoluk çocuklarıyla yaşadıkları ülke Türkiye…

Sevsek de sevmesek de bu durum bir Türkiye gerçeği…

Bu gerçeği siyaset adına istismar etmek, tahrike kalkışmak, bundan çıkar sağlama derdine düşmek, kitleleri kışkırtma yolunu seçmek ülkenin başına dert açmaktan başka bir işe yaramaz.

Her gün önünden geçtiği parkı o çevrede yaşayanlardan yalnızca Suriye’den gelenlerin kullandığı bilgisini benimle paylaşan tanıdığım, mahallenin Türk halkının parktan uzak durduğunu da söyledi.

Perşembe günü koca park o yüzden bomboş kalmış…

Mahalle parkını o bölgede yaşayan herkesin birlikte değerlendirdiği bir yere dönüştürmenin formülleri aranmalı.


*Bu yazı fehmikoru.com adresinden alınmıştır.