Fehmi Koru*
AK Parti kurucusu.. AK Parti hükümetinin ilk başbakanı.. AK Partili ilk cumhurbaşkanı.. uzun yıllar AK Parti dış politikasını belirleyip uygulayan dışişleri bakanı Abdullah Gül.. dün öğle saatlerinde.. şu açıklamayı yaptı:
“Gazetecilerin her zaman tutuksuz yargılanmasının doğru olduğunu söylemişimdir. Şimdi de gazetecilerin tutuksuz yargılanmasının daha doğru olacağını düşünüyorum.”
Cumhuriyet gazetesinin yönetici ve yazarlarını yargılayan mahkeme, akşam saatlerinde, beşi dışındaki sanıkların tutukluluk haline son verdi.
Keşke hepsini tutuksuz yargılanmak üzere serbest bıraksaydı.
Gazeteci ve yazarlara imtiyaz
Önce bir kanaatimi kayda geçirmek isterim: Ben tutuksuz yargılanma kuralının yalnızca gazetecilere uygulanmasını isteyenlerden değilim; delil karatma ve kaçma ihtimali bulunmayan herkes bu kuraldan yararlanmalı.
Gazeteciler ve yazarlar ise yazdıkları veya açıkladıkları görüşler yüzünden yargılanmamalı; başka sebeplerle yargılanacaklarsa, delilleri karartıp karartmayacağına, kaçma ihtimali bulunup bulunmadığına bakılmadan tutuksuz yargılanmalı…
Karartılacak delil ne olabilir ki yazı erbabı için? Bırakın, kendisini kabul edecek bir ülke bulabiliyorsa, kaçacaksa da kaçsın…
Yazarak görüşlerini kitlelerle paylaşan kişilerden kimseye zarar gelmez. Görüşlerin ifadesini sınırlayan, insanlarını söyleyip yazmaktan uzak tutan bir ülkenin kendisi zarardadır.
Cumhuriyet gazetesi mensuplarının çoğunun tutukluluk haline son veren kararın sahibi mahkeme heyeti, kararında, 11. Cumhurbaşkanı Gül’ün açıklamasından etkilenmişse, şimdilerde devletin önemli koltuklarında oturan şahsiyetlerin de aynı türden açıklamalar yapmalarında yarar var.
Yarar var; çünkü Türkiye’yi –ve tabii iktidarı da– dünya-âlem gözünde ‘kusurlu’ muamelesine maruz bırakan, düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğü konusunda ‘özürlü bir ülke’ olduğumuz kanaatidir.
O kanaat de ülkenin gazetecilerine ve yazarlarına davranışıyla oluşuyor.
Bizde yanlış anlaşılan bir nokta da, “Gazeteciler tutuklu yargılanmasın” tavsiyesinin belli bir meslek grubunu koruma ve kollama olarak yorumlanmasıdır.
“Gazetecilerin imtiyazı mı var?” sorusunu soranlar çıkabiliyor.
Evet, gazetecilerin imtiyazı var. Sadece Türkiye’de değil, demokratik olma iddiası bulunan her ülkede.
İmtiyaz, gazetecilik mesleğinin özelliğinden kaynaklanıyor.
Gazeteci veya görüş sahibi olup düşüncelerini kitlelerle paylaşanlar, başka insanların ‘haber alma özgürlüğü’nü ve toplumsal bilince yardımcı olacak yorumların yapılabilmesini sağlıyor.
ABD, Avrupa, biz ve ben
Bunun özgürce yerine getirilemediği bir ülkenin ‘demokratik’ sayılmadığı bir dünyada yaşıyoruz. ABD bu genişlikte bir özgürlüğü anayasasına ilk değişikliği yaptığı 1791 yılından beri sağlıyor. Avrupa ülkeleri de, Fransız ihtilâli sonrasında (1789), gelişmişliklerine göre, bu yolda yasalar çıkardılar.
Türkiye de, İkinci Meşrutiyet’le (1908) birlikte, o yolda mütereddit de olsa adımlar atmakta.
En ciddi adım da, AK Parti’nin iktidara gelir gelmez üzerinde çalıştığı, meslek örgütleriyle dirsek teması halinde hazırladığı 5680 sayılı yeni ‘Basın Kanunu’ ile atılmıştı (2003).
En tepedeki fotoğrafa bakın: 2000’li yılların başında, ben de, Terörle Mücadele Kanunu’nun 312. maddesini ihlâlden Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılanmıştım; Meclis o maddede radikal bir tanım değişikliği gerçekleştirmeydi muhtemelen ceza da alacaktım.
15 yıl kadar hapis cezası…
Meclis yasada değişiklik yaptı, davanın savcısının yerine yenisi geldi ve mahkeme heyeti de yeni savcının talebine uyarak beni beraat ettirdi.
Bütün yargılama süreci boyunca serbesttim; tutuksuz yargılandım.
Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılandığım halde…
Henüz daha AK Parti kurulmamış ve 28 Şubat’ın şartları devam ediyor iken…
Necip Fazıl’ı ‘Üstad’ bilenler…
Türkiye, İkinci Meşrutiyet’in ilânının ertesi günü fiili bir durumla sansürün işlevsiz bırakılması sonrasında, başka ülkelere bakarak, basın özgürlüğünü önemsemeye başladı. Buna rağmen, Türk basın tarihi, 2000’li yıllara kadar, pek çok olumsuz örnekle doludur.
Cezaevinde yazılmış şiirler, cezaevinde kotarılmış romanlar edebiyatımız bile vardır.
Üstad’ın mahkeme savunmaları..
Şairliği yanında döneminde ‘tehlikeli’ sayılan görüşleri de bulunan Necip Fazıl Kısakürek hayatının en verimli olabilecek dönemlerini demir parmaklıklar arkasında geçirmedi mi?
Necip Fazıl, bir Fransız ansiklopedisinin kendisinden, “Öğrenim hayatından daha uzun süre hapiste yatmış olan fikir adamı” diye söz ettiğini sıkça hatırlatır, bundan buruk bir iftihar duyardı.
Üstad’ın ikide bir önüne çıkarıldığı mahkemelerde kendisini savunurken yaptığı konuşmalar, kendisi tarafından, ‘Müdafaalarım’ adıyla kitap haline de getirilmiştir.
Örneği Necip Fazıl’dan vermemin sebebini herhalde anlamışsınızdır: Necip Fazıl, iktidarın önemli isimlerinin kendisini ‘Üstad’ olarak tanımladıkları fikir adamıdır. Zamanında Üstad’a reva görülen muameleyi hatırlamaları bile yeterli.
25 Mayıs 1983 tarihinde vefat etti Üstad; gözleri neredeyse görmez hale gelmişti ve gazetede çıkan bir yazısı yüzünden hapis cezası almış, yaşlılığı mazeretiyle cezası ertelenebilecekken, dönemin askeri yönetimi, kendisinin başvurusunu reddetmişti.
Vefat etmeseydi yeniden hapishaneye düşecekti Necip Fazıl…
Türkiye o günleri geride bıraktı.
Bütünüyle geride bırakmalı.
Gazeteciler yazıları ve fikirleri yüzünden yargılanmamalı; başka bir sebeple yargılanmaları gerekiyorsa da tutuksuz yargılanmalı.
*Bu yazı ilk kez fehmikoru.com'da yayımlanmıştır.