Gündem

Etyen Mahçupyan: Hrant'ın arkadaşları

'Hrant'ın öldürülmesi sonrasında en beklenmedik ve bu cinayetin beklenen işlevini tümüyle tersine çeviren olay muhakkak ki cenaze merasiminin yüzbinleri geçen bir kitle ile yapılmas&#

08 Şubat 2012 02:00

Etyen Mahçupyan

(Zaman-02 Şubat 2012)

Hrant'ın öldürülmesi sonrasında en beklenmedik ve bu cinayetin beklenen işlevini tümüyle tersine çeviren olay muhakkak ki cenaze merasiminin yüzbinleri geçen bir kitle ile yapılmasıydı.

Toplumun her kesimden insanlarının verdiği bu spontan tepki, cinayeti milliyetçiliğin tetiklenmesi için kullanılabilecek bir araç olmaktan çıkardı. Aksine bu ölüm bir anda, toplumun kendi namusunu arama sembolüne dönüştü. Bu noktada toplumsal vicdana kredi vermek ne denli gerekliyse, daha ilk andan bir grup insanın fedakârca sahiplenme ve mobilizasyon çabasının da hakkını teslim etmek gerekir. Kendilerine 'Hrant'ın arkadaşları' diyen bu grup anma etkinliklerini düzenlediler ve mahkemenin her celsesinde hazır bulunup seslerini kamuoyuna duyurdular. Türkiye bu tür sivil insiyatiflere çok alışık bir ülke değil... O nedenle bu dinamiğin de çevreden kaynaklanan kendine özgü sorunları oldu. Ancak gelinen noktada mahkeme kararının yarattığı infialin ve belki de yeniden açılacak soruşturmaların ardında Hrant'ın arkadaşlarının emeği olduğu göz ardı edilemez.

Ne var ki Hrant'ın arkadaşları davayı sahiplendikleri oranda Hrant'ı taşımakta zorlandılar. Çünkü Hrant'ın toplumsal sahiplenmesi onu 'cinayete kurban giden sosyalist bir Ermeni' tanımına oturttu. Tabii ki bu özel bir Ermeni'ydi ama özelliği karakteriyle sınırlı kaldı ve ideolojik olarak sosyalist bakışın parçası olarak sunuldu. Oysa Hrant'ın sosyalistliği 1990'lı yılların ortalarında sönmeye başlamış, solculuk mağdurların yanında durmayı ima eden ahlakî bir tavra dönüşmüş, ortaya çıkan boşluğu ise Ermeni kültürünü merkeze alan bir Anadolu belleği inşası hayali doldurmaya başlamıştı. Daha sonraki yıllarda Hrant demokratlığı bu bellek inşasının meşru zemini olarak gördü ve o noktadan itibaren de sosyalizm onun için nostaljik bir gençlik romantizmi anısına dönüştü. Sorulduğunda "tabii ki solcu" olduğunu söylerdi ama artık sosyalizmin ne denli solculuk olduğu konusunda epeyce kuşkuları vardı. Çünkü solculuk giderek onun için demokratlığın parçası haline gelmiş, geçmişte klişe olarak kullanılan söylem tersine dönmüştü. Yani solcu olunduğu için demokrat olunamıyor, tersine ancak demokrat olunduğunda gerçek anlamda solcu olunabiliyordu.

Dolayısıyla AB'ye üyeliğin hararetli takipçisi ve destekçisi oldu. Bütün konuşmalarında devletin toplum üzerindeki tahakkümünü vurgularken, asıl tehlike olarak milliyetçiliğe işaret etti ve İslamî kesimin bu tehdidi bertaraf edebilecek bir potansiyele sahip olduğunu söyledi. Eğer yaşasaydı en ufak bir kuşku yok ki, örneğin 12 Eylül referandumunda 'evet' diyecek ve muhtemelen 'yetmez ama' kısmını da gönül rahatlığıyla atacaktı. Çünkü o zamana kadar bütün yazdıkları ve söyledikleri bu tercihi ima eden tutarlı bir çizginin üzerinde kalmıştı ve Ergenekon sürecini de her boyutuyla iliklerinde hissediyordu.

Hrant'ın arkadaşları ise onları kuşatan kavruk solculuğun içine sıkıştılar. İçi boşalmış, siyaset aracı kılınmış bir sol bakışın marazi laiklikle özdeşleşme eğilimini muhtemelen idrak etmelerine rağmen bu gidişi engelleyemediler. Nitekim, nasıl Susurluk vakasında devletin kirliliğine karşı çıkış bir anda İslami kesim karşıtı bir laiklik gösterisine dönüştüyse, aynı şekilde Hrant'ın sahiplenilmesi de hükümet karşıtı marazi laikliğin 'sol' kisvesi altında yeniden üretilmesine vesile oldu. Ne siyaseten ne de ahlaken Hrant'ın yanında duramayacak olanlar, yaşarken en basit empatiyi bile ondan esirgeyenler, hem ideolojik hem kimlik olarak onu aşağılayanlar bugün 'solcu' kılıklarıyla arz-ı endam ediyorlar ve bir anda 'arkadaşı' haline geliyorlar.

Bu sonucun tüm sorumluluğu Hrant'ın arkadaşlarının omuzlarında değil... Ama onların da bu araçsallaştırma ve kullanma ortamında çaresiz kalmaları etkili oldu. Sonuçta Hrant'ın arkadaşları bir 'sol' kuşatmanın etkisi altında kalırken, Hrant'ın çizgisinden yürümek zorlaştı ve Hrant bu çevrelerin çizgisinin parçası kılındı. Hrant'ı anlamlı kılan şey, devlete yönelik eleştirisinden çok daha fazla, onun topluma dokunma, özellikle geniş muhafazakâr kitlenin yüreğine seslenmesiydi. Hrant'ın arkadaşlarından ille bunu becermeleri beklenemezdi ama belki de solun sekter dünyasını aşan bir katılım yelpazesinde ısrarcı olmaları beklenebilirdi. Devlet ve giderek hükümet eleştirisi bu ülkede solcular tarafından onyıllardır yapılıyor ama toplum nezdinde etkisiz kalmaktan, yabancılaşmayı ifade etmekten öte gidemiyor. Marifet bu eleştiriyi toplumun vicdanının parçası kılmaktı ve Hrant'ın marifeti de buydu... Ne yazık ki Hrant'ın kolay üstlenilen yarısı ile yetinilmiş oldu ve onun toplum zihnindeki yürüyüşüne destek verilemedi.

Madalyonun bir yüzünde saygı duyulması gereken, teşekkürü hak eden bir çaba var... Öteki yüzünde de Hrant'ın 'daraltılmasını' ima eden bir yeniden tanımlama... Hrant kısıtlı bir çevrenin siyaset yapmasının zemini oldu. Oysa siyaseti açmanın zemini olabilirdi.

Hrant'ı bu topraklardan kazımak mümkün değil. Ama eğer bir klişeye indirgenmeyecekse, bundan sonrası derin Anadolu'nun ona dokunmasını gerektiriyor.