Fehmi Koru*
Her siyasi davranışın arkasında makul bir sebep aramak gerekmeyebilir, ama şu sıralarda tanığı olduğumuz gelişmelerin fazla zorlanmadan farkına varılabilecek bir sebebi bulunuyor: Eğer öyle bir niyeti varsa Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığına yeniden adaylığını koymasını engellemek…
AK Parti genel başkanı sıfatını da taşıyan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ‘‘Gül’ü hedef alıyor’’ diye yorumlanan çıkışları ile MHP lideri Devlet Bahçeli’nin açıkça aynı hedefe yönelik sözlerinin amacı bu.
Gül aday olmasın ve bunu daha sonraya bırakmadan, derhal, hemen, şimdi açıklasın…
İttifak var ve ittifak var
Siyaset aslında ittifaklar üzerine oturur. Hemen her konuda bütünüyle tıpatıp aynı düşünen iki kişi bile olamayacağına göre, insanlar partilerin etrafında bilinçli veya bilinçsiz olarak, başkalarıyla ittifak etme düşüncesiyle toplaşırlar.
Kişiler arasında ittifaklar olabildiği gibi partiler arasında da ittifaklar kurulabilir.
Bazen iki veya daha çok sayıda parti seçim öncesinde oluştururlar ittifaklarını ve başarılı olurlarsa hükümeti birlikte kuracaklarının mesajını seçmene çok önceden verirler. Bazen ittifak yüksek barajlı ülkelerde seçim barajını aşabilmek için de kurulabilir. Bazı durumlarda ise, her partinin ayrı ayrı girdiği seçimden tek bir partinin iktidarı sonucu alınamazsa, iki veya daha çok sayıda partinin birlikteliğiyle hükümet kurma zorunluluğu doğar.
Her bir seçeneğin dünyada ve bizim demokrasi serüvenimizde örnekleri vardır.
MHP’nin 22 ay sonra yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimi için stratejisini belirleyerek daha şimdiden adayını açıklaması ve AK Parti ile kurmayı düşündüğü seçim ittifakının şartlarını konuşmak istemesi ise pek alışılmış bir durum değildir.
Alışılmış olmamakla birlikte üzerinde durulduğunda anlaşılabilir bir durumdur.
Dün burada ne anladığımın ilk açılımını okurlarla paylaşmıştım: MHP AK Partili günümüz ortamında kendini iktidar olarak görüyor ve bunun devamını sağlamak için kendini geri plana itme fedakârlığını bile göze alabiliyor.
Yeter ki, AK Parti, şimdilerde kendini tanımladığı biçimde kalmayı sürdürsün; MHP için —hiç değilse Devlet Bahçeli için— bu, MHP’nin parti olarak başarısından daha önemli…
Adını ‘yerli ve milli’ koydukları bir politik çizgi bu ve ‘bütün dünyaya karşı biz’ diye özetlenebilecek uluslararası bir boyutu da var.
İlk bakışta garip gelse de tarafların pozisyonlarına bakıldığında sislerin dağıldığı görülebiliyor.
Devlet Bahçeli ve hamleleri
Bu noktaya MHP liderinin akılcı hamleleriyle gelindi.
Devlet Bahçeli AK Parti’ye ve iktidarda yapmak istediklerine ölesiye denilebilecek bir şiddette karşıydı; iktidarın neredeyse ilk 15 yılı boyunca, en yıpratıcı muhalif çıkışlar, MHP’den ve Bahçeli’den yükseldi.
Ta ki 15 Temmuz (2016) hain darbe girişimine kadar…
Girişimi ikili ilişkilerin dönüm noktası olarak görebiliriz.
Hemen ardından ilk hamle, daha önce yine ölesiye şiddetinde karşı çıktığı ‘başkanlık sistemi’ konusunda işbirliği teklifi olarak Bahçeli’den geldi: ‘‘Sistemle ilgili teklifinizi, adını ‘cumhurbaşkanlığı sistemi’ olarak belirlemek şartıyla, Meclis’e getirin, destekleyelim…’’
MHP’nin desteği anayasa değişikliğinin 16 Nisan’da halk tarafından kabulünden sonra da devam ediyor.
Bahçeli’nin ‘‘Cumhurbaşkanlığı seçiminde adayımız Tayyip Erdoğan’’ açıklamasının bu sebeplerle şaşırtıcı bir yönü yok.
MHP lideri AK Parti’nin iktidarda kalmasını ve Tayyip Erdoğan’ın referandumla kabul edilmiş yetkilerle mücehhez başkanlığı üstlenmesini kendi partisinin yapılacak ilk seçimde başarısız kalması pahasına arzu ediyor.
Belki bu yolun partisine seçimde başarı getireceğini de umuyor olabilir; özellikle İYİ Parti’nin varlığı düşünüldüğünde…
İstediği türden bir ittifakın şartları sağlanabilirse, MHP, Meclis’te yine bir grupla temsil edilebilir de; neden olmasın?
Siyasetin matematiği
Tek sorun, siyasetin matematiksel kesinlikle başı hoş olmayan doğasıdır.
Matematikte ‘2+2’ her zaman ‘4’ ettiği halde, siyaset her zaman aynı sonucu vermiyor.
Evdeki hesap çoğu kez çarşıya uymuyor siyasette.
AK Parti ile MHP’ye farklı gerekçelerle katılmış olan kişiler ve onların içinde yer aldığı kitleler, tepede meydana gelen buluşma ve anlaşmayı liderler gibi içselleştirebilirlerse elbette sorun çıkmayabilir; ancak ya o kişiler ve kitleler bu ‘kutlu yürüyüşü’ o yürüyüşü başlatanlar kadar benimsemeye hazır değillerse ne olacak?
Daha da önemlisi, bu birliktelik görüntüsüyle etkilenmesi ve —verdiği bir karar varsa— onu değiştirmesi beklenen rakip/ler ‘‘Yola devam’’ derlerse?
Ya ‘yerli ve milli duruşa’ daha uygun birliktelikler oluşursa?
Elbette bunlar, herbiri birden fazla kişiyi ve onların içinde yer aldıkları kitleyi ilgilendirdiği için, bugün cevaplanabilecek sorular değil.
Şimdi oluştuğu görülen AK Parti-MHP cephesinin hesaplarına uygun da gelişebilir siyaset…
Peki, ya farklı gelişirse?
Görüyorsunuz, sorular bitmiyor.
*Bu yazı ilk kez fehmikoru.com'da yayımlanmıştır.