Gündem

Fehmi Koru: Her sabah ‘deja vu’ hissiyle uyanmak, aynı filmi kim bilir kaçıncı kez izleme işkencesine katlanmak

Çizim: Paul Thomas

03 Ekim 2020 10:36

Fehmi Koru*

Deyim Fransızca olsa bile her dilin okumuş-yazmışları işittiğinde ne anlama geldiğini bilir ‘deja vu’nün…

Aynı anlama gelen bizde de bir deyim var; “Biz bu filmi daha önce izlemiştik” diyoruz…

İster Fransızca düşünün ister Türkçe, hayatımızın önemli bir bölümünün -hatta bütününün- bize o deyimleri hatırlatacak tekrarlarla geçtiğini düşünmeden edemeyeceksiniz.

Kendi hesabıma siyaseti izlerken ister istemez bu hisse kapılıyorum.

Rakamlarla oynanarak gerçeklerin gizlendiği ithamlarına maruz kaldığında, bir bakanın, “Tamam bunu yaptık da sorun bakalım neden yaptık?” tadında kullanıverdiği ‘ulusal çıkar’ gerekçesi sözgelimi; bana hiç mi hiç yabancı gelmiyor.

Hayatımın neredeyse bütününde devletin en büyük hassasiyeti ‘ulusal çıkar’ konusunda gösterdiğini, itiraz etmem gereken bir ortamla ne zaman karşılaşsam ben ve benim gibi düşünenlerin ‘ulusal çıkar’ gerekçesi hatırlatılarak susturulduğunu hatırlıyorum.

Otomatiğe bağlanmış gibi, bazen de o gerekçe hiç telaffuz edilmese bile, bizler de çoğu kez kendiliğimizden “Herhalde bu da devletin ulusal çıkar faslından bir tasarruftur” diye düşünüp suskunluğa bürünmüşüzdür.

Devlet adına her yapılan yanlış ‘ulusal çıkar’ hesabıyla yapılmıştır bizim ülkemizde…
Askeri müdahaleler, darbeler bile…

‘Ulusal çıkar’ gerekçesiyle darbe yapılıyor, parti kapatılıyor

Her askeri müdahale sonrasında sıcağı sıcağı yapılmış açıklamalara bir de bu gözle bakın, ne demek istediğimi anlayacaksınız. Geçmişin müdahalelerini unutmuşsanız bile, üzerinden henüz birkaç yıl geçtiği ve sonrasında yaşananlar etkisini sürdürmeye devam ettiği için, 15 Temmuz hain darbe girişimi akşamı TV ekranından zorla okutulan ‘Yurtta sulh bildirisi’ni hatırlayabilirsiniz.

Bildirinin her satırı ‘ulusal çıkar’ gerekçesini gözlere sokmaya çalışıyordu.

‘Ulusal çıkar’ ileri sürülerek sürekli partiler kapatıldı bu ülkede.

Cumhuriyeti kuranların kurduğu CHP bile 12 Eylül darbecileri tarafından aynı gerekçeyle kapatılmıştı.

Milli Nizam Partisi’nden (MNP) başlayarak MSP, Refah ve Fazilet Partisi’ne kadar uzanan Necmettin Erbakan’ın kurduğu/kurdurduğu partilerin Anayasa Mahkemesi tarafından verilmiş kapatılma kararlarına bu açıdan bakabilirsiniz.

Erbakan Hoca’nın seçimden birinci çıkmış partisinin ortak bulunduğunda iktidar olma demokratik hakkını ancak bir yıl kullanabildiğini biliyoruz.

Milli Güvenlik Kurulu’nu devreye sokarak hükümeti köşeye sıkıştıran, hükümet ortağı partinin kadroları üzerinden siyasi mühendislik gerçekleştiren 28 Şubat taifesi (1997), sözcüleri aracılığıyla, ulusun çıkarını düşünerek bu yola başvurduklarını açıklıyorlardı.

Susurluk’ta meydana gelen bir kaza sonrasında ortalığa saçılan ‘devlet içinde devlet’ görüntüsü, bir başbakanın dudaklarından dökülen “Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir” sözü, yüzlerce insanın faili meçhul cinayetlerde hayatını kaybetmesi, bir o kadar insanın beyaz Renault araçlarla kaçırılıp akıbetlerinin bilinmediği bir kaybedilmeye uğratılması, 1960 sonrası bir din büyüğünün cesedine uygun görülen muamele gibi sonraları başkalarının cesetlerinin de helikopterlerden atıldığının öğrenilmesi, bütün bunlar, hep devlet adına hareket eden birilerinin ‘ulusal çıkar’ gerekçelerinin sonuçlarıdır.

Bir darbe sonrasında başbakan, iki bakan idam edildi bu ülkede. Neden? Açın, Yassıada’da kurulu mahkemede idam cezalarını veren heyetin gerekçelerini, onların kararlarını üç siyaset adamı için onaylayan Milli Birlik Komitesi’ni oluşturan askerlerin gerekçeleriyle birlikte okuyun, hepsinin sığındığı bahanenin ‘ulusal çıkar’ olduğunu görebileceksiniz.

İdam sehpaları kurulup ‘bir sağdan bir soldan’ ilkesiyle gencecik insanlar ölüme gönderilirken de aynı hesap geçerliydi. ‘Soldan biri idam edildiyse bir de sağdan biri idam edilmeli’ ilkesi yürüsün diye çocuk yaşta birinin kemik testi yaptırılarak idam edildiğini de gördü bu ülke.

Yine aynı gerekçeyle.

En son, Meclis’in cumhurbaşkanı seçme hakkı adayın eşinin başının örtülü olması yüzünden engellenmek istendiğinde (2007) işitmiştik o gerekçeyi. Ardından anayasa değiştirilip halktan güçlü bir destek almayla sonuçlanacak bir seçime gidildi de, o olayda işlevsiz bırakılan gerekçenin bütünüyle ortadan kalktığı hayaline kapılındı.

Filmin yeniden tekrarı

Hayalin ham hayal olduğu şimdilerde iyice ortaya çıktı.

İdam cezası en son 1984 yılında uygulanmıştı bu ülkede; Avrupa Birliği’ne girebilme ihtimaliyle birlikte 2004 yılında ceza sisteminden idam çıkartılmıştı.

Şimdi idamın yeniden getirilmesi isteniyor.

Cesetlerin helikopterlerden atıldığı, insanların kaybettirildiği iddiaları gündemde.

Anayasa değiştirilip parti kapatma neredeyse imkansız hale getirildiği halde, birileri, ısrarla HDP’nin kapatılması gerektiğini tartıştırıyor.

İdam cezasının geri gelmesi adi suç işleyenler için istenmiyor herhalde; akıllarda siyasiler olduğu çok belli.

Ben de bu tartışma gündemine bakıp bilinçli hale geldiğim -o yıl 10 yaşındaydım- 1960 sonrasından itibaren geçen hayatımın bütününde yaşadıklarımın, bir aralar “Artık bunları geride bıraktık” noktasına geldiğimiz halde hem de, günümüzde yeniden canlandırıldığını görüp o hisse kapılıyorum.

“Deja vu” veya “Ben bu filmi daha önce hem de defalarca görmüştüm” hissine…

O hisse kapılmamı sağlayan da, geçmişte olduğu gibi bugün de bütün yapılanlar için ‘ulusal çıkar’ gerekçesinin kullanılması…

‘Ulusal çıkar’ ile kastedilen neyse işte ona en büyük zarar, ‘ulusal çıkar’ gerekçesinin uluorta kullanılmasıyla veriliyor oysa.

Yazık, yazık, yazık…


*Bu yazı fehmikoru.com'dan alınmıştır.