19 Şubat 2018 13:37
Gazete Duvar yazarı Fehim Taştekin, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın görüşmesini değerlendirdi. "Senin dilinde Osmanlı tokadı, Amerikalıların elinde bir külah var sanki" diyen Taştekin, ”Türkiye’nin kızdırılmasını stratejik hata olarak gören Amerikalı diplomatik çevrelerden bir kısmı bir süredir sihirli bir formül olarak iki gücü cem etmekten bahsediyor. Dillendirdikleri şeyin mantığı şu: Türk ve Kürt güçlerini Amerikan planlarına birlikte koşmak. Hem Türkiye’yi Rusya’ya kaptırmamak hem Kürtlerle ortaklığın sunduğu avantajlardan mahrum olmamak hem de İran’ın bölgesel nüfusuna karşı ortak cephe oluşturmak. Türklerde Neo-Osmanlı rüyalarının en azından Fırat hattında Kürtlerle birlikte mümkün olduğu hissi uyandırmak. Bunu Türkiye’nin öncelik verdiği ‘Esad’dan kurtulma’ ve ‘Pers yayılmacılığını önleme’ hedeflerine ulaşmanın bir yolu olarak çerçevelemek” ifadelerini kullandı.
Taştekin'in "Menbic senaryosu: ABD çekilirse ne olur?" başlığıyla yayımlanan (19 Şubat 2018) yazısı şöyle:
Türkiye’nin bu denli kızdırılmasını stratejik hata olarak gören Amerikalı diplomatik çevrelerden bir kısmı bir süredir sihirli bir formül olarak iki gücü cem etmekten bahsediyor. Dillendirdikleri şeyin mantığı şu: Türk ve Kürt güçlerini Amerikan planlarına birlikte koşmak.
Diplomasiye sinen mehteran havasına bakarsanız Türkiye’nin ittifak düzeninde devrim oldu sanırsınız! Beştepe mevcut koşullarda, ABD ve NATO ile ipleri koparmayı göze alamaz. Bunun için kendini güvende hissetmesi lazım. O yüzden Osmanlı tokadı atmaktan bahseder ama iki müttefikin ‘tamam mı devam mı’ noktasına geldiği kritik toplantıyı, içeriye tercüman ve kâtip almayarak diplomatik geleneğin yani devlet gözetiminin dışına çıkartıp, devlet sırrını şahsi sırra çevirir. Böylece kimse neyin nasıl konuşulduğunu bilemez. Tanık yok, tutanak yok, resmi tercüman yok. Dilde köklü tarih, cepte köksüz diplomasi! Yeni Türkiye’de işler böyle.
Çok büyük laflardan sonra (ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’la ortak basın toplantısında Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun açıklamalarına yansıdığı üzere kıvrana kıvrana) ‘Osmanlı tokadı’nın iç tüketime yönelik olduğunu söylemek durumunda kalırsın.
Tokadın tadına varıldığına dair serkeş yorumlar, YPG’nin Menbic’den çıkartılıp kentte Türk-Amerikan ortak kontrolünün tesis edilmesine yönelik bir mekanizmanın kurulması sözüne yaslanıyor.
Tillerson bu konuda “Çalışma grubuyla öncelikli olarak Menbic’i ele alacağız” dese de geri adım görüntüsünü bozan başka bir şey daha söyledi:
“Menbic sadece IŞİD’i yenilgiye uğratma değil yeniden ortaya çıkmasını önlemek bakımından stratejik önemde bir kent. Menbic’de asker bulundurmamızın nedeni de kentin bizim müttefikimiz olan güçlerin kontrolünde kalmasını temin içindir. Haliyle Menbic, orasının bizim kontrolümüz altında kalmasını daha fazla nasıl sağlayacağımıza dair bir tartışmanın konusu olacak.”
Eğer bu mekanizma, meseleyi komisyona havale etmek değilse buradan çıkacak olan nedir?
ABD, Türkiye ile müttefiklik ilişkisini daha fazla örselememek için yerel müttefiklerini fazla üzmeyecek bir ara formülle, Türk askerinin Menbic’e konuşlanmasını tercih edebilir. Bu, Erdoğan için simgesel bir zafer olur ve yaklaşan seçimler öncesi iç tüketim malzemesi olarak iş görür. Peki, bu durum, Erdoğan’ın seçmenine vaat ettiği Türkiye sınırları boyunca PYD-YPG liderliğindeki fiili yapılanmayı yok etme hedefini karşılayan bir sonuç üretir mi? Yanıt evvela ABD’nin neyin karşılığında Menbic’de geri adım atacağıyla ilgili. Yine yanıt Menbic’in özerklik projesi açısından yıkıcı bir boyut taşıyıp taşımadığıyla ilgilidir.
Yedeğindeki milis güçlerle TSK, bir aydır çeperlerinde ilerlemeye çalıştığı Afrin’i tamamen ele geçirse, hatta Menbic’e tek başına hükmetse bile Fırat’ın doğusundaki durum kolay kolay değişmez. Eğer Amerikalılar sözlerini tutma eğilimi gösterirse Menbic’e karşılık Fırat’ın doğusu senaryosu işletilebilirler. Yani Kobani’den Kamışlı ve Rakka’ya açılıp Deyr el Zor’da tamamlanan üçgen Kürtlere özerklik vaat eden korunaklı bir alana dönüşebilir.
Şu aşamada sırf ilişkileri kurtarmak için iki tarafın da öne çıkardığı ortak mekanizmanın çalışıp çalışmayacağı belli değil. ABD gerçekten Türkiye’yi Menbic’e taşıyabilir mi, bunun garantisi de yok. Amerikan yönetimi belki bir ara formül bulmaya çalışacak ama Suriye’nin geleceğini şekillendirmeye ve İran’ı bloke etmeye dönük asıl plandan kesinlikle sapmayacaktır. Bu noktada Kürtlere atfettiği önem de ortada. “YPG’ye silah desteği kesilecek” sözüne rağmen Trump yönetimi, 2018’de olduğu gibi 2019 bütçesinde de Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) payını korudu. Buna göre Irak ve Suriye’de 6 bin asker kalacak, IŞİD karşıtı koalisyona destek için 15.3 milyar dolar ayrılacak. Bunun 1.5 milyar doları eğit-donata gidecek. YPG liderliğindeki SDG’nin payı 300 milyon dolar olacak. Sınır güvenliği için 250 milyon harcanacak.
Bu aşamadan sonra muhtemelen Amerikalılar, Türkiye’yi Kürtlerle ortaklığın çerçevesine fazla takılmayıp bununla varmak istedikleri yeri göstermeye çalışacaklardır.
Tillerson, bölge turu kapsamında Ankara’dan önce 13 Şubat’ta gittiği Kuveyt’te niyetlerini çarpıcı bir şekilde ortaya koydu:
“ABD ve IŞİD’i yenmek üzere bizimle çalışan koalisyon güçleri bugün Suriye topraklarının yüzde 30’unu, büyük miktarda nüfusunu ve büyük miktarda Suriye’nin petrol sahalarını kontrol ediyor. ABD’nin oynayacağı koz ya da rolün küçük olduğu izlenimi tek kelimeyle düzmecedir.”
Yani ABD, Suriye enerji kaynaklarının yüzde 70’ini bulunduran bölgeyi, Rusya’yı dengelemek ve kendi çıkarlarına göre Suriye’yi şekillendirmek için bir koza dönüştürmeyi umuyor. Tillerson muhalefeti ortak hedefte birleştirmek, yeni anayasa hazırlamak ve seçime gitmek dahil Suriye’yi yeniden kurmak üzere yürütülecek bütün çalışmalarda bu kozu kullanacaklarını söylüyor.
Sahada 14 eğitim kampında yaklaşık 2 bin kadar asker bulunduran ABD, bu yaklaşımla bölgeye hükmeden bütün sivil ve askeri potansiyeli kendi hesabına yazıyor.
Amerikalılar bu kozu ne kadar önemsediklerini 7 Şubat’ta Deyr el Zor’da Konoko doğalgaz tesislerine yaklaşan ve aralarında Rus paralı askerlerinin de bulunduğu rejim yanlısı güçlere yönelik hava saldırısıyla gösterdi.
Kürtler ise ABD ile ortaklığın getirdiği korumaya karşılık Amerikan çıkarları için kendi gündemlerinden sapmayacaklarını, dahası alternatifsiz olmadıklarını ısrarla vurguluyor.
Hatırlarsanız 2016’da Fırat Kalkanı’nın Menbic’e yönelmesi üzerine El Bab tarafında kalan bir bölgenin kontrolünü Suriye ordusuna bırakmışlardı. Benzer bir manevra bugünlerde Afrin için gündemde. Eğer haberler doğruysa Suriye ordusunun Afrin’e girip kontrol noktaları kurması yönündeki müzakereler dün sonuçlandı ve bugün sevkiyat başlayacak. Aynı çıkış yolu Türkiye’nin önünü kesmek için Menbic’de de devreye sokulabilir. Tabii Menbic’i Afrin’den farklı kılan şey, buranın ABD’nin desteğiyle IŞİD’den kurtarılan bölgelerden biri olması. Afrin için ABD başından beri garantör olmadı. O yüzden Menbic’de atılacak adımlar ABD’nin SDG ile ortaklığını etkileme açısından daha kritik bir yerde duruyor.
Yine de Kürtler, ABD’nin YPG ile ortaklığı feda edecek adımlar atmayacağı kanaatinde. “Tillerson’ın Ankara temaslarının ardından Menbic’de Kürtler ne bekliyor” sorusunu yönelttiğim TEV-DEM’in medya sorumlusu Kardo Bokanî şu yanıtı verdi:
“Sıra Amerika’nın Rojava’ya yaklaşımına geldiğinde Beyaz Saray ile Pentagon arasında fark görüyoruz. Beyaz Saray, Türkiye’ye meyletse de sahada IŞİD’in yenilgisine yardım eden komutanlarıyla birlikte Pentagon, Rojava’dan yana eğilim içinde. Kimin destekleneceğine dair siyasi ve askeri çevrelerde anlaşmazlık yaşandığında yönetim nihai kararını komutanlardan yana verebilir. Eğer bu tez geçerliliğini korursa ve Amerikalı komutanların Menbic’de yaptıkları güçlü açıklamalar ile Deyr ez Zor’da rejim yanlısı güçlere düzenlenen saldırı dikkate alınırsa Amerikan güçleri büyük ihtimalle Menbic’den çekilmeyecektir. Ayrıca SDG’den çekilmesini isteyecek durumda değiller… En kötü senaryoda ise Amerikalılar kentten çekilebilirler, Rusların (Afrin’de) yaptığı gibi. Bu olursa Afrin’de gördüğümüz (direniş) Menbic’de de sahnelenir.”
Kürtler IŞİD’den kurtarılmış ancak Kürtlerin çoğunlukta olmadığı Tel Ebyad ve Menbic gibi bölgelerde kurdukları paylaşımcı sisteme büyük önem atfediyor. Ve bunu Suriye geneline çözüm modeli olarak sunuyorlar.
Menbic’i idare etmek için kurulan 13 komitede 71 Arap, 43 Kürt, 10 Türkmen, 8 Çerkes, bir Ermeni ve bir Çeçen yer alıyor. (Bu yapı içerisinde yer alan Çerkesler ve Çeçenler, Osmanlı’nın ‘ileri karakol’ misyonuyla bölgeye yerleştirdiği Kafkasyalı unsurlardır.) Tel Ebyad da benzer bir modelle idare ediliyor.
Cerablus-El Bab-Azez üçgeninde Türk bayrağı ve TC’nin kurumsal tabelalarının altında kendi alternatif modelini üreten Türkiye de, TEV-DEM’in organizatör güç olduğu bu yapıyı bitirmenin pazarlığını yapıyor. Birbirine karşı iki model!
Tillerson’ın işi zor. Türkiye’nin sert pozisyonu ile Kürtlerin tutturduğu yol karşısında imkansızı başarması gerekiyor. Türkiye’nin bu denli kızdırılmasını stratejik hata olarak gören Amerikalı diplomatik çevrelerden bir kısmı bir süredir sihirli bir formül olarak iki gücü cem etmekten bahsediyor. Dillendirdikleri şeyin mantığı şu: Türk ve Kürt güçlerini Amerikan planlarına birlikte koşmak. Hem Türkiye’yi Rusya’ya kaptırmamak hem Kürtlerle ortaklığın sunduğu avantajlardan mahrum olmamak hem de İran’ın bölgesel nüfusuna karşı ortak cephe oluşturmak. Türklerde Neo-Osmanlı rüyalarının en azından Fırat hattında Kürtlerle birlikte mümkün olduğu hissi uyandırmak. Bunu Türkiye’nin öncelik verdiği ‘Esad’dan kurtulma’ ve ‘Pers yayılmacılığını önleme’ hedeflerine ulaşmanın bir yolu olarak çerçevelemek.
Bu minvalde ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi James F. Jeffrey ve eski Dışişleri danışmanı araştırmacı David Pollock, 25 Ocak’ta Foreign Policy’de bir makaleye imza attı. İkili, Türkiye’nin Irak Kürdistan’ındaki aktörleri yıllar sonra nasıl tanıdıysa aynısını Suriye’de de yapabileceğinden hareketle şu öneride bulunuyor:
“Türkler ve Kürtler arasında ‘eski etnik çatışma’, ortak stratejik ve ekonomik menfaatlerin önünde, özellikle ortak düşmanlarla karşı karşıyayken, aşılamaz bir bariyer değil. Kürtler için anahtar, pan-Kürt hayallerini reddedip PKK lideri Abdullah Öcalan’ın tuzağına düşmemektir. Ve Türkler İran, Esad ve Rusya’yı çevreleyecek daha büyük bir ödülün karşılığında, ki bunların hepsi Türkiye’ye PYD’den daha büyük bir tehdit oluşturuyor, komşu ülkelerde belli düzeyde Kürt özerkliğini kabul etmeli. Böyle bir uzlaşma Türk, Kürt ve Amerikan çıkarlarına hizmet eder.”
Çerçeveleniş biçimi sorunlu ve gerçeklikten kopuk. Ancak önerme olarak Amerikan yönetiminin hikâyeyi geliştirmek istediği istikamete dair fikir veriyor. Senin dilinde Osmanlı tokadı, Amerikalıların elinde bir külah var sanki!
Esasen Amerikalıların vereceği akla ihtiyaç yok. O akıl biriyle barışı, bir başkasıyla savaş için istiyor. Maalesef aşırı derecede zehirlenmiş iç ve dış politik koşullarda çatışma çıkarmadan çözüm üretebilecek melekeler çalışmıyor. Türkiye çatışmadan yana tercih yaptığı sürece ABD kendi planlarıyla hep işin içinde olacaktır. Barışçıl çıkış yolu çok derinlerde değil, Amerikalıların cebinde hiç değil, derinlerde olan saplantılarına esir olmuş siyasi iradedir.
© Tüm hakları saklıdır.