Fehmi Koru*
Şu günlerde ne zaman bir İngiliz gazetesine göz atsam veya BBC ve ITV kanallarının haberlerini izlesem, hep “Demokrasinin beşiği olarak bilinen, dünyanın yedi büyük ekonomisinden biri, ne kadar da bizim ülkemizi andırmaya başladı” düşüncesi zihnimi etkisi altına alıyor.
Başbakanlığı üstleneli henüz bir ayı bulmamış, o günlerin önemli bir bölümünü de Kraliçe’nin ölümü ardından başlayan ve günümüze kadar süren yas törenleri ile geçirmiş olan Liz Truss’ın ağzından şöyle bir cümle çıktığını işitsem hiç yadırgamayacağım:
“Dünyada, ortada herhangi bir savaş, çatışma, gerilim olmadığı, yani görünür hiçbir sebep bulunmadığı halde, açıkça ekonomisi mahvedilme tehdidiyle karşı karşıya kalan sanıyorum tek ülke biziz…”
Liz Truss önceki gün Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ağzından duyulan bu cümleye benzer bir çıkışta bulunmadı; ancak bu cümle onun da ağzına pekala yakışabilir.
Yakışabilir, çünkü ülkesinin ekonomisi bayağı kötü durumda.
Parası Sterlin bir zamanlar iki misline yakın bir değere sahip olduğu Dolar ile neredeyse eşitlenecek.
Hazine bakanı olarak atadığı boyunca ekonomi kitapları yazmış politikacı, konunun uzmanı bilinen neredeyse herkesin ağzını açık bırakan heterodoks türden bir politika tutturdu ve “Yapma” uyarılarına rağmen benimsediği vergi indirimi kararıyla zengini daha zengin eden bir yola girdi.
Ardından İngiliz ekonomisi deprem yemiş gibi sarsılmaya başladı.
Son seçimde Truss’ın partisinin ardından nal toplamış olan rakibi İşçi Partisi, kamuoyu yoklamalarına göre, iki hafta içerisinde oyunu tam 14 puan artırmış bulunuyor.
İşe bakın siz. Ne kadar ayran gönüllü bir milletmiş şu İngilizler…
Muhafazakar Parti ileri gelenleri, milletvekilleri, her seçimde partisine oy vermiş seçmenler, hep bir ağızdan, skandallarla mevkisini kaybetmiş Boris Johnson’u yeniden iş başına getirmenin yollarını aramaya başlamış…
Johnson ise tatilde, uygun zamanın gelmesini bekliyor.
Mail on Sunday gazetesi, başbakanlığa giden yolda Truss’ın rakibi olmuş Rishi Sunak taraftarı milletvekillerinin, bütçe görüşmeleri sırasında güven oyu vermeyerek, hükümeti düşürmeyi planladıklarını yazıyor.
Haberin başlığı, “Sunak’ı başbakan yapma komplosu”.
‘Komplo’ (plot) sözcüğünü kullanıyor gazete.
İşçi Partisi lideri Sir Keir Starmer ellerini ovuşturarak seçimin yenilenmesini bekliyor.
[Muhafazakar Parti destekçisi gazeteler İşçi Partisi ve lideri Sir Keir aleyhine kampanyayı şimdiden başlatmış durumda.]
Tekrar ediyorum: Bunların hepsi bir aydan kısa bir süre içerisinde oldu.
Yeni başbakan kendisini suçlayamayacağına göre suçlanacak bir yer bulmak zorunda.
“Dış güçler” onun da ağzına yakışır gibime geliyor.
Partisini destekleyen gazetede, yine dün, “Hangi dış güç?” sorusuna cevap teşkil edecek bir anekdotla karşılaştım.
Eski bir bakan, bir dostundan duyduğu şu olayı, gazetenin yazarı John Connell’e aktarmış: Bayağı yıllar önce, Joe Biden henüz ülkesinin başkan yardımcısı iken, ona, Sünniler ile Şia arasındaki farkı anlatıyormuş bakan. İngiliz bakanı dinleyen Biden, “Ha, anladım” demiş, “Birbirlerini sevmiyorlar yani; tıpkı benim İngilizleri sevmediğim gibi.” Ve eklemiş: “Ben İrlanda kökenliyim ya.”
Bu bilgileri, İngiltere başbakanının “Dış güçlerin komplosuna uğradım” dediğini işitirseniz şaşırmayın diye anlatıyorum.
Zihnim İngiltere ekonomisine ve o ülkenin politikasına takılı iken, bizim gazetelerde karşıma çıkan bir haberi de, bana yine orayı hatırlattığı için, daha bir dikkatle okudum.
AK Parti’nin öndegelenlerinden Binali Yıldırım’a, yapılacak ilk seçimde, partisinin ‘üç dönem kuralı’ yüzünden aday olamayacakların akıbeti sorulmuş. Üç dönem üst üste milletvekili olarak Meclis’te bulunmuş olanlara adaylık yasağı kuralı uygulanırsa 100 kadar milletvekili gelecek seçimde Meclis dışı kalıyor.
Binali Bey, “Üç dönem formulü gündemimizde yok” cevabını vermiş…
Haberde olmayan bir ayrıntıyı AK Parti ileri geleninin en son hangi görevde olduğunu araştırırken Wikipedia’dan öğrendim: Binali Yıldırım, Wikipedia’nın kendisi için oluşturulduğunu özellikle belirttiği, ‘1. Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) Aksakallılar Heyeti’ başkanı imiş şimdi…
Uygundur.
Nedense aklıma İngiltere’deki Lordlar Kamarası (House of Lords) sistemi geldi.
Seçimle gelinen ve kendisinden ‘Avam Kamarası’ diye söz edilen parlamentosu yanında, bir de şu anda 755 üyesi bulunan Lordlar Kamarası var İngiltere’de. Genellikle değişik unvanlara sahip asiller oranın üyesi. Asillerde üyelik baba ölünce büyük oğula geçerek 1200’lü yıllardan günümüze kadar gelmiş durumda. Son 60-70 yıldır, daha çok İşçi Partili hükümetler zamanında yapılan reformların sonucu olarak, üyelikleri ölünce sona eren asil olmayan kişiler de ‘lord’ unvanıyla oraya atanabiliyor.
İngilizlerin ‘aksakallıları’ işte onlar, lordlar…
1958 yılına kadar Lordlar Kamarası tamamen erkeklerden oluşuyordu. Lordun babası ölünce unvanı büyük erkek çocuğa geçtiği için. Ailede erkeklerden büyük bir abla olsa da, babanın yerine o değil, erkek kardeşi Lordlar Kamarası’na alınıyordu. Şimdi iki elin parmakları kadar atanmış kadın lord da (onlara ‘Baroness’ deniliyor galiba) bulunuyor.
“Acaba bizde de herhangi bir sebeple güncel siyasetin dışında kalan önemli isimler için böyle bir sistem oluşturulamaz mı?” diye düşünmedim değil.
Hani, ‘Aksakallılar Heyeti’ gibi bir kurum.
İçinde kimlerin yer alabileceğini bile isim isim düşündüğümü itiraf ederim.
Bize de İngiltere’deki gibi ‘Lordlar Kamarası’ türü bir şey yakışmaz mı?
O zaman ‘üç dönem kuralı’ türü kısıtlamalar kimseyi incitmez.
Konuyu açtığım bir dostum beni yine İngiltere’den bir haberle uyardı.
Meğer, İşçi Partisi’nin geçen hafta yapılan ‘iktidara doğru seçim kurultayı’nda, partinin lideri Sir Keir, hükümeti kurma görevini aldıktan hemen sonra, kolları sıvar sıvamaz, ilk iş olarak, Lordlar Kamarası’nı lağvedeceklerini açıklamış.
Demokrasiye uygun bulmadıkları için…
[Bizde de dün akşam altı muhalefet partisi lideri masada buluştu ve ardından seçimden kazanarak çıkarlarsa ‘başkanlık sistemi’ni lağvedeceklerini bir kez daha duyurdu.]
Haydi bakalım.
Orada kaldırılacak bir kurumun benzerini burası için uygun bulduğumu yazsam gülünç olurum herhalde.
[İyi de, öyle bir heyet -hem de daha geniş bir coğrafyayı içine alacak biçimde- sessiz sedasız oluşturulmuş işte.]
Neme lazım, ben böyle bir şeyi düşünmediğimi söyleyeyim, sizler de benden duymamış olun.
Hep beraber, Liz Truss’tan ‘dış güçler’ suçlaması bekleyelim ama.
*Bu yazı fehmikoru.com adresinden aynen alınmıştır.