Diyarbakır'da yüz binlerce kişinin katıldığı Nevruz kutlamasında mektubu okunan Abdullah Öcalan'ın, “PKK'nın silahlı unsurlarının Türkiye sınırları ötesine çekilmesi aşamasına gelindiğini'' duyuran mektubunu değerlendiren Ezgi Başaran, "Gerçekten şartsız bir silahı bırakma önerisi miydi Öcalan'ın ki?" dedi.
Diyarbakır'da okunan mektubun ruhu, Öcalan’ın 2009’da öne sürdüğü 55 sayfalık yol haritasıyla birebir örtüştüğünü söyleyen Radikal yazarı Ezgi Başaran, O yol haritasında resmi sınırların suni çizildiğinden, devletli toplumun kapitalist modernitenin bir oyunu olduğundan söz eder. Aynı bugünkü mektup gibi. Öcalan’ın, Türkiye halkına seslendiği bu mektupta anayasadaki vatandaşlık tanımından, anadilde eğitimden, yerel yönetimlerin güçlendirilmesinden yahut KCK tutuklularının salıverilmesinden söz etmemesi bu adımları düşünmediği ya da planlamadığı anlamına gelmiyor" dedi.
Ezgi Başaran'ın, Radikal'de "Öcalan'ınki gerçekten şartsız bir barış mı?" başlığıyla (22 Mart 2012) yayımlanan yazısı şöyle:
Kürtlere akıl vermeyi hobi edinen çeşitli siyasi ve akademik çevrelerin anlamadığı şey, onlar tepesine bombalar yağmayan, su gören şehirlerinde otururken, Kürtler 30 yıldır hakları için mücadele veriyordu. Ve bu savaşma hali bu halka bir tür sabır, öngörü ve bilgelik getirdi.
Diyarbakır daki kutlamalara Türkiye nin batısından ve yurtdışından da büyük katılım oldu
Diyarbakır’ın Newroz Meydanı’nda hem ‘Savaşa da hazırız, barışa da’ pankartı açılmıştı hem de ‘Heta ku serok azad nebe aşiti şaşitiye-Başkanın özgür olmadığı bir barış yanlıştır’ pankartı. BDP vekilleri henüz alana gelmeden Amed Halk İnisiyatifi’nden şehir gerillaları sahneye çıktı ve uzun bir konuşma yaptı. Konuşmanın çarpıcı cümlesi şuydu: “Kürdistan’dan çekilmek diye bir şey yoktur. Kürdistan bizim toprağımızdır.”
Meydanda duygular da karışık, akıllar da. O nedenle… Öcalan’ın hiçbir şart veya plandan söz etmeyen, “Artık silahlı mücadele bitmiştir, bundan böyle mücadelenin temelinde ideoloji, fikir ve siyaset vardır. Bu tüm Ortadoğu ve Orta asya halkları için yeni bir dönemin başlangıcıdır” diyen mektubu zaman zaman sessizlikle karşılandı. O kadar ki, birkaç yerde, metni okuyan BDP vekili Sırrı Süreyya Önder “Daha güçlü bir selam duymak istiyoruz” diye kalabalığı coşturmaya çalıştı. Gerçekten şartsız bir silahları bırakma önerisi miydi Öcalan’ınki? Öncelikle şunu söyleyeyim: Mektubun ruhu, Öcalan’ın 2009’da öne sürdüğü 55 sayfalık yol haritasıyla birebir örtüşüyordu. O yol haritasında resmi sınırların suni çizildiğinden, devletli toplumun kapitalist modernitenin bir oyunu olduğundan söz eder. Aynı bugünkü mektup gibi. Öcalan’ın temel stratejisi 10 yıl önce de 3 yıl önce de bugün de devletle konuşmaya başlanırken ‘aşırı uçlardan’ yola çıkılmaması şeklinde. Yani Öcalan’ın, Türkiye halkına seslendiği bu mektupta anayasadaki vatandaşlık tanımından, anadilde eğitimden, yerel yönetimlerin güçlendirilmesinden yahut KCK tutuklularının salıverilmesinden söz etmemesi bu adımları düşünmediği ya da planlamadığı anlamına gelmiyor.
Şunları biliyoruz: İmralı’ya giden birinci heyette yer alan BDP vekili Ayla Akat, Öcalan’la demokratik özerklik konusunu konuşmaya yeltendiğinde, Öcalan iki elini havaya kaldırıp “Şimdi sırası değil” demişti. Toplumun parlamento ve sivil toplum örgütleri tarafından hazırlanmasının sürecin elzem koşullarından biri olduğunu düşünüyordu. AK Parti hükümetine değilse de MİT heyetine güveniyordu. Ve bunu giden heyetlere hem doğrudan hem de ima yoluyla belirtmişti. Sakin ilerlemenin, -süreci bir sürü insan için muğlak bir yola dönüştürse de- salim olan olduğunu düşünüyordu. Newroz Meydanı’nda okunan mektup Türkiye’nin batısı için fevkaladenin fevkinde bir barış ilanı. Evet. Peki Diyarbakır için? Dediğim gibi şaşkınlık yarattı. Fakat şu detayı belirtmeden edemeyeceğim: Kürtlere akıl vermeyi hobi edinen çeşitli siyasi ve akademik çevrelerin anlamadığı şey, onlar tepesine bombalar yağmayan, su gören şehirlerinde otururken, Kürtler 30 yıldır hakları için mücadele veriyordu. Ve bu savaşma hali bu halka bir tür sabır, öngörü ve bilgelik getirdi. Onlar kandırılmayı da yarı yolda bırakılmayı da herkesten iyi biliyorlar. Yani pankartta yazdığı gibi her şeye hazırlıklılar. Ve barışı, bugün, Öcalan’ın önerdiği biçimiyle deneyecekler. Ahmet Türk bu hissiyatı bana şöyle anlattı: “Kürt siyasi hareketinin üstüne yapışan terörist damgasını artık kaldırıyoruz. Bundan sonra sivil itaatsizlik başta olmak üzere haklarımız için çok etkili siyaset yöntemlerine başvuracağız. Sosyalist dostlarımız ‘Kürtler bizi satıyor’ demesin. Biz çok acılar çektik. Bizi de anlayın. Bu fırsatı kaçıramayız.” Bu, Türkiye için kaçırılmaması gereken büyük bir fırsattır. Bahar hepimize kutlu olsun.