Gündem

Evrensel yazarı: 15 yılda AKP'nin ülkeyi getirdiği yer "Ya Sevr, ya çölde ölüm" mü?

"Toplumu sürükledikleri 'korku tüneli'ndeki efektleri daha da güçlendiriyorlar"

24 Aralık 2016 19:20

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "Bugün durursak Türkiye Sevr şartlarına döner" sözlerini eleştiren Evrensel yazarı İhsan Çaralan, "15 yıldan beri Türkiye’yi yöneten AKP Hükümetleri ve onun lideri Cumhurbaşkanı Erdoğan, politikaları ve inandırıcılıkları çıkmaza sürüklendikçe, toplumu sürükledikleri 'korku tüneli'ndeki efektleri daha da güçlendiriyor; toplumun zihninin en derinindeki korkuları uyandırmak için her yolu kullanıyorlar" dedi. Çaralan, "Cumhurbaşkanı, Fırat Kalkanı harekatının beşinci ayına girerken, ülkenin içinden geçtiği koşulları; 'Ya Sevr ya Suriye (Irak) çöllerindeki savaşlarda ölüm!' denklemiyle kuruyor" görüşünü dile getirdi.

İhsan Çaralan'ın Evrensel'de yayımlanan yazısı şöyle:

Ülkeyi korku tüneline sokarak yönetmek herhalde egemen güçlerin bulduğu en önemli yönetim biçimlerinden birisidir. Çünkü korku içindeki insan gibi korku içindeki toplum da olup bitenin sağlıklı bir değerlendirmesini yapamaz, yanlışla doğruyu, iyi ile kötüyü ayıramaz hale gelir. “Bilinmez” olanın yarattığı korkudan kurtulmak için toplum, ülkeyi yönetenler yüksek sesle direktifler vererek onu kurtaracağını söylüyorsa, onun söylediklerini yapmaktan başka bir çaresi olmadığını düşünür. Bu çaresizlik de ülkeyi korku tüneline sokarak yönetmek isteyenlerin ekmeğine yağ sürer.

15 yıldan beri Türkiye’yi yöneten AKP Hükümetleri ve onun lideri Cumhurbaşkanı Erdoğan, politikaları ve inandırıcılıkları çıkmaza sürüklendikçe, toplumu sürükledikleri “korku tüneli”ndeki efektleri daha da güçlendiriyor; toplumun zihninin en derinindeki korkuları uyandırmak için her yolu kullanıyorlar. 

Bunun için “terörle mücadele”, OHAL ve KHK’ler gibi, nesneleri oldukları gibi değil, görünmesini istedikleri gibi göstermelerine yarayan sisi ağırlaştırıyorlar. Bir yandan “şehitlik”, “gazilik”, “vatan-millet” naraları etrafında bir hamaseti yükseltirken öte yandan ülkenin bir uçurumun kenarında olduğu korkusunu yayıyorlar. Dahası el Bab’da bir günde 16 askerin IŞİD saldırılarında hayatını kaybetmesi (İki askerin de IŞİD tarafından yakıldığına dair ciddi iddialar var), yüzden fazla askerin yaralanması karşısında, izlenen politikanın gerekliliğini hatta zorunluluğunu göstermek için korkunun dozunu artırmak istiyorlar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, El Bab’daki çatışmalar karşısında TSK mensuplarının el Bab’da çatışmalara girmesinin ve büyük kayıplar vermesinin gerekçesini; “Ülkemizi sürekli tehdit altına alanlara karşı artık duramazdık. Bunun gereğini yapıyoruz. Dünyanın ve bölgemizin yeniden yapılandırmaya çalışıldığı şu kritik dönemde durmaya kalkarsak kendimizi bulacağımız yer Sevr şartlarıdır” diyerek açıklıyor.

Böylece Cumhurbaşkanı, Fırat Kalkanı harekatının beşinci ayına girerken, ülkenin içinden geçtiği koşulları; “Ya Sevr ya Suriye (Irak) çöllerindeki savaşlarda ölüm!” denklemiyle kuruyor!

Oysa Suriye’ye ilk askeri müdahale yapıldığında; gerekçe “Kilis’i, Hatay’ı IŞİD’in havan toplarının menzilinden çıkarmak”tı. Sonra buna, “Antep’te Kürt bir ailenin sokak düğününe yapılan canlı bomba saldırısında çocukların ve kadınların katledilmesi” eklendi. Yeni ölümler, yaralılar geldikçe bu gerekçeler de oluşan ağırlığı kaldırmaya yetmedi; “Suriye’de güvenli bölge oluşturmak zorundayız” şartı eklendi. O da yetmeyince bu sefer “PYD-YPG güçlerinin sınır boyunca Kürt koridoru oluşturmasının önünü kesmek için Suriye’ye girmek zorundaydık” dendi. Olmadı; “Biz aslında “Zalim Esed rejimini yıkmak için Suriye’deyiz” diye daha somut bir gerekçe söylenmek zorunda kalındı. 

Şimdi, hayatını kaybeden ve yaralanan asker sayısı onlara, yüzlere doğru tırmanınca (Halep’in rejim tarafından ele geçirilmesinden sonra Suriye’de dengeler tamamen değişip Türkiye, İran-Rusya çizgisine dönmek zorunda kalınca) ülke içindeki korkuyu da büyütmek üzere; “Eğer Suriye’de şehitler gaziler vermeyi göze alamazsak Sevr şartlarına mahkum oluruz”a gelindi!

 

"Ülkenin nasıl yönetildiği' tartışması önleniyor"

 

Bu mantığın kaçınılmaz sonucu ise; “Suriye’ye (Irak’a ya da başka bir ülkeye de) asker gönderilmesine karşı çıkanlar, barış isteyenler Sevr yandaşlarıdır!” demektir. Ki, adım adım da buraya gidilmektedir. Nitekim önceki gün Mecliste yapılan tartışmalarda AKP ve MHP’li vekiller bu içerikte konuşmuşlardır.

Devletin en başındakilerden başlayarak Hükümet-AKP propagandasının da desteği ile; “Sevr tehdidi” gibi, Türkiye’nin parçalanacağı, bütün dünyanın bunun için seferber olduğuna dair iddialar, çeşitli halk kesimleri içinde “korkuları” artırmaktadır. Ki, burada gerek sokağın terörize edilmesi gerekse gerçek soruların siyaset gündeminde tartıştırılmamasında; Hükümetin en önemli dayanağının yıl boyunca giderek artan terör saldırıları olduğunu da hatırlatmak gerekir. 

Ülkeyi yönetenler, Hükümet-AKP bilmektedir ki, korkuların kaynağı “bilgisizlik”tir. İnsanlar başlarına gelen ya da geleceği söylenen belaların neden ve nasıl olduğunu bilirlerse, beladan korkup, sinmek yerine belalara karşı önlemler almaya yönelirler. AKP iktidarı da politikaları gerçek yaşamda akamete uğradıkça, duvara çarpacak evreye doğru ilerledikçe, “kurt masalları” anlatarak, ya da kendi çözümsüzlüklerinin yarattığı zorlukları “önlenmesi elde olmayan felaketler” olarak göstererek, yığınlar içinde “korku uyandırmayı”, “gelecek korkusunu büyütmeyi” hedeflemektedir. Her konu “milli dava” her sorun “milli felaket” olarak sunularak, “hamaset” ve “korku”nun alanı genişletilmektedir. Dahası böylece iktidar, emekçileri kitleler halinde mesleğinden “ihraç eden” haksız hukuksuz uygulamalara, komşu ülkelere asker çıkarma ya da ülkede rejimi değiştirip “tek parti tek adam rejimi”ne geçmeye meşruiyet kazandırmaya çalışmaktadır. Vatandaş da böylece, “Ülke bölünmesin de varsın birkaç yüz (ya da birkaç bin) asker de Suriye’de ölsün!”, “Ülke Sevr’e mahkum olacağına varsın başkanlık sistemi getirilsin!” demeye zorlanmaktadır.

Bu yüzden de korku tüneline itilen toplum kesimlerinin hamasetin uyuşturuculuğundan ve “korkularından” kurtulmasının yolu, gerçekleri açıkça bilmesi, kendine egemenler tarafından sunulan tablodaki belaların ne olduğu, kimin politikaları, hangi sınıfın çıkarının sonucu olarak ülkenin bu belalara sapladığını bilmesinden geçmektedir. Bunun için de olup bitenin halk yığınlarına doğru biçimde anlatılması, ilerici demokrat güçlerin bütün bu olup bitenler karşısındaki mücadelesinin de tek gerçek dayanağıdır. 

Ki, burada elbette Evrensel başta olmak üzere gerçeğin peşindeki basına, her çeşit medyaya, ilerici demokrat parti ve çevrelere, işçilerin, emekçilerin ileri kesimlerine ve halkın gerçekleri bilerek mücadeleye katılmasından yana herkese önemli görevler düşmektedir. Çünkü yığınları sindirmenin ve yedeklemenin bir aracına dönüştürülen korkuyu yenmenin, “korku tüneli”nden gerçek dünyaya çıkmanın yolu buradan geçmektedir. 

 

İlgili Haberler