Cumhuriyet yazarı ve edebiyatçı Mine Söğüt, çoğunluğu çocuk 54 kişinin hayatını kaybettiği Antep'teki canlı bomba saldırısına dair, "Ortadoğu kendi çocuklarını yer, evini çocuk mezarlarının üzerine dizer" dedi. “Biz evimizi bir çocuk mezarlığının ortasına nasıl kurabiliyoruz?” diye soran Söğüt, "Bu patlamalarda, bu savaşlarda gazetelerin yazdığı, televizyonların gösterdiği gibi, sadece ölüler hayatlarını kaybetmezler: Hepimiz, hayatı toptan kaybederiz" dedi.
Mine Söğüt’ün Cumhuriyet’te “Biz evimizi bir çocuk mezarlığının ortasına nasıl kurabiliyoruz?” başlığıyla bugün (24.08.2016) yayımlanan yazısı şöyle:
Bir çocuğun, diyor haberler, eline bir puset verilmiş, diyor. Pusette canlı bomba yeleği varmış, diyor haberler.
Çocuk kına gecesinin kalabalığına doğru salınmış, diyor haberler.
Onu salan iki kişi bir arabaya binip hızla uzaklaşmış, diyor haberler.
Puseti iten çocuk eğlenen kalabalığın içine dalmış, diyor haberler.
Pusetteki bomba patlayınca o da parçalanmış.
Çocuk parçalanmış.
Diyor haberler.
12-14 yaş arasında bir çocuk, diyor haberler.
Ama 16-17 yaşında da olabilir diyor haberler.
Bir bombayı, bir bombacı çocuğu ve o bombayla ölen birçok çocuğu tek bir paragrafta detay detay anlatıyor haberler.
Haberler.
Kayıp çocuklardan iştahla bahseden haberler.
Kaçırılan çocuklardan iştahla bahseden.
Savaş artığı çocuklardan iştahla bahseden.
Çocukların terör örgütleri tarafından canlı bomba olarak kullanıldığından ağzının suyu akarak bahseden haberler.
Patlamada öldüren de çocuk, ölenlerin çoğu da çocuk, diyen haberler.
Bu kelimeleri yan yana soğukkanlılıkla dizen haberler.
Önlerinde reklam, artlarında reklam.
Vahşetten nemalanan haberler.
Hal böyleyken...
Dünya nasıl dursun.
Döner tabii.
Dönerken de vicdan ve akla ait ne varsa silkeler atar üstünden.
Bir kına gecesinde, en temiz elbiseleriyle, ortada koşuştururken ölen...
Ve geniş bir arazide küçücük mezarlara, öpülüp koklanacak bir bedenleri bile olmadan, yan yana gömülen onca çocuktan...
Bir insan köpeği ısırmışçasına, olayın haber değerinden öte bir değeri yokmuşçasına, burası Ortadoğu, burada böyle şeyler hep olurmuşçasına bahseden ve olayların önünü arkasını hâlâ reklamlarla bezeyen o haberlerden öğrendiğimiz şey bizi üzmez, eğitir.
Ortaçağın tam ortasında kendi zaaflarımız ve bağnazlığımızla sarmaş dolaş bir hayatı kanıksarız.
Batı medenidir, Ortadoğu vahşi.
Bu böyle biline, der haberler.
Ortadoğu kendi çocuklarını yer, evini çocuk mezarlarının üzerine dizer, der haberler.
Biz o haberleri dinleriz, o görüntüleri seyrederiz ve henüz hayatta olan çocuklarımıza sıkıca sarılıp sonraki habere geçeriz.
Hiçbir haber söylemesi gerekeni söylemez, vermesi gereken asıl haberi vermez.
Biz evimizi bir çocuk mezarlığının ortasına nasıl kurabiliyoruz, demez.
Terör örgütlerinin isimlerini arka arkaya sıralayan...
Politikacıların yakınlaşmalarıyla uzaklaşmalarını aynı puntolarla yazan... Rakamlarla ve planlarla ve kumpaslarla ve kıtalararası savaşlarla ve süper güçlerle ve süper güçsüzlerle donattığı makaleleri kursağımızdan ittire ittire içimize dolduran...
Kalbimizi şişiren, vicdanımızı körelten...
Olan biteni sıradanlaştıran...
Bizi vahşete kanırta kanırta alıştıran o haberler.
Ne “Ben bugün şarkı söyledim siz insan öldürdünüz; ‘Biz’ ne biçimiz?” diye haykıran sanatçı arkadaşımla;
Ne de “Çocuklar öldü, ben reçel yaptım” diye koltuğa yığılıp kalan annemle alakadar olurlar.
Savaşın ortasına doğan çocukların bombalanıp şarkılarımıza, reçellerimize sıçrayan paramparça bedenleri, dünyanın bu çirkin hızını kesmeye yetmez.
Bu patlamalarda, bu savaşlarda gazetelerin yazdığı, televizyonların gösterdiği gibi, sadece ölüler hayatlarını kaybetmezler:
Biz...
Hepimiz...
Hayatı toptan kaybederiz.