Fehmi Koru*
Şu günlerde yabancı ülkeler medyasının Türkiye ile ilgili yayınlarını izleme bahtsızlığına uğrayanlarda rahat ve huzur olması imkansız. Ülkemiz mercek altında ve hakkımızda çıkan yazılar ile TV yayınları genellikle olumsuz.
Yüz olumsuz yazı ve yayın söz konusuysa kenar köşede öylesine kendi halinde tek olumlu örnekle karşılaşılıyor; onu da ara da bulasın…
Gözüm iliştiğinde yazı ve yayınların üslubuna bakıyor ve hemen hepsinin bizleri rahatsız etmek amacı taşıdığını fark edebiliyorum. Çoğuna ‘‘Vurun abalıya’’ yaklaşımı hakim; en ciddi bilinen yazarlar ve yorumcular bile Türkiye söz konusu olduğunda karakter değişimine uğruyorlar.
Huzursuzluk bazen dışarıya da vuruyor. Geçen hafta ABD’nin Newsweek dergisinde çıkan bir yazıya Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Dr. İbrahim Kalın şiddetli bir tepki gösterdi; dergiyi ve yazarlarını ayıplayarak…
‘Şark Meselesi’ neydi?
Aslına bakılırsa, şimdi bizim coğrafyada yaşayanların, dışarıdan gelen bu tür acımasız değerlendirmelere hazırlıklı olması gerekir. Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önceki yüz yıl boyunca, bizim coğrafyanın egemen devleti, o dönemin etkin kamuoyları tarafından mercek altına alınmış ve yıkıcı eleştirilere maruz bırakılmıştı.
Tarihi bilgilerini yeterli görmeyenler internette arama motoruna ‘Şark Meselesi’ başlığını yazıp karşısına çıkacak makalelerden herhangi birini okusun, bugün Türkiye hakkında gündeme taşınanların benzerlerinin, ömrünün son yüzyılı boyunca Osmanlı İmparatorluğu için de yazılıp söylendiğini göreceklerdir.
Onları burada tekrarlamaya gerek görmüyorum.
’Şark Meselesi’ genel başlığıyla kast edilen, bir ara Avrupa’daki toprakları 5. milyon kilometre kareye ulaşmış Osmanlı’nın geriletilmesi ve çok daha küçük bir coğrafyaya hapsedilmesiydi.
Bugün Türkiye Cumhuriyeti 1 milyon kilometre kareyi bile bulmayan sınırlara sahip. Yalnızca Avrupa’dan çekilmek zorunda kalmadık, Anadolu’nun dışındaki bütün toprakları da kaybettik. Terk edilen topraklarda ‘Türk’ diye adlandırılan, çoğu ırk bakımından o sıfata sahip de olmayan ne kadar Müslüman unsur varsa, onların da büyük bölümü, ata topraklarını bırakıp Anadolu’ya göçmek zorunda bırakıldı.
Pek çoğumuzda kendisini ‘Sevr sendromu’ olarak belli eden psikolojik bir hal varsa, bunun sebebi, kendi tarihimizin bu özelliğidir.
Başımıza ne geldiyse göstere göstere geldi.
Şimdi olanlar da göstere göstere oluyor.
Ne yapacağız şimdi?
Bu soruya verilebilecek tek bir cevap var: Bizden öncekilerin yaptıklarını yapmamak, çıkışı onların yapmadıklarında aramak…
Osmanlı’nın münevverleri durumumuza ‘Şark Meselesi’ adını verenlerin niyetlerinin ne olduğunu elbette biliyorlardı; kaleme aldıkları kitaplar ve makaleler bildiklerinin kanıtlarıdır. Devleti yönetenlerin de kimlerle dans ettiklerinden haberdar olduklarını biliyoruz. Arada birkaç kendini bilmez bulunsa bile, devleti yönetme noktasına gelenlerin, gidişi durdurma, aleyhteki planı bozma, yabancıların ‘hasta adam’ olarak andığı imparatorluğun devamını sağlama çabasında bulundukları belli.
İmparatorluğu çöküşe götürecek büyük savaşın (1914) içerisine sokan devleti yöneten kadronun öndegelenleri, bunun kararını tamamen tersi bir sonuca ulaşmak üzere almışlardı. Beklediklerinin tam tersi oldu.
İyi niyet yeterli olmuyor. ‘Cehenneme giden yolun iyi niyet taşlarıyla döşendiği’ sözü bunu ifade ediyor.
Tepkilerle de bir yere varmak mümkün değil.
Bugün yaşananlarla geçmişte olanlar arasında ilinti kuranların daha da dikkatli olması şart. Onlara -bizlere- düşen geçmişin hatalarını tekrarlamaktan uzak durmaktır.
TL’nin değer kaybı ve ‘tağşiş’
İnanmayacaksınız, ama bu uzun girişi şu günlerde Türk Lirası’nın (TL) düştüğü duruma dikkat çekmek için yazdım. Beklenmeyen bir şey değildi bu. İki yıldan daha uzun bir süre önce, 27 Temmuz 2016 tarihinde, ‘uzman’ bilinen bir yabancının Türk ekonomisindeki bozulmayı ele alan bir raporundan bölümler aktarmıştım.
Merak eden açar o yazımı okur.
TL’nin değer kaybetmesi ve özel sektör borçlarının sonucunun hayırlı olmayacağı daha raporun girişinde vurgulanıyor.
Osmanlı’da siyasi istikrar ekonomideki kötü gidişle bozuldu; onu getiren de para biriminin değerini düşüren yanlış tedbirlerdi. İçeride kullanılan gümüş akçe ile dışa dönük alış-verişler ile tasarruf aracı olarak kullanılan altın sikke ekonomik istikrarın unsurlarıydı. Zora düşüldüğü zaman dolanımda olan gümüş akçeler toplanıp bakırla karıştırılarak yeniden piyasaya sürüle sürüle iş şirazesinden çıkmıştı.
Yeniçeri isyanlarının çoğu da devletin parayı bozması -buna ‘tağşiş’ deniyor- yüzündendi.
Parayı hafife alan kaybeder; yalnız kişiler değil devletler de…
Hatırlatayım istedim.
*Bu yazı fehmikoru.com'dan alınmıştır.