Fehmi Koru*
Milyon dolarlık hakaret davaları… Yayınları beğenilmeyen bağımsız yayın kuruluşlarının boğazını sıkmakla sonuçlanacak yaptırımlar… Henüz o noktaya varmadı, ancak bundan bir adım ötesi, gecenin bir vakti gazetecileri evlerinde derdest edip gözaltına aldırmadır…
Yukarıdaki paragrafta son cümleyi okuduğunuzda sözünü ettiğim ülkenin Türkiye olmadığını anlamışsınızdır.
O ülke Amerika.
ABD başkanı Donald Trump bir hafta içerisinde önce New York Times (NYT) sonra da Washington Post (WP) aleyhine tazminat davaları açtı. Bağımsızlığını koruyabilsin diye federal hükümetten maddi yardım aktarılan NPR radyosuna verilen fonu da kesme kararı aldı.
Seçilmesinden önce başlayarak belli başlı yayın kuruluşlarını, NYT ve WP gibi gazeteleri, CNN gibi TV kanallarını hedef alan açıklamalar yaptığı çok oldu, Twitter üzerinden tehditler de savurdu Trump; ancak ilk kez, hem de seçime giderken, yüksek meblağlı ceza davaları açıyor…
İşin ilginç tarafı şu: Gazetelerde çıkan yorum yazıları aleyhine davalar şimdi açılıyor, ancak davalara konu olan yazıların tarihleri eski. Neredeyse bir yıl önce yayımlanmış yazılar hakkında davalar şimdi açılıyor.
Trump kendisine avukat olarak da medyaya yönelik davalarda ağır maddi cezalar alınmasını sağlamış birini tutmuş. Avukat Charles Harder, ünlü isimler hakkında dedikodu haberleri yayımlayan bir internet sitesi olan Gawker aleyhine bir Hollywood starının açtığı davanın da avukatıydı ve almayı başardığı yüklü tazminatla sitenin yayınına devam etmesini imkansız hale getirmişti.
First Lady Melania Trump’ın rahatsız olduğu bir haberin peşine düşüp İngiltere’de çıkan Daily Mail gazetesinden de yüklü bir tazminat koparmayı başarmıştı avukat Harder…
Şimdi de ABD’nin öndegelen iki gazetesine takmış görünüyor. Bir dava NYT’ye, iki dava da WP’ye açıldı.
Dünyada liderler birbirlerini yakın takip altında tutuyor ve birinin yapıp sonuç aldığını gördükleri bazı uygulamaları diğerleri de uyarlıyorlar. Eskiden takip ve taklit edilen ülke ABD’ydi, Trump’la birlikte ABD başka ülkeleri takip ve taklit etmeye başladı.
Çeşitli temel ölçüleri dikkate alarak her yıl ülkelerin özgürlükçü olup olmadıklarını belirleyip raporlaştıran bağımsız bir kurum var ABD’de; Freedom House (FH).
FH’nin bu hafta açıklanan son (2020) raporunda hızla gerilere doğru yol almaya başlamış iki ülkeye dikkat çekiliyor: Biri Hindistan, diğeri de ABD bu ülkelerin… Raporda ABD hala ‘özgür ülkeler’ arasında yer alıyor, ama böyle giderse ‘yarı özgür ülkeler’ arasına düşebileceği de belli.
[Türkiye aynı haritada maalesef ‘özgür olmayan ülkeler’ arasında.]
NYT’ın hakkında tazminat davası açılan Pulitzer ödüllü (1972) yazarı Max Frankel gazetenin bayağı eski bir tarihte yayın yönetmeniydi. Frankel 1930 doğumlu, yani bu yıl 90 yaşında. Richard Nixon Watergate skandalı sonrası istifayla görevini bırakınca yerine başkanlık koltuğuna oturan Gerald Ford’a seçim kampanyası sırasında sorduğu, adayın cehaletini sergilemesine yol açan dikenli soruyla yeniden başkan seçilmesini engelleyen gazeteci olmak gibi bir şöhreti de var Frankel’in…
Trump ile Rusya arasındaki ilişkileri irdelediği geçen yıl yayımlanmış yazısı yüzünden 90 yaşında mahkemede hesap verecek.
Görevdeki bir başkanın gazetelere dava açmasının pek görülmediği bir ülkede bir hafta içerisinde iki önemli gazete aleyhine açtığı davalarla Trump yeni bir çığıra imza atmış bulunuyor.
ABD’de kamuoyunun merak ettiği kişilerin ‘yalan haber’ iddiasıyla hakaret davası açıp sonuç alabilmesi için iki temel ölçü var. Yayıncının haberin veya yorum yazısında kullanılan argümanın ‘yalan’ olduğunu bile bile yayını yapması veya yanlış olduğundan kuşkulandığı halde yine de haberi veya yorumu yayınlaması…
Hukukçular bu iki özelliğin ispatlanmasının imkansız olduğunda birleştikleri için politikacılar tarafından medya aleyhine ya dava açılmıyordu ya da açılsa bile sonuç alınamıyordu.
Yeni davaların sonucu bakalım ne olacak?
Bir de NPR olayı var.
NPR, patronların siyasi eğilimlerinden etkilenmesin, bağımsızlığını her zaman koruyabilsin diye federal hükümet tarafından da desteklenen bir radyo. Radyonun yayınlarını beğenen dinleyiciler de maddi destekte buluyorlar ama gelirleri içerisinde devlet yardımı önemli bir yer tutuyor.
Trump son açıklanan bütçe planı içerisinden NPR’a destek fonunu çıkarttı.
[Bağımsızlığını korumak üzere izleyici desteğiyle yayın yapmakta olan bir de TV kanalı var ABD’de: PBS. Onu izleyicileri yanında çeşitli vakıflar da destekliyor.]
Ağır tazminat davalarına muhatap edilen gazeteler ve bağımsızlıklarını koruyabilsinler diye yayınlarını kamu fonlarından yararlanarak yapmakta olan kurumların desteksiz bırakılması…
Ülkenin önemli yerel gazeteleri Miami Herald ve Kansas City Star’ı da bünyesinde bulunduran McClatchy medya grubunun iflasını ilan ettiği bir dönemde yaşanıyor bu olaylar…
Evet bunlar, 2020 yılında, Trump’ın ikinci dönem başkanlığa doğru yol aldığı günlerde, ABD’de oluyor… [Medyayı sindirip seçim kampanyasında yapılabilecek aleyhte yayınları engelleme çabası mı?]
Bunun bir adım ötesinin ne olduğunu biliyoruz. Eskiden, basına karşı yanlış uygulamalar görüldüğünde, pek çok ülkedeki meslek örgütleri, “Demokratik ülkelerde böyle şeyler olmaz; bakın Amerika’ya” derler ve bazen sonuç da alırlardı. Şimdi tersi bir durum var; yanlışlar yapılan ülkelerde, birileri, “Bakın ABD’de de oluyor” demeye başladılar.
ABD bu alanda da ‘örnek ülke’ olmaktan uzaklaştı.
Dünyamız bir yöne doğru gidiyor, ama bu hiç de iyi bir yön değil.
*Bu yazı fehmikoru.com'dan alınmıştır.