Fehmi Koru*
‘FETÖ’nün medya ayağı’ davasında dün savunma sırası gazeteci Ahmet Altan’daydı; bir kitap çapında uzun savunma hazırlamış, onu okudu Ahmet Altan. Savcının hazırladığı iddianamede yer alan iddiaları teker teker cevapladığı bir savunma.
Savunması babası Çetin Altan’ı hatırlattı.
Aynı davadan yargılanan kardeşi Prof. Mehmet Altan da, bir gün önce yaptığı savunmada, “Ben Çetin Altan’ın oğluyum” demişti, meydan okuyarak…
Çetin Altan’ın, yargılandığı bir davada, savcıya dönerek, “Sizin benden yüksekte oturmanız bir marangoz hatasıdır” dediği biliniyor.
O eda Ahmet Altan’ın savunmasında da kendini hissettiriyor.
Savunmasında ele alınmayı hak eden pek çok bölüm var da, Ahmet Altan’ın üzerinde durduğu iki nokta benim öncelikle dikkatimi çekti.
“Gidecekler.. yargılanacaklar..”
Kardeşi Mehmet Altan’la ahbaplığım da aynı gazetede yazmışlığım da vardır; bir ara babaları Çetin Altan’la TV programı yapmam da gündeme gelmişti; buna karşılık Ahmet Altan’ı şahsen pek tanımam.
“Pek” dememin sebebi, özel televizyonların ilk tartışma programı ‘Dinamit’e katılmışlığım, onunla Neşe Düzel’in karşısına çıkıp konuklarıyla tartışmışlığım olduğu için…
Kendisine ait “İktidardan gidecekler, yargılanacaklar” cümlesi, diğer başka argümanlarıyla birlikte, darbe girişiminden haberdar olduğunun, dolayısıyla FETÖ örgütünün planlarını önceden bildiğinin kanıtı olarak iddianamede geçiyormuş…
Savunmasında, “Bunun için benim üç müebbet hapis cezasına çarptırılmam isteniyor, işte burada aynı cümleyi tekrarlıyorum, ‘İktidardan gidecekler, yargılanacaklar’ diyorum, isterseniz beni altı ayrı müebbet hapis cezasına çarptırabilirsiniz” diyor Ahmet Altan…
Temennisi bu. Ancak temennisi Türkiye’deki siyasi tabloya hiç uymuyor.
Nedenini biliyorsunuz.
Anayasa değişikliği sonrasında ortaya çıkan yeni şartlarda iktidara gelmenin yolu yüzde 50’den fazla oy almaktan geçiyor. O çizgiye en yakın parti yine AK Parti. 7 Haziran (2015) seçiminde oyları yüzde 40’a düşmüş, milletvekili sayısı Meclis çoğunluğuna erişememişti; fakat karşısındaki partiler ne yapacaklarını bilemediler ve tekrarlanan seçimde oyunu tek başına hükümet olmaya yarayacak kadar yeniden yükseltmeyi başardı AK Parti…
“Gidecekler” beklentisi biraz havada kalıyor.
Türkiye’nin bugünkü şartlarında iktidardaki partiyi muhalefete düşürmek imkânsız sayılmasa bile o kadar kolay değildir.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun başlattığı ‘adalet’ arayışı uzun yürüyüşü, CHP’nin de bu durumun farkında olduğunu gösteriyor.
Denge değişmeden tablo değişmez.
AK Parti’yi zora koşacak tek gelişme ‘FETÖ’ ile mücadelenin ters tepmesi olabilir.
Muhalefetin “FETÖ’nün siyasi ayağı” konusunu kaşıyıp durması boşuna değil.
Dün ilk kez, vaktiyle AK Parti’den milletvekilliği yapmış biri, ‘ByLock’ kullandığı gerekçesiyle gözaltına alınıp tutuklandı. Sıradan insanlara uygulanan ByLock, BankAsya hesabı, kendisi veya çocuklarının okuduğu okullar, himmet parası gibi ölçüler.. siyasi hayatta yer alanlar için de geçerli kabul edilirse..
Bu da bizi Ahmet Altan’ın savunmasındaki diğer önemli konuya götürüyor.
FETÖ ile hesaplaşma için milât
İkinci dikkat çekici nokta, Ahmet Altan’ın iddianameden aktardığı şu satırlara sinmiş durumda:
“Bu şekilde Balyoz soruşturmasının başlatılarak Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeki terör örgütü mensubu olmayan subayların tasfiye edilerek yerlerine örgüt mensubu subayların getirildiği ve devam eden süreçte örgütün Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde bu sözde soruşturmalarla kritik öneme sahip yerlere kendi mensuplarını yerleştirdiği ve 15/7/2016 tarihli darbe girişimi için örgütün kendi zeminini hazırladığı…”
İddianame 15 Temmuz’a (2016) giden yolu ‘Balyoz davası’ ile başlatıyor. Balyoz davasının tarihi 2010. İddia şu: 2010 ile 2016 yılları arasında TSK içerisinde tasfiyeler yaşanmış, atılanlar yerine FETÖ mensubu subaylar atanmış, onlar kritik öneme sahip yerlerde darbenin zeminini hazırlamışlar…
“Atamaları ve görevlendirmeleri ben yapmadığıma göre, iddianame ithamını başka kişi veya kişilere yöneltiyor” diyor Ahmet Altan…
Kime veya kimlere?
Milat konusu neden önemli şimdi anlaşıldı mı?
Farklı biçimde tanınan bir yapılaşmanın devleti hedef alan bir örgüte dönüşmesinin tarihi doğru belirlenmez.. 15 Temmuz 2016 veya 17-25 Aralık 2013 gibi tarihlerden birine sabitlenmez ise.. siyaseti sıkıntıya düşürecek olumsuzluklara kapı aralanır.
Tasfiye, ama bu denli mi?
Ben bu konuyu ilk kez ele alıyor değilim; kimbilir kaç kez mücadelenin aldığı biçimin yol açabileceği sıkıntıları dillendirdim. Yüzbinlerce insanın hayatına müdahaleye dönüşen bir mücadelenin sakıncalarını belirttim.
Almanya’da 60 milyon insanın öldüğü 2. Dünya Savaşı’nın sorumlusu Naziler ile hesaplaşmada bile bir sınır çizme ihtiyacı duyulmuştur.
Türkiye’nin ilk askeri müdahalesi 27 Mayıs (1960) sonrasında, subay tasfiyesi 275 general ve amiral, 7 bin kadar albay, yarbay ve binbaşı ile üniversitelerle ilişkisi kesilen 147 öğretim üyesi ile sınırlı kalmıştı.
1960 sonrasında Harp Okulu öğrencilerini iki kez cepheye süren Talat Aydemir’in darbe girişimlerinde.. siyaset.. ilkinde herhangi bir tasfiyeye gitmemiş.. ikincisinde de sadece esas sorumluları yargı önüne çıkartmıştır..
Terör yüzünden OHAL ilan edilmiş Fransa’da bugün geniş kitleleri tedirgin edecek tedbirlere başvurulmuyor.
Ahmet Altan’ın savunmasını siyasiler de dikkatle okumalı.
*Bu yazı Fehmikoru.com'da yayınlanmıştır