Fehmi Koru*
Suudi Arabistan İstanbul Başkonsolosluğu’nun muhalif gazeteci Cemal Kaşıkçı‘nın iki hafta önce girdiği ve bir daha çıkmadığı binasının kapılarının bir ortak araştırma grubuna açıldığı dün, nihayet makul bir senaryo da Amerikan medyasına ulaştı.
Kaşıkçı‘ya işkence yapıldığı, Suudi Arabistan’dan bu amaçla gelen iki uçak dolusu infaz timi tarafından cesedinin parçalara ayrılarak çantalara doldurulduğu, bütün bunların gazetecinin kolundaki akıllı saat sayesinde kayda alındığı senaryolarından sonra, CNN, dünyanın dört bir tarafından yükselen “Gazeteciye ne oldu?” sorusuna Suudi Arabistan’ın şu cevabı vermeye hazırlandığını duyurdu:
Kaşıkçı ikinci kez girdiğinde Başkonsoloslukta alıkonularak sorguya alınmış, bu sırada hayatını kaybetmiş… Raporda, bunu yapanların icraatlarını önceden üstlerine haber vermediği, merkezden talimat almadan böyle bir işe kalkıştıkları ayrıntısı da yer alacakmış…
Diğer senaryolarla mukayese edildiğinde bu senaryo daha makul duruyor.
Tabii, yine de bina ve eklerindeki titizlikle sürdürüldüğü anlaşılan forensik araştırmanın sonucunu da beklemek gerekiyor.
Araştırmanın sonucu ne olursa olsun, hatta makul bir açıklama eşliğinde sorumluları cezalandırma yoluna da gidilecek olsa, Suudlular bu defa da kendilerini zor duruma düşürmüş durumdalar.
1987’de Mekke’de ne oldu?
“Bu defa da” derken, uzun yıllar önceki, Suudi Arabistan’ın ne yapacağını o zaman da bilemediği görüntüsünü verdiği, bir başka vahim olayı hatırlıyorum.
1987 hac mevsiminde (31 Temmuz 1987 günü) meydana gelmiş ve pek çok insanın hayatını kaybetmesine yol açmış olan kanlı olayı…
O yıllar İran’da 1979 yılında gerçekleşmiş ‘İslam devrimi’nin etkilerini hissettirdiği yıllardı. İranlı hacılar haccı vesile ederek kutsal mekanlara yakın yerlerde Amerika ve İsrail’i tel’in eden protesto gösterileri yapmaktaydı. O yıla kadar eylemler barışçı havada geçmiş, bu sebeple İranlı olmayan hacıların da katılımıyla her geçen yıl gösterilerin kalabalığı artmıştı.
Suudlular buna bir son vermeyi kafaya koymuş olmalılar ki, o yıl, protestolara imkan tanımamak üzere özel güvenlik kuvvetlerini gösteri mahalline sürdüler.
Çıkan çatışmalar korkunç sonuçlar doğurdu: Resmi rakamlara göre, 275’i İranlı olmak üzere çeşitli ülkelerden 317 hacı ile 85 Suud güvenlik görevlisi olaylarda hayatını kaybetti. Hem de her türlü çatışmanın dinen yasak olduğu, huzur ve güvenin bozulmasının hac ibadetini de sakatladığı kutsal mekanlarda…
Suudlular İslam Dünyası’nda kopan aleyhte fırtına ortamında ne yapacaklarını o zaman da bilemediler.
Kaşıkçı olayında gerçeğin itirafını daha şimdiden iki haftayı aşan uzun sürede bir türlü yapamadıkları gibi, 1987 hac mevsiminde yaşananlarla ilgili gerçekleri de, hayli zaman sonra kabul edip medyayla paylaşabildi Suud yönetimi.
O zamana kadar, Suudi Arabistan adına konuşanlar (sözgelimi ülkenin Washington’daki büyükelçisi Bandar bin Sultan), İranlı hacıları olaylardan sorumlu tutan, kendi güvenlik güçlerinin tek bir kurşun bile atmadığını ileri süren doğruluktan uzak açıklamalarla kamuoyu oluşturmaya çalışırken, İran devleti güvenilir isimleri ülkelerine davet edip olaylarda hayatını kaybetmiş olanların kurşun yağmuruna tutulmuş cesetlerini gösterdiler.
Propaganda savaşında ağır yara aldı Suudi Arabistan o olay sonrasında…
Suudluların karşı-propaganda atağı neden sonra geldiğinde iş işten çoktan geçmişti.
Olayın İran ve Suudi Arabistan versiyonlarını yetkililerinin ağzından ilgili ülkelerde dinleyerek kaleme aldığım yazı dizisi, aynı yılın sonunda ‘Mekke’de Ne Oldu’ adıyla Beyan Yayınları tarafından kitap halinde yayınlandı.
[‘Mekke’de Ne Oldu’ kitabımla ilgili hoş bir anım da var: Yıllar sonra bir uluslararası haber ajansının Ukrayna doğumlu Roma muhabiri Yaroslav Trofimov telefonla bana ulaşarak, kendisinin Mekke olayı ile ilgili bir kitap üzerinde çalıştığını, benim kitabımdan da bu sırada haberdar olduğunu söyledikten sonra, Türkiye’ye gelse görüşmemizin mümkün olup olmayacağını sordu. Nitekim geldi de. Yaroslav’la karşı karşıya oturduğumuz gün, daha konuşmanın başında, onun ilgilendiği ‘Mekke Olayı’nın benimkinden farklı olduğu ortaya çıktı. Onun ‘The Siege of Mecca’ adıyla kitaplaşan araştırması 1979’da meydana gelen başka bir olayla, Suud yönetimini beğenmeyen bir Vahhabi grubun kalkışmasıyla (1979) ilgiliydi. O kadar yolu boşuna tepmiş oldu Yaroslav Trofimov.
Bu arada kitabımı boşuna kitapçı raflarında aramayın; bende tek nüsha kalmayan kitabı yabancı konuğuma verebilmem için Beyan Yayınları sahibi Ali Kemal Temizer’in imdadıma yetişmesi gerekmişti.]
Cemal Kaşıkçı‘nın başına ne geldiğini bütün gerçeğiyle öğrendiğimizde de Suudlular için iş işten geçmiş olacak gibi…
"Cemal Kaşıkçı olayı üzerindeki sis dağılırken… Ben yıllar önceki başka bir olayı hatırladım…" başlıklı yazı 'fehmikoru.com'dan alınmıştır.