Gülsen Feroğlu
Yalnızca yeni zenginler, yeni katiller üretecek savaşın içine Barışın sığması ne kadar da acı… bir zamanlardan ne kadar da uzak. Dünya mı? Biter, bazen.
Dünyanın bazen değil bittiğine dair bir şey yazılmasına, söylenmesine gerek bırakmayacaktır; utancı herkes yaşasın diye dalgaların kıyıya vurdurduğu üç yaşındaki mülteci Aylan Kurdi’nin dili, çığlığı olmuş cansız bedeni.
Sebebi olmadığı vicdansız savaşın günahsızı Aylan’nın yola reva akranları, cesedi üç gün buzdolabında beklemiş Cizreli Cemile Çağırga (13);dünyanın nasıl da kötülüklerle dolu olduğunu herkesin suratına apaçık vururken kalbim, sanki sonbahar.
Şimdilerde yeni trend de her şeye, her olaya “aaaa”, “yapma be!”, “demek öyle” tepkili koca bir şaşkınlık. Ergen misali alayına karşı Bahçeli’nin Schopenhauer’u sollayan “Koreli ile Çinliyi ayırt edecek özellik nedir? Çekik göz…baktı ki ikisi de çekik göz…fark eder mi efendim” aforizmalarına, Meclis başkanı seçimlerindeki tavrına şaşa kalanlar sanırsın Burkina Faso’da yaşıyorlar.
Allah aşkına hiç bir MHP’liden bir kerecikte olsa “AKP’ye karşı HDP’yle koalisyon yaparız” cümlesini duymadığınız halde; kim, hangi trol ve niye inandırdı sizleri 7 Haziran sonrası “CHP, MHP, HDP” koalisyonunun kurulacağına da o canım, cicim bünyeleriniz helak oldu üzüntüden.
Oysa liderleri, partileri tartıştırıp, sorgulatarak ürünü oldukları Türk müesses nizamının tükenmişliğini gözlerden kaçıranların; artık kronikleşmiş AKP’den kurtulma sendromlarına çare diye her seçimde hedefledikleri “CHP, MHP”ye yeni ekledikleri HDP koalisyonu uğrunaydı MHP’nin kamuflajı.
Peki ya sen ! Bir arama motoru uzaklığında Kahramanmaraş, Çorum katliamlarına uzanmaya bile gerek bırakmayacak polisin, kameraların nezaretinde Dolapdere’de, Fethiye’de Kürtlere linç girişimlerinin, Samsun’da, Kayseri’de HDP’nin parti binalarına saldırıların aktörü ülkücü geçmişi unutan sen yoldaşım! Sen de mi inanmıştın MHP’nin eşit yurttaşlıktan, herkesin anadilinde eğitiminden yanalığına.
“Senin için mükemmel bir fikrim var genç adam, güzel kadın” kıvamıyla inandırıldığınız yalanları öyle çok, öyle çok sevdiniz ki hepiniz, inanışınız kadar büyük olmadı mı hep hüsranınız, yenilmişlik duygunuz MHP’nin seçim sonrası tavrı karşısında da.
Üçlü koalisyon varsayımını borsada fiyatlandıran ve ne yazık ve ne acı; her biri bir kesimin; holdingin, partinin, cemaatin yandaşı medyaya ait TV kanallarında, gazetelerde delirtecek bir kara propagandaya tabii tutulanların; seçim sonu MHP’ye “Elf” diyarından kopmuş gelmiş muamelesi yapması kadar ürkütücü bir şey de yoktur.
Zira dünyanın neresinde biat, katliam, linç, kristal geceler, Auschwitzler, Diyarbakır cezaevleri, mülteciler, savaş varsa bilinir ki orası faşizmden nasibini almıştır, almaktadır gerçeği sarmalamışken yeryüzünü; Türkiye’yi cehenneme çeviren de; insanların artık huy olmuş ırkçılığın, faşizmin yaygınlığının farkına varamayışıdır.
Elbette, Türkiye Cumhuriyetine sirayet ettirilen İttihat Terakkinin biatçı, vesayetçi anlayışı, “ama onlarda ne yapmadılar, rahat durmadılar” ötekileştirmesi; 6,7 yaşından itibaren bilinçaltlarına yerleştirilen kuşakların; bir fikrin, partinin, bir dinin, ırkın, mezhebin düşmanlığına inanmaması olasılık dahilinde değildir.
Herkesi düşman gören bu faşist esintili hal; biat ettiği her neyse onun yerine düşünmesinden, yolunu çizmesinden hoşnut ama kuşkucu, huzursuz kuşakların hayata, ilişkilerine paranoyanın ötesinde bakamamalarının da nedenidir.
Bu paranoyaklık kendi gibi olmayanı elinde hep bir kalkanla yaşamak zorunda bırakacaktır ki bu bazen bir çocuk, kadın bazen AKP’li CHP’li, HDP’li, MHP’li biri, bazen Alevi, Hristiyan bazense bir ateist, eşcinseldir.
“Terlik geliyor terlik”li annede, “bu saatte, bu kıyafetle dışarı çıkamazsın” naralı babada, “aklın ermez senin” diyen erkekte, “dediğim biçimde hazırla şu sunumu” emirli üst makamda, İrlandalı turiste saldıran esnafta, meslektaşının öldürülmesine sevinen doktorda, Diyarbakır otobüs firmalarını taşlayanda, “soyunu kurutacan Kürtlerin”, “aptal Türkler”, “ıyy pis Suriyeli” entrylerinin Facebook, Twitter müdavimlerinde vücut bulan faşist tavır; ailede, okulda, işyerinde, sokakta, lider sultalı partilerde, örgütlerde hemen hemen her yerdedir.
Opera dinleyip, 3 dil bilmesi, bilime inanıp, iyi bir eş, baba, anne, laik, mütedeyyin, makam mevki sahibi olması, ırkçılığını yumuşatacak “Atatürk milliyetçisi”, “ulusalcı”, “özgürlük savaşçısı” cilasını çekmesi bireyin faşistliğini örtmeyecektir.
Lev Troçki’nin “herhangi bir tatminsiz küçük burjuva Hitler olamazdı ama her tatminsiz küçük burjuvanın içinde bir parça Hitler vardır” ifadesini doğrulayan; illaki birilerini iteleme, illaki “dediğim olsun”, “düşüncem, davranışım doğrudur” otoriteli faşist eğilim, nefretle yan yana öylesine de sıradandır.
Bu sıradanlık, süreğenlik karşısında sık sık kullanılan “faşist” tanımına; “ annen bir melekti yavrum” modunda “önünüze gelene faşist diyorsunuz, pes” itirazıdır asıl şaşırılması gereken.
Çünkü bir insanı düşüncesini, davranışını sevmeyebilirsiniz ama bir milleti sevmediğiniz, fikrinizi, davranışınızı, giyiminizi dayattığınız, şiddet uyguladığınız yani faşizmin bütün farzlarını yerine getirdiğiniz halde “aman bana, bize faşist denmesin” çırpınışı beyhudedir.
Kökleri en derine salındığından içindeki faşizmi bir türlü uğurlayamayanların diyarı Mezopotamya’da; eğer her insan bir nesilse, gözümüzün önünde her gün nesiller; adını bilmediğimiz mülteciler, bildiğimiz askerler, gerillalar hayatlarından oluyor.
Suriyeli Aylan’nın, Türkiyeli Baran Çağlı (7), Emin Sinpil’in (13), gençliklerini Dağlıca’da, Iğdır’da bırakan 16 askerin, 13 polisin cansız bedenleri yalnızca Ortadoğunun halinin değil, felaketlerimiz üzerinde yükselen medeniyetin de fotoğrafıdır
Bir kez daha “insanlık kıyıya vurdu”, “savaşı Erdoğan”, “hayır Kandil başlattı” ajiteleriyle savaşların sorumluları bulanıklaştırılırken; 20 yaşındaki er Muharrem Öksüzler, gerilla Azad Yiğitler birbirilerini öldürmeye devam ediyorlar. Yazık ki ne yazık; yine hayatın katilleri, savaş kazanıyor Hevalım.
Öldürülen her askerin, polisin her gerillanın, sivilin akıtılan kanı, annelerin gözyaşlarından toprağa düşen çaresizliği, taraflarının çözüm sürecini pusuyla, kurşunla, mayınla, kobrayla delik deşik ederek gömmelerine mani olamamışken demokrasi, barış mı! ne yana düşer usta? Ya Faşizm?
Kim tutsak kim gardiyan belli olmayan ilişkiler ağında; kendine ait olmayan bir yolda; kaybeden olmaktan daha kötüsü belki de kaybolan olmaktır; kim bilebilir ki.
Sonrası “/…./dipten korkulur /ama ben korkmuyorum/çünkü daha önce dibe vurdum” yazan Sylvia Plath’dır.