Fehmi Koru*
Murat Yetkin bugünkü yazısını “Size de öyle gelmiyor mu?” sorusuyla bitirmiş…
Teyidini almak istediği görüş şu:
“ABD Kudüs hamlesiyle İsrail-Suud ekseninde yeni bir Ortadoğu tasarımı peşindeyken Rusya da sanki Türkiye ve İran ile işbirliği içinde karşı hamlesine hazırlanıyor. Ve bu oyun Suriye sahnesinde oynanıyor.”
Kusuruma bakmasın, ama bana hiç öyle gelmiyor.
Çevremizde gelişen olayları mümkün olduğunca yakından izlemeye çalışıyorum; vardığım sonuç Yetkin’in vardığı sonuçtan faVladimirrklı.
Üçlü denge: ABD-Rusya-İsrail
Rusya, evet Türkiye ve İran’ı da hesaplarının dışında tutmamaya gayret gösteriyor, ancak her adımını ABD ve İsrail’in politikaları istikametinde atıyor.
Özellikle de İsrail’in…
Son iki yıl içerisinde, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, sonuncusu 23 Ağustos’ta Soçi’de olmak üzere, tam sekiz kez yüz yüze görüştü.
ABD’nin de, Donald Trump’ın kampanya vaatleri arasında bulunduğu için hamle bütünüyle yeni başkana mal edilmesine rağmen, zamanlamayı İsrail ile birlikte belirlediğini düşünüyorum.
Trump yönetiminin bir ayağı İsrail’de zaten.
Ağustos ayında, Mossad direktörü Yossi Cohen başkanlığında bir İsrail heyeti, Suriye’nin geleceğiyle ilgili temaslarda bulunmak üzere Washington’daydı.
Bu, ABD-Rusya-İsrail dengesi.
Gelişmelerin bu denge içerisinde gerçekleştiğini bilerek konuya yaklaşmakta yarar var.
İsrail’in içerisinde yer aldığı bir mutabakatın Suriye’de İran’ın çıkarları istikametinde sonuç vereceğini düşünebilir miyiz?
Veya bir ölçüye kadar Türkiye’nin de?
İsrail’in kırmızı çizgileri
Medyaya değişik zamanlarda haber de oldu; İsrail gerekli gördüğünde Suriye’de kırmızı çizgilerini çiğneme anlamına gelen gelişmelere meydan vermeyecek şekilde davranıyor ve çoğu kez silâhlı müdahalede de bulunuyor.
Kırmızı çizgileri biliniyor İsrail’in: Suriye’de dengeleri bütünüyle değiştirecek çaptaki silâh ve mühimmatın İran tarafından Lübnan üzerinden Suriye’ye geçirilmesi.. Suriye ile sınır teşkil eden Golan tepelerini hedef alan füzeler.. ve Hizbullah’ın İsrail sınırında yığınak yapması..
Çizgilerin çiğnendiğine inandığı her seferinde, İsrail, Suriye’ye silâhlı müdahalelerde bulundu; Rusya bunların hiçbirine ses çıkarmadı.
Bunlar üçlü dengeye dönük gerçekler…
Suudi Arabistan’ın kendi planı var
Hüküm cümlesinin “İsrail-Suud ekseninde yeni bir Ortadoğu hamlesi” bölümü de bana yine sorunlu geliyor.
Suudi Arabistan’ın Prens Muhammed bin Salman’ın veliaht ilân edilmesi öncesinden başlayarak İsrail ile ‘gizli’ görüşmeler yürüttüğü biliniyor. Ülkede son zamanlarda yaşanan geniş çaplı tasfiyeler ‘yolsuzluk’ ile irtibatlansa da, yeni politik çizgiye muhalefet edecek unsurlara gözdağı verilmek istendiği de anlaşılıyor.
Ancak Suudi Arabistan’ın İsrail ile ‘eksen’ sözcüğünü hatırlatacak bir yakınlığa girmesi bayağı zor.
Körfez ülkeleri yönetimleri için en önemli ‘iç tehdit’ Müslüman Kardeşler (MK) örgütüdür; Gazze’de yönetimi elinde tutan ve seçim yapılabilse Batı Şeria’da da başarı gösterip Filistin’in bütününün yönetimini ele geçirebileceğine inanılan Hamas da MK’nın şubesi olarak görülüyor.
“İsrail mi, MK mı?” sorusuna, Suudlular ve bölgedeki müttefikleri, “İsrail” tercihiyle cevap veriyorlarsa bu yüzden.
İstanbul’da bugün başlayan İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) toplantısı Türkiye istediği için yapılıyor; ülkemizin her şeyden önce Körfez ülkelerinin bu ‘tehdit’ değerlendirmesini göz önünde tutan bir ön hazırlık yaptığını varsayabiliriz.
Hamasetin işe yaramayacağı bir noktadayız çünkü.
İİT’de Ekmeleddin İhsanoğlu’nun genel sekreterliğinin sona ermesinin ardından, aynı göreve, iki kez, Suudi Arabistan’dan isimler getirildi. Şimdiki genel sekreter Dr. Yousef Ahmad Al-Othaimeen, bu görevinden önce, Suudi Arabistan sosyal işler bakanıydı.
Suudlular bu noktaya bugünlerde gelmediler. 2000’li yılların ilk yarısında sonradan kral olacak Abdullah henüz veliaht iken, kendi ‘Filistin barış planı’nı duyurmuştu Suudi Arabistan.
New York Times eliyle planın hazırlığından haberdar olmuştuk.
Gazetenin yazarı Thomas L. Friedman’dan okuyalım:
“2002 yılı Şubat ayında Suudi Arabistan’a gidip şimdi kral olan veliaht prens Abdullah ile mülakat yapmıştım. Abdullah’ın at çiftliğinde. Kendisine, İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesi ve Filistin Devleti’nin kurulması karşılığında, 22 Arap ülkesinin tümünün barış yoluyla İsrail ile ilişki kurmasını da getirecek bir teklifi Arap Zirvesi’ne neden götürmediğini sordum. Abdullah zihnini okuduğumu söyledi (Bana, ‘Yoksa masamı mı kırdın?’ diye sordu) ve sonrasında ‘Abdullah barış planı’ adını alacak bir girişimi de başlattı.” (New York Times, 27 Ocak 2009)
Suudlular muhtemelen o planın yeni versiyonunu kabul ettirmenin peşindeler.
Türkiye ne yapabilir?
Toplantı vesilesiyle dikkatler İİT ve Türkiye üzerinde yoğunlaşmışken, ülkemiz bu gerçekler ışığında olumlu bir tavır takınırsa vahim sonuçlar doğurabilecek yanlışlar yapılmasını engellemiş olur.
[Kendisini yeniden ‘örnek alınacak ülke’ haline getirmesi de gerekecektir.]
Unutmamamız gereken bir gerçek de şu: Dünya, özellikle İslam Dünyası, 1960’lar ve 1970’lerdeki durumundan çok uzak bugün.
Bunlar da bilinsin istedim.
*Bu yazı ilk kez fehmikoru.com'da yayımlanmıştır.