Fehmi Koru*
Bugün yapılacak Trump-Erdoğan görüşmesinin ‘kritik’ olduğunda herkes hemfikir.
Yıllardır ‘stratejik ortaklık’ olarak tanımlanan ABD-Türkiye ilişkilerinin bu görüşme sonrasında farklı bir zemine kayabileceği düşünülüyor da ondan…
Taraflar (ABD ve Türkiye) günler öncesinden birbirlerine mesajlar verdiler: ABD Başkanı Donald Trump, Türkiye’yi kızdırma pahasına, IŞİD’e karşı savaşta müttefik olarak seçtikleri PYD/YPG güçlerine ‘ağır silâhlar’ verilmesini öngören bir talimata imza attı.. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da, bunun yanlışlığına vurgu yapıp ABD tutumunda ısrar ederse ilişkilere ‘nokta’ konulabileceğini açıkladı…
Yorumcular “Erdoğan rest çeker mi, çekmez mi?” telâşındalar.
Türkiye pekâlâ kendisini ağırdan alabilir
İşin buraya kadar gelmesi-getirilmesini yanlış buluyorum ben; bu ziyareti Ankara’da planlayanların, geçmişteki benzeri karşı karşıya gelişleri ve yaşananları göz önünde tutarak, ‘restleşmeyi’ karşı tarafa (ABD’ye) bırakan bir diplomatik taktik belirlemelerini beklerdim.
IŞİD’in ortaya çıkmasına vesile olmuş ABD’ye karşı.. IŞİD’le sınırlara sahip olduğu için onunla içte ve dışta savaşmak zorunda kalan Türkiye’nin restleşmesi.. anlamsız çünkü.
Bırakalım ABD kiminle ittifak kurmak istiyorsa kurarak IŞİD’le savaşsın; savaşın dışında kalmayı kendisi uygun görmüş Türkiye.. Washington ziyaretinde kırmızı çizgilerini daha belirgin biçimde ABD’ye aktararak.. bölgenin savaştan sonra alacağı biçimi belirlemede daha etkili hale gelsin…
Nedense bu tez tercih edilmedi, üzerinde hiç düşünülmedi bile…
Kritik geziler gerçekten ‘kritik’ olabiliyor
Şahsen ‘kritik’ sıfatı önceden yapıştırılmış pek çok devlet adamı ziyareti izledim; Ankara-İstanbul ve Washington’da… Bu sebeple, bugün iki liderin Washington’da yüz yüze yapacakları görüşme beni endişelendiriyor.
İzlediğim ‘kritik’ ziyaretlerden, bir tek, Turgut Özal’ın tasvibini aşırı biçimde muhataplarına belli ettiği Birinci Körfez Savaşı sonrası (1991) çıktığı ve sadece Beyaz Saray’da değil Camp David’te de âlâ-yı vâlâ ile ağırlandığı ziyaret gönül rahatlığı içerisinde geçmişti.
Özal, o ziyarete, “No aid, but trade” (“Sizden yardım istemiyoruz, ticaret istiyoruz”) sloganıyla gitmiş ve istediğinden fazlasını almıştı da.
Şimdi ise hayli endişeliyim. Zihnimde hep Adnan Menderes’in 1959 yılı Ekim ayında ABD’ye yaptığı ziyarette yaşananları taşıyorum da ondan…
Hayır, o ziyareti izleyen gazetecilerden biri değildim, ama dönemin muhalif gazetelerinden Ahmet Emin Yalman’ın Vatan gazetesinin muhabiri olarak resmi heyete katılan kıdemli meslektaşımız Orhan Karaveli’nin anılarında yazdıklarına güveniyorum.
Gezi sırasında Menderes, Karaveli’ye, hep “Düşmanım Vatan gazetesinin muhabiri” diye takılırmış…
Demek o zaman devleti yönetenler düşmanı mesabesinde gördükleri gazetecileri de yanlarında taşıyabiliyormuş… (İyi ki öyle yapıyorlarmış; sağlıklı tanıklıkları o sayede öğreniyoruz işte).
Orhan Karaveli’nin kitabı: ‘Görgü Tanığı – Bir Gazetecinin Sıradışı Anıları’..
Kronolojiye bakın
Menderes’in Washington’u ziyaretinden yalnızca iki ay sonra (6 Aralık) ABD Başkanı Dwight Eisenhower Türkiye’ye geldi.
Bu iki ziyaretten sadece altı ay sonra ise Türkiye’de arkasında ABD’nin bulunduğuna inanılan bir askeri darbe yaşandı (27 Mayıs 1960).
Yazının burasında Başbakan Adnan Menderes’in 1959 yılı sonlarında çıktığı ABD ziyaretinin Beyaz Saray bölümünü Orhan Karaveli’nin ‘Görgü Tanığı’ (Pergamon 2001, yeni baskısı Doğan Kitapları) adlı anı kitabından aktarayım:
“9 Ekim günü öğleden önce Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile birlikte Beyaz Ev’e gitmiş ve ‘önemli ziyaretçiler’ geldiğinde kapılara çıkan Eisenhower, yani bu tarihten kısa bir süre sonra Türkiye’ye geldiğinde, bizim abartılı ‘I love Ike’ pankartlarıyla sokaklara döküldüğümüz Amerika başkanı, Menderes’i giriş katındaki çalışma odalarından birinde kabul etmişti.
“Kolumdaki saate göre üç devlet adamı toputopu 25 dakika kadar konuşmuşlar ve biz, az sayıda gazeteci, resim çekmek üzere içeri alındığımızda Menderes’i, kolunun altında parlak bir kâğıda sarılmış imzalı ve kocaman bir Eisenhower fotoğrafıyla gülümsemeye çalışır durumda bulmuştuk. Hiç mutlu olmadığı yüzünden okunuyor ve resmen açıklamasa da gezisinin asıl amacı olduğu bilinen, güç durumdaki Türk ekonomisini düzlüğe çıkarmak için, hedeflediği 500-600 milyon dolarlık yeni bir yardım talebini başbakanın gündeme bile getiremediği anlaşılıyordu. (..) Beyaz Ev çıkışında Cadillac’ına binerken bana, ‘Sadece bir nezaket ziyareti idi!..’ demekle yetindi.”
Orhan Karaveli Türkiye’yi Washington’da temsil eden Büyükelçi Suat Hayri Ürgüplü’ye “Ne oluyor?” diye sorunca, Ürgüplü, ‘yazılmaması kaydı ile’ ona şunları söylemiş:
“Amerikalılar Menderes’i çoktan sildiler. Gözden çıkardılar onu! Değil 500-600 milyon dolarlık yeni bir yardım, 1 dolar bile vermemekte kararlılar. Biz bunu ‘hissettiğimizi’ kendisine ilettik. Belki o da her şeyin farkında, ama şansını deniyor. Ümidini büsbütün kestiği an Türkiye’nin dış politikasını değiştireceğinden hiç kuşkun olmasın.”
Elbette bugün Türkiye ABD’ye ‘rest’ çekebilecek duruma gelmiş bir ülke; o günden bugüne şartlar çok değişti. Tayyip Erdoğan da Adnan Menderes değil; yutkunarak konuşmayacağı biliniyor.
Yapılacak görüşmenin hayırlı sonuçlar doğurmasını diliyorum.
* Bu yazı Fehmikoru.com'da yayınlanmıştır