Fehmi Koru*
Ekonomi önemli bir alandır. Bireyler için olduğu kadar, şirketler, kurumlar ve hatta devletler için de önemlidir ekonomi. Hesap bilmeyen kişi borca düşer ve borcunu ödeyemez hale gelirse başına dertler açılır. Şirketler aynı durumda iflas eder. Kurumlar kepenk indirir.
Ya devletler?
Devletler İMF’nin kapısına dayanır, yabancıların kendisi için çizdiği dar alan içerisinde kalma müeyyidesi karşılığı kredi alarak açığını-gediğini kapatmaya çalışır. Taahhütlerini yerine getirememe, memurlarına maaş ödeyememe rezilliğinin önüne ancak böyle geçilir.
Herkes, her şirket ve kurum ile devletler bu duruma düşmemek için ellerinden geleni yaparlar.
Ülkemizin ekonomisi bugünlerde tehlike sinyalleri veriyor. Ekonomiden anlayanlar sıklıkla uyarıda bulunmakta. Devletin ekonomik sıkıntıya düşmesi rakamlara da yansır; TÜİK’in makyajlı olduğuna inanılan göstergeleri bile zora düşüldüğünü gizlemeye yetmiyor.
Devletin ekonomik sıkıntısı cebe de yansır; nitekim, ülkenin dört bir tarafından “Geçinemiyoruz” sesleri yükseliyor. İmkan bulan yetenekli insanlar kapağı yurtdışına atıyor; her birine milyonlarca TL eğitim yatırımı yapılmış doktorlar ve mühendislerin binlercesini Avrupa ülkelerine kaptırıyoruz.
Çare?
Galiba kısa vadede çare de yok. “İMF’den kredi alan değil, ona kredi kullandıran ülkeyiz” iddiası yara alır endişesi yüzünden…
Orta ve uzun vadede çare belli: Ya mevcut iktidar son on yıl boyunca uyguladığı ve son beş yıl içerisinde daha da ağırlaştırdığı yanlışlığı ortada politik çizgisini kendisi değiştirecek ya da seçime gidilecek ve ülkede iktidar değişikliği yaşanacak…
Fabrika ayarlarına dönülebilir mi?
İktidar çevrelerinde -Ak Parti’nin itibar ettiği gazetelerin köşelerinde, ekranlara çıkması uygun görülmüş sözcülerinin ağzında- bir süredir dile getirilen ‘fabrika ayarlarına dönme’ beklentisi, bu durumun oralarda da konuşulup tartışıldığına işaret ediyor.
[Abdülkadir Selvi sözgelimi, yazısının başlığında “AK Parti fabrika ayarlarına mı dönüyor?” diye soruyor.]
“Fabrika ayarlarına dönüş” demek, AK Parti’nin kuruluş döneminde belirlediği ve son on yılda bütünüyle terk ettiği temel ilkeleri yeniden benimsemesi demek…
Yapabilir mi AK Parti bunu?
Bu yolda dile getirilmiş ilk uyarılar dikkate alınmış olsaydı elbette yapabilirdi; ancak bugün gelinen noktada böyle bir ihtimal yok. 2017 yılında referandumla gerçekleştirilen anayasa değişikliğiyle benimsenmiş ‘yeni sistem’ ile AK Parti’nin ‘fabrika ayarları’ taban tabana ters.
Vazgeçebilir mi AK Parti ‘cumhurbaşkanı hükümet sistemi’ denilen sistemden, Meclis’in merkezinde yer aldığı, denge ve denetlemenin daha da sağlamlaştırıldığı parlamenter sisteme dönebilir mi?
Soruya verilebilecek cevabı hepimiz biliyoruz.
O halde?
Tek çare iktidarın değişmesi olarak görülüyor. 7 Haziran (2015) seçiminden AK Parti Meclis çoğunluğunu kaybederek çıkmıştı. Kamuoyu yoklamaları, bugün seçim yapılsa iktidarın iki ortağının toplam oyunun muhalefetin gerisinde kalacağını gösteriyor. İktidar cephesi Cumhurbaşkanı seçiminde de adayını seçtiremeyebilir.
Cumhurbaşkanı’nın yeni söylemi
Galiba bu ihtimal de iktidarın mahremi sayılabilecek dar kadro içerisinde dikkate alınmaya başlandı.
Nereden çıkartıyorum bunu?
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarına yansıyan söylemden…
‘Kanal İstanbul’ adı verilen ve milyarlarca dolara mal olacağı hesaplanan projenin ilk etabı olarak ilan edilmiş köprünün temel atma töreninde, Cumhurbaşkanı Erdoğan, muhalefetin itirazlarına cevap verirken, projelerine hesap sormanın ‘uluslararası tahkim’ yüzünden mümkün olmayacağını söyledi.
Dediği tam şu:
“Yatırımcıları, bankaları tehdit ediyorlar, hızlarını alamayıp projeye ilgi duyan ülkeleri tehdit ediyorlar. Bu ne terbiyesizliktir. Devletlerde devamlılık esastır, bunlar devlet terbiyesi de görmediler. Sizler nasıl devlet yönetimine talipsiniz ya? Söke söke sizden bu paraları uluslararası tahkim yoluyla da alırlar.”
İktidar değişmiş… Yeni gelenler AK Parti döneminde ‘hazine garantili’ olarak ihale edilmiş yatırımları sorgulamaya başlamış…. Hazineden müteahhitlere yapılan ödemeler durdurulmuş… Müteahhitler de ‘devlet sırrı’ olarak şimdiye kadar resmen açıklanmamış bir yükümlülüğün yerine getirilmesi talebiyle İngiltere’deki tahkim kurumlarına başvurmuş…
Bunları düşünmüş Cumhurbaşkanı Erdoğan…
Yani?
‘Tek çare’ olarak öngörülen ihtimali…
Devlet adına imza atılan garanti belgesi ‘uluslararası tahkim kurumu’ önüne gittiğinde otomatik olarak müteahhitlerin taleplerinin haklı kabul edileceğini düşünüyor olmalı Cumhurbaşkanı…
Olabilir de, olmayabilir de…
[T24’te Barış Soydan, Kenya’da, iktidar değişikliği sonrasında yaşanmış bir ‘tahkim’ olayında müteahhitlerin taleplerinin tahkim tarafından reddedildiğini hatırlatıyor.]
Ya siyasiler, bürokratlar? Onlar da mı tahkime gidecek?
Hukuk yoluyla hak arama, tahkim, uzun yıllar alabilecek pahalı bir süreçtir.
Söylem, hazine garantili projeleri bulunan müteahhitleri -benzer projeleri üstlenmeye hazırlanan yenilerini de- ürkütmüştür.
[Türkiye’ye 2015 yılında gelen yabancı sermaye 10 milyar dolar iken, bu rakam 2019 yılında 1,1 milyara düşmüş; geçen yıl ise ekside kalmış. Zaten ürkek hale gelmiş görünüyor yabancı yatırımcı, ürkmüş ki, Türkiye’den uzak duruyor.]
Daha da önemlisi şu: İktidar değişir, yeni gelenler hesap sormaya başlar ve hazine ödemelerini durdururlarsa, müteahhitler hak aramak için İngiliz mahkemelerine tahkim başvurusunda bulunabilirler; peki de, hesabı sorulmaya başlayan konularda el emeği göz nuru bulunan, projelere imza atan, onları savunan yerli siyasiler ve bürokratların durumu nice olur?
Müteahhitlerin peşine düşen yeni iktidar onları unutur mu?
“Söke söke alırlar” söylemi siyasi ve bürokratik sorumluları da rahatsız etmişse hiç şaşırmam.
Sadece o projelerde emeği olanları değil, her kademedeki siyasiler ve bürokratları da…
Aklımda tek bir soru kaldı: İktidarın ilk seçimde değişebileceğinin iktidarın mahremi sayılabilecek bir çevrede düşünülüp konuşulmaya başlamasında, acaba Sedat Peker’in videoları ve mesajlarıyla meydana getirdiği sarsıntının da payı var mıdır?
*Bu yazı fehmikoru.com adresinden alınmıştır.