T24 - Zaman gazetesi yazarı Etyen Mahçupyan, Kars'taki insanlık anıtı hakkında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın "ucube" yorumunu değerlendirerek, "Başbakan'ın bir kez söylenen ve medya tarafından 'görülmeyen' şu cümlesini belki yakalayacak ve asıl gerçeğe yaklaşacak: "Biz tarihe gölge düşürme gayreti içinde olanlara göz yummayız." Bunun sanatla ve demokrasiyle pek bir ilgisinin olmadığı açık. Başbakan'ın bu heykele karşı olmasının asıl nedeni, söz konusu eserin Türk-Ermeni ilişkisi üzerine, devletin onaylamadığı bir mesaj vermeyi amaçlamasıdır. Yoksa Başbakan ne çirkin bulduğu sanat eserlerini kaldırmak ne de yerelde yapılan heykeller üzerinde söz sahibi olmak türünden tasarruflarla ilgilidir" dedi.
Etyen Mahçupyan'ın Zaman gazetesinde "Gerçekliğin kaypaklığı üzerine" başlığıyla yayımlanan (26 Ocak 2011) yazısı şöyle:
Gerçekliğin kaypaklığı üzerine
Tarih alanında kendimizi çok bilgili saymamızın nedenlerinden biri bugünü bilemiyor ve anlamıyor olmamız.
Siyasetin baş aktörü olan 'devletin' hem kendi iç alanının, hem de topluma yönelik eylemlerinin 'milli sır' olarak sıradan vatandaşların bilgi alanının dışında tutulması, paylaşılan bir cehalet ortamı yaratmış durumda. Bizler de kendi gözümüzde saygınlığımızı korumak istercesine tarihe sarılıyor ve neredeyse gülünç denebilecek bir kesinlikle geçmişi 'bildiğimizi' söyleme ihtiyacı duyuyoruz.
Ne var ki bugünü bilemeyenlerin geçmişi bilme imkânının olmadığı çok açık. Çünkü geçmişte 'bugünü' yaşayanlar da aynen bizim gibi kendi dönemlerini ancak yarım yamalak biliyor ve anlıyorlardı. Oysa bugün bizlerin tarihsel 'bilgisinin' tümü, o yarım yamalak veriler üzerinde yükseliyor...
Bu durumu somutlaştırmak üzere son günlerin gündemini oluşturan birkaç örnekten hareket edelim. Başbakan'ın 'ucube' sözcüğünü kullanmasını tarihsel bir çalışmaya konu edecek olan geleceğin araştırmacıları acaba önlerinde nasıl bir veri tabanı bulacaklar? Yapacakları şey bir medya taraması olacak ve esas gerilimin iki eksende ortaya çıktığını görecekler. Biri sanat konusunda yönetimin ne derece söz hakkı olduğu, ikincisi yerelde alınacak kararlar üzerindeki merkezî hegemonyanın demokrasiye ne denli uyumlu olduğu... Buradan giderek de muhtemelen 'modernlik' bağlamında bir gerilimin varlığına işaret edecekler. Bu teşhis yanlış olmayacak... Ama Başbakan'ın 'ucube' kelimesini kullanmasının gerçek nedenini de yakalayamayacak. Böylece tekil bir eylem, genel siyasi atmosferin parçası olarak farklı bir 'gerçeklik' vasfına sahip kılınacak. Ancak titiz veya şanslı bir araştırmacı, Başbakan'ın bir kez söylenen ve medya tarafından 'görülmeyen' şu cümlesini belki yakalayacak ve asıl gerçeğe yaklaşacak: "Biz tarihe gölge düşürme gayreti içinde olanlara göz yummayız." Bunun sanatla ve demokrasiyle pek bir ilgisinin olmadığı açık. Başbakan'ın bu heykele karşı olmasının asıl nedeni, söz konusu eserin Türk-Ermeni ilişkisi üzerine, devletin onaylamadığı bir mesaj vermeyi amaçlamasıdır. Yoksa Başbakan ne çirkin bulduğu sanat eserlerini kaldırmak ne de yerelde yapılan heykeller üzerinde söz sahibi olmak türünden tasarruflarla ilgilidir.
Bir başka örnek, Kars'taki heykelin yapımcısı Mehmet Aksoy'un Hrant Dink katledildikten sonra onun öldüğü yere yerleştirmek istediği ama gerçekleşemeyen bir başka projeye ilişkin. Gazete haberlerine bakarak tarih çalışması yapacak araştırmacı şu bilgiyle karşılaşacak: "Aksoy, iki yıl önce yaptığı ve Hrant Dink'in son yazısından esinlenerek adını 'kanadı kırık güvercin' koyduğu heykeli, Dink'in vurulduğu yere koymak için yaptığı izin alma girişimlerinden hâlâ sonuç alamadı." Aksoy, Taraf gazetesine şöyle konuşmuş: "Dink katledildikten sonra vicdanları uyandırmak, sürekli uyanık tutmak için bir heykel yapmak istedim. Kafamdaki projeyi Dink ailesi ile paylaştım..." Gelecekteki tarihçinin 'gerçeği' Aksoy'un cinayet sonrasında bir heykel yapmak istediği ve 2009 yılında 'kanadı kırık güvercin' adlı heykeli yaptığıdır. Ama gerçek bu değil... Aksoy bir heykel yapma arzusu duymuş olabilse de, söz konusu heykel Hrant'ın öldürülmesinden önce başka bir amaçla yapılmıştı ve sanatçının atölyesinde durmaktaydı.
Görüldüğü gibi bugünün gerçekliği bugün yaşayan bizlerin algılarının ve öznel tahrifatının içinden süzülerek geliyor ve 'gerçek' sandığımız hiçbir şey tam olarak o gerçekliğe uymuyor. Ardından tarihçi marifetiyle bu öznellikler yokmuş gibi davranılıyor ve bir sürü uzman bize geçmiş 'gerçeği' anlatıyor.
Son örnek yine Hrant'a ilişkin... Gelecekte araştırma yapacak olanlar Hrant'ın dostu olan bir sürü kişinin tanıklığını kullanacak ve buradaki 'dost' kelimesinin verdiği güvenceyle de bulgularının sahih olduğunu sanacaklar. Ne var ki bugün Hrant'tan 'dostum' diye söz eden insanların önemli bir bölümünün Hrant'la yakın ilişkisi yoktu. Onlar sonradan 'dost' oldular... Bu dostluğun temeli karmaşık: Bir yandan kendisini Hrant'a yakın kılmak türünden psikolojik bir ihtiyacı, öte yandan da Hrant üzerinden kendi kişiliğini öne çıkarmayı hedefliyor. Çünkü bugün Hrant'ın bir 'kullanım değeri' var ve bu değeri kullanıma sokmak üzere birtakım 'gerçeklikler' üretilebiliyor. Bunun yaşanmış olan gerçeklikle bağı ise ayrı bir soru işareti olarak önümüzde duruyor...
Kıssadan hisse şu: Türkiye dürüst ve samimi bir toplum olmadıkça, kendisiyle yüzleşmedikçe, bu ülkede somuta ilişkin hiçbir tarih çalışması bize güvenilir 'gerçeği' söylemeyecek.