Habertürk yazarı Fehmi Koru, 7 ayrı uluslararası örgütün temsilcileri Türkiye’deki basın özgürlüğünü görüşmek üzere temaslarda bulunmak üzere bugün bir araya geldiğini söyleyerek, “Ne oldu da, en son 12 Eylül’ün ardından kapımıza dayanmış uluslararası basın örgütleri bugün yine kapımızda?” diye sordu.
“Bugün şikâyetlere sebep olan ve yurtdışından ricacıları kapımıza getirten “basın yasası” değil” diyen Koru, “Başka yasalar ile yasaların keyfi yorumu... Hatta bazen yasalara açıkça aykırı uygulamalar... Yetkili ağızların bazen uygulamaların da ötesine geçen özgürlük karşıtı söylemleri” ifadelerini kullandı.
Fehmi Koru’nun Habertürk’te “En son 12 Eylül’den sonra” başlığıyla yayımlanan (19 Ekim 2015) yazısı şöyle:
Basın özgürlüğü konusunda çalışan, gazetecilerin görevlerini sağlıklı biçimde yerine getirebilmelerini dert edinen 7 ayrı uluslararası örgüt bir araya gelmiş...
Kendi başına büyük bir olay bu.
Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ), Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF), Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (IFJ) ile Avrupa Gazeteciler Federasyonu (EFJ), Index On Censorship, IPI ve Etik Gazeteciler Ağı (EJN) gibi, bazen birbiriyle çekiştiği bilinen örgütlerin ortak bir girişimde bulunması pek alışılmış bir olay değil...
Dertleri Türkiye; Türkiye’deki basın özgürlüğü...
Örgütler temsilcilerini ülkemize göndermişler; heyet bugün temaslarına başlıyor.
Türkiye’de basının baskı altında tutulduğu, özgürlüklerin kısıtlandığı, gazetecilerin işlerini kaybettiği, yazarların yazdıkları yüzünden saldırıya uğrayıp hapse atıldığı, bir süredir dünya medyası tarafından dile getiriliyor. Gün geçmiyor ki dünyanın bir köşesinde, Türkiye’de basının baskı altında tutulduğu hakkında bir haber yayınlanmasın...
Zaten dikkat ettinizse, uluslararası meslek örgütleri, temsilcilerini, ülkemize, durumu yerinde görüp gerçeği öğrenmeleri amacıyla göndermiyor; Türkiye’de basının baskı altında tutulduğu ve gazetecilerin zor durumda olduğu bir “gerçek” onlara göre. Gelenler bu duruma son verilmesini talep etmek üzere ülkemizdeler...
“Algı” deyip geçemeyiz.
Bazen “algı” ile “gerçek” birbirinden kolayca ayrılamayacak kadar iç içe olabiliyor.
Gazetecilerin özgürlüğü konusunda bizde şimdi olduğu gibi... Doğrusunu söylemem gerekirse bu noktaya nasıl gelindiğini anlamakta zorlanıyorum.
AK Parti iktidara en geniş özgürlükleri vaat ederek geldi. Avrupa Birliği (AB) üyeliği iddiasıyla da pekişen bir vaatti bu. İlk ürününü de, medya mensuplarının görüşleri alınarak hazırlanan, Meclis’ten önce meslek örgütlerinin onayına sunulan bir “basın yasası” çıkararak verdi.
O yasa hâlâ yürürlükte.
Zaten bugün şikâyetlere sebep olan ve yurtdışından ricacıları kapımıza getirten “basın yasası” değil. Başka yasalar ile yasaların keyfi yorumu... Hatta bazen yasalara açıkça aykırı uygulamalar... Yetkili ağızların bazen uygulamaların da ötesine geçen özgürlük karşıtı söylemleri...
Söyleyenin söylemesiyle kalmıyor o sözler, birileri tarafından emir telâkki edilip gereği yerine getiriliyor...
Bir zamanlar özgürlükleri en geniş biçimiyle uyguladığıyla övülen ülkemiz, bu yüzden güvenilir ve itibarlı örgütlerin her yıl ilan ettiği özgürlükler skalasında şiddetli düşüşlere muhatap oluyor. Raporlarda ağır biçimde eleştiriliyor.
Görüntü giderek kalıcı hale dönüşüyor; önceleri “algı” diye geçiştirilen durum zihinlerde “gerçek” halini alıyor.
Birkaç cephede birden savaşan, terörün sıkça yokladığı bir ülke oluşumuz da artık bir “gerekçe” olmaktan çıktı; çıktı, çünkü eleştiri konusu yapılan uygulamaların terörle mücadeleyle bir ilgisi yok. Dahası, Türkiye gibi demokratik olgunluğa erişmiş bir ülkenin, hiçbir bahaneye sığınmadan, hak ve özgürlüklere sahip çıkması bekleniyor.
Özellikle de “halkın haber alma hakkı” ile ilgili olduğu için basın özgürlüğüne...
Savaş halinde bile, demokratik ülkeler, basın özgürlüğüne zarar verecek davranışlar sergilemekten çekinirler. Sevmeseler de, gazetecilerini, hangi ulvi amaçla olursa olsun cezaevlerinde misafir etmez, yazarları ve yorumcuları baskı altına almazlar. Yayın yasakları getirilmez. Eli kalem tutanlara saldırılar yaşanmaz demokratik ülkelerde; böyle bir yanlışa sapan olursa, esas onlar en ağır biçimde cezalandırılır.
Türkiye AK Parti sayesinde böyle bir ülkeydi.
Ne oldu da, en son 12 Eylül’ün ardından kapımıza dayanmış uluslararası basın örgütleri bugün yine kapımızda?
Bu sorunun cevabını kim verecek?